Son yayınlar

6/recent/ticker-posts

31.Meclis HİDDET, ÖFKE VE ÇEŞİTLERİ, Hicrî 18 Cemâziyelâhir 545, Milâdî 1150, Fethu'r-Rabbânî



31.Meclis 
HİDDET, ÖFKE VE ÇEŞİTLERİ 
Bu konuşma öğle zamanı medresede yapıldı. 
Konuşma tarihi: Hicrî 18 Cemâziyelâhir 545, Milâdî 1150. 


Nefeslerimiz için öfkelenmek münafıklık alameti midir? 
Öfke ne zaman iyi bir özellik taşır? 
Gerçek rahata kavuşmak ve Hakk ile yakın olmak için neler yapılmalıdır? 
Allah dostları ve tasavvuf ehli ile birlikte olmanın faydaları nelerdir? 
Kalbi, Allah'tan başka her şeyden temizlemenin neticeleri nelerdir? 
İyiliği emredip kötülükten menetmenin (emr-i bil’ma’rûf, nehyi anil-münker) açtığı hayır kapıları nelerdir?

Yapılan öfke, Allah için olursa iyi sayılır. Başka sebeplerle duyulan öfke iyi sayılmaz. İman sahibi, hiddetini Allah'ın emri olmadan göstermez. Nefsi için hiçbir hiddete kapılmaz. İslâm dininin zaferi için hiddet eder; fakat nefsin arzusunu yerine getirmek için sertleşmez. 
İman sahibi, dinî emirlerin biri zedelenecek olursa sonsuz hiddete kapılır; onun hiddeti şiddetlidir. Evi elinden alınan bir kaplan, belki onun kadar hiddete gelemez. Şüphesiz, Allah Teâlâ da öfkelenir. İman sahibinin öfkesi, ilâhi öfkeye benzer. 
İmanı bütün olan Yaratan'ın darıldığı şeylere darılır, hoşlandığı şeylerden hoşlanır, sevinç duyar. 

* Aslında nefsin için olan, fakat dışta Allah için olduğu görülen hiddeti etme. Sonra münafık olursun. Münafık olmasan bile benzersin. Allah için olan şey devamlı, ömürlü olur. Başkası için yapılacak hiddet az zaman durur, sonra geçer. 
Bir işi yapacağın zaman, nefsini bırak. Şeytanî ve uygunsuz duyguları at; yalnız Allah için yap. Ve Allah'ın emirlerine uy. Allah tarafından verilmiş bir emir olmadan hiçbir işe el atma. 
İlâhî emir, ya şeriat veya ilham yolu ile gelir. Hangi yoldan gelirse gelsin. Kalbine sahib olmalısın. Kendi varlığına, halka ve dünyaya güvenme, rahat edersin. 
Hak'la ülfet etmeye rağbetli ol. Rahat yalnız O'nunla olmaktadır. Ülfet, yalnız O'nunla olur. Ruh serinliği, yalnız O'nun varlığı ile olmaktadır. O'nu bulma işi, nefsin hastalıkları geçince başlar. Onun safiyet hâline geçmesinden, şahsî varlık ve kötü arzuların kirini ondan giderdikten sonra olabilir. 

Varlığını Hak yoluna vakfeden kimselerle ol. Onların kuvveti ile kuvvet bul. Görüşlerini onların görüşlerine uydur. Bunları yaparsan Yaratan, onları övdüğü gibi seni de över. Seni meleklere metheder. Daha başka tabirle, seninle övünür. 
Her şey zıddından ve sevmediği şeyden kaçar. Kuvvetler çeşitlidir. O zıtlar arasında kudsî kuvvetler ve onun karşısında kudsî olmayan kuvvetler vardır; sana düşen ilâhî kuvveti alıp aksini bir yana atmak. 
Varlığını Hak varlığı ile doldur. O kudsî varlığı yitirirsen, hiçbir şey bulman kabil değildir. Görürsün. Sonra yine O'nu görürsün. O'nun dışında varlık görmek mümkün olmaz. Yeter ki, varlığını temizlemen kabil ola. 
Neler görmezsin ki? Ancak temizlik şarttır. Bir padişahın katına dış pisliği ile girilmediği gibi mukaddes varlığa da derûnî kirle girmek mümkün değildir. 
İçin boşalmış, orayı aç kurtlar doldurmuş. Seni neylerler? Ruhunda bir inkılâp yap, temizle. Ancak bundan sonra şahın katına girebilirsin. Kalbin irfanla dolu olmalı; hâlbuki orada, halkın korkusu, onlardan gelecek şeylerin sevgisi yatıyor. 
Dünya ve içindeki varlığı seni manen çökertti; çünkü onların sevgisini kalbine koydun. Bunlar kalbin temiz olmadığına delildir. Sözü bırak. Nefsini ıslâh etmedikten sonra sana söz hakkı vermezler. 
O nefsi yüklen; doğruluk teneşirine kadar götür. Oradan başka yere bırakma. Bu hâlde kalırsan dünyalık metalar seni yıkamaz; çünkü onlar elinde ve kesende kalır, kalbine girmez. Halkla oturmak da sana zarar vermez. Çünkü sen halk diye bir şey bilmezsin. Onların varlığını Hak'tan ibaret görürsün. Sakın ha sakın, onlara varlık vermek duygusu kalbine geldiği zaman yanlarına yanaşma. 
Hakk'ın kudretini görmedikçe onların verdiğini kabul etme. Onların vermesini Hakk'ın kudreti ile gör; sonra al. 

Hak yakınlığı dehşet verir. Şayet bir dehşet duymuyorsan, sakın O'nun yakınlığından dem vurma, sonra yalancı olduğunu yüzüne vururlar. Kulların işiyle gönlünü eğlendirmektesin. Onların sana gelip el öpmelerini bekliyorsun. Onlar gelip bir şeyler versinler diye kapıda bekliyorsun. İstediğini yerine getirmedikleri zaman üzüntü duymaktasın. Övülünce yüzün gülüyor. Kötülüğünü söyleyen olursa yüzün buruşuyor. 

İnsan, iyi tevbe ederse imanı sıhhat bulur ve artar. Ehl-i Sünnet kelâmına göre, artar ve eksilir. Hakk'a itaatla çoğalır, isyanla da zedelenir. 
Bu avama göredir. Havas tâbir olunan büyük insanlara göre imanın artıp eksilmesi başka yollardan olur. Onlar kalplerine halkı koyarlarsa, imanları zayıflar, azalır. Hak tecellisini yerleştirince de imanları tam olur, çoğalır. O büyükler Hak varlığında sakin olurlarsa, imanları artar. 
Kullara güvenir, onların geçici metalarına koşarlarsa perişan olurlar, imanları kuvvetten düşer. Ama onlar hiçbir zaman yaratılmışlara dayanamazlar. Yaratan'larına güvenirler, O'na tevekkül ederler. İstinat noktaları Hak'tır. O'ndan korkarlar. Bir şey bekleyecek olurlarsa yine O'ndan beklerler. 
Çünkü er geç gidecekleri yer orasıdır. Tevhid ehlidirler. Şirk yolunu bilmezler bile. Düşkün oldukları hâl budur. Tevhidleri kalplerinde yer etmiştir. Halkla sohbet eder, iyi geçinirler. Kendilerine karşı bir cahillik eden olsa onunla bir olmazlar. 

Hak Teâlâ onların bu vasfını şöyle anlattı: 

“Cahiller onlara söz attıkları zaman, selâm derler.” (el-Furkân, 25/63) 

Sus; cahillere yumuşak davran. Cahil kişinin yanlış hâli seni üzmesin. Onların tabiatında mevcut olan huysuzluk yüzünü buruşturmasın. Nefis ve şahsî arzularının sapık tezahürü seni üzmesin. Ama bir günah işledikleri zaman da susma, konuş. 
Hatalı işlere karşı susmak yasaktır. O zaman konuşmak ibadet sayılır. Gücün yeterse, iyiliği yaptır. Kötülüğe mâni ol. Bu babta kusurlu olma. O kapı bir hayır kapısıdır. Kendin için bir ganimet bil, içeri girmeye bak. Hâlinizde ne var? İsâ (a.s) Peygamber sahra bitkilerini yer, onlardan sıkılan suyu içerdi. Mağaralara sığınır, harabelerde yatardı. Uyuduğu zaman ya bir taşa başını koyar ya da kolları üzerinde yatardı. İman sahibi böyle yapsa ne var? 
Ölüm gelince bu hâlde ölse, Yaratan'ına böyle kavuşsa ne çıkar? Sanki kısmeti kendine gelmeyecek mi? Dağlara, sahralara çıksa, dünyalıkları kaçırır mı? Yook... Hiçbir şey kaybolmaz. Giyeceği şeyleri giyer. Nefsine bol bol her şeyini verir. Kalbi de Hak'la olur. 

Ne gelirse gelsin, iman sahibi renk değiştirmez. Zühd hâli iman sahibini kaplarsa dünyanın gelişi kalbini bozmaz. Onun getirdiği maddî gıda ve ruhî duruma tesir etmez. İman sahibinin imanı olgun hâle geldikten sonra dünyayı sevse; içindekilere kapılsa da tatlarına dalsa, zaman olsa ondan bir an bile ayrılmasa, bu hâlde Allah'ı az hatırlayacak olsa, imanı olduğu için bu kötü hâlinden kurtulur. Allah kayıplarını ona gösterir. Kötü işlerde geçirdiği günleri ona hatırlatır; o da tevbe eder. Kitab’a koşar, Peygamber (s.a.v) Efendimiz’in sünnetini tutar. Zühd hâlini tam bulur. Her bir kötü işi sezer, fâni olduğunu bilir, bırakır. İmanı olan, pek kötülüğe giremez ya; neyse... 

Dünyanın ömrü nedir? Nimeti ne kadar sürer? Bir gün mevcut olan güzel hâli, ikinci gün oluyor mu ki? İman sahibi bunları iç âleminde sezer. Dünya çirkin huyludur. Elinde karası bulunur. Her sözü zehir taşır. Tadı hemen gider. Ve bir daha dönmez. Hiçbir vaadinin aslı çıkmaz. Ahdine vefa etmez. Ona güvenip üstünde köşkler kurmak, su üstünde ev yapmaya benzer. 
İman sahibi dünyayı tutmaz. Onda yerli olmayı aklına koymaz. Bu sebeple derecesini artırır. Hak irfanına sahib olur. Mahlûk şeyleri sevmez. Bu yüzden öbür âlemi de istemez. Kalbini ona da kaptırmaz. Yalnız Hak tecellisi öbür âlemde olacağı için âhireti ister. 

İman sahibinin büyük işi kalbini yapmaktır. İç âlemi için binalar kurar. Kalbi sağlam olunca dünya binaları da kursa zarar etmez. 
Çünkü yaptığı işi kendisi için değil, başkaları için yapar. Allah'ın emrine uyarak kullara hizmet eder. Bu hâlde bin bina kursa kalbi bozulmaz, biri bile kalbine girmez. İman sahibi, kader hükümlerine uymayı bilir. Yaratılmışların iyiliğini ve rahatını düşünür. Ona göre, bir iman kardeşinin huzur duyması, kendi huzurundan daha iyi ve daha önemlidir. 
İman sahibi, karanlığa lamba ile girer. Mutfaktan alacağı ekmeği elinde tuttuğu ışık ile bulur. Yanına ortak almadan sofraya oturmaz. Kendi yemeği olursa yer; nereden alındığı bilinmeyen yabancıların sofrasında oruçlu olur. 
Zâhid olan, yemek ve içmek arzusunda şiddetli duyguyu bırakır. İrfan sahibi Ma'rûf (Allah)’tan başkasına oruçludur. Doktorunun verdiğini yer, başkasını almaz. Hastalığı, O’ndan uzak olunca başlar, yakın olunca biter. Zahidin orucu gündüz olur. Arif hem gece hem de gündüz oruçlu bulunur; Yaratan'ına kavuşuncaya kadar iftarını açmaz. Arif, yılların orucunu tutar, her zaman ateşler içinde kalır. Orucu tutan kalbi olur. 

Sır âlemi hastalıklar içinde kalmıştır. Onun şifası, ancak Yaratan'ına kavuşmakla olur. İrfan sahibi için acaba, başka şifa ola mı ki? 

* Ey evlat! Felah istiyorsan yaratıkları kalbinden at. Onlardan korkma; iyilik bekleme. Onlarla manen ülfet etme. Kalbini onlara bağlama. Her şeyden kalbini kaçır. Kalp yüzünü onlara buruşuk tut. Onları ölüler gibi gör. Bu söylenenleri iyi öğren. 
Bunları öğrenirsen Hak katında olmak kolay olur. Başkalarını andığın zaman sıkıntı duyar, Yaratan'ı andığın zaman ise huzura kavuşursun.

Esseyyid Abdulkâdîr Geylâni (ks)

 Fethu'r-Rabbânî

Yorum Gönder

0 Yorumlar