Son yayınlar

6/recent/ticker-posts

Tefsir dersi 4, Kur'an ve Sünnette Tevbenin Fazileti ve Kabul Şartları, 2.bölüm

 


Nisâ Suresi 4/48.ayet-i kerimede


اِنَّ اللّٰهَ لَا يَغْفِرُ اَنْ يُشْرَكَ بِه۪ وَيَغْفِرُ مَا دُونَ ذٰلِكَ لِمَنْ يَشَٓاءُۚ

İnna(A)llâhe lâ yaġfiru en yuşrake bihi veyaġfiru mâ dûne żâlike limen yeşâ(u)(c)
Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz;

(kendisine ortak koşulmasını)اَنْ يُشْرَكَ بِه۪(bağışlamaz)لَا يَغْفِرُ(şüphesiz Allah)اِنَّ اللّٰهَ
(dilediği)يَشَٓاءُۚ(kimseden)لِمَنْ(bundan)ذٰلِكَ(başkasını)مَا دُونَ
AYETİN TEFSİRİ SAFVETÜ'T-TEFASiR
اِنَّ اللّٰهَ لَا يَغْفِرُ اَنْ يُشْرَكَ بِه۪ وَيَغْفِرُ مَا دُونَ ذٰلِكَ لِمَنْ يَشَٓاءُۚ:Allah şirki bağışlamaz. Bunun dışındaki günahları, kullarından dilediği için bağışlar.
وَمَنْ يُشْرِكْ بِاللّٰهِ فَقَدِ افْتَرٰٓى اِثْمًا عَظ۪يمًا:Kim Allah'a şirk koşarsa, o, iftira ederek büyük bir günah işlemiş olur. 
Taberi şöyle der: Bu ayet gösteriyor ki, büyük günah sahibi herkes Allah'ın iradesi altındadır. Onun büyük günahı Allah'a şirk olmadığı müddetçe dilerse onu affeder, dilerse onu cezalandırır. . [Taberi, 8/450]

Bir hadisi şerifte üç tane hesap vardır buyuruluyor.
1) Allâh-u Teâlâ hiç affetmediği; kendisine şirk koşulmasıdır.
2) Kul ile kendi arasında ki günahlardır; dilerse affeder.
3) Müdahale etmediği; kulun kul ile olan hesabı aranızda helalleşin buyurur.


Başka bir ayette affedeceğini vaat eder ve şöyle buyurur:
Nur Suresi 24/5.ayeti kerimede

اِلَّا الَّذ۪ينَ تَابُوا مِنْ بَعْدِ ذٰلِكَ وَاَصْلَحُواۚ فَاِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ

İllâ-lleżîne tâbû min ba’di żâlike veaslehû fe-inna(A)llâhe ġafûrun rahîm(un)
Meâli şerifi: Ancak bundan sonra tevbe edip ıslah olanlar müstesnadır. Allah çok bağışlayıcı ve merhametlidir.

   (bundan)ذٰلِكَ (sonra)مِنْ بَعْدِ (Tevbe edenler)تَابُوا(kimseler)اِلَّا الَّذ۪ينَ 
(çünkü Allah) فَاِنَّ اللّٰهَ (ve uslananlar) وَاَصْلَحُواۚ 
(çok bağışlayan çok esirgeyendir)غَفُورٌ رَح۪يمٌ

AYETİN TEFSİRİ SAFVETÜ'T-TEFASiR

اِلَّا الَّذ۪ينَ تَابُوا مِنْ بَعْدِ ذٰلِكَ:Ancak, bu büyük günahı işledikten sonra, yaptığına pişman olup tevbe edenler وَاَصْلَحُواۚ ve amellerini düzeltip bir daha iffetli kadınlara iftira etmeyenler böyle değildir. İbn Abbasوَاَصْلَحُواۚ kelimesini tevbe ettiklerini açıkça gösterenler, diye tefsir etmiştir.
فَاِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ:Şüphesiz Allah, çok bağışlayan ve esirgeyendir. Öyleyse, siz de onları affedin ve şahitliklerini kabul etmek sfıretiyle itibarlarını iade edin. Şüphesiz Allah bağışlayan ve esirgeyendir. 


اِلَّا الَّذ۪ينَ تَابُوا Günah işledi isyan etti hataya yanlışlığa düştü.
مِنْ بَعْدِ ذٰلِكَ günahlardan sonra
وَاَصْلَحُواۚ İbadet ve taâte yönelip birde salihlerden olma çaba ve gayretine yönelirse
فَاِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ Muhakkak ki Allah çok bağışlayan merhameti olandır.


Başka bir ayette onun yoluna sarılanı af edecegini müjdeler
Nisa Suresi 4/146.ayeti kerimede


اِلَّا الَّذ۪ينَ تَابُوا وَاَصْلَحُوا وَاعْتَصَمُوا بِاللّٰهِ وَاَخْلَصُوا د۪ينَهُمْ لِلّٰهِ فَاُو۬لٰٓئِكَ مَعَ الْمُؤْمِن۪ينَۜ وَسَوْفَ يُؤْتِ اللّٰهُ الْمُؤْمِن۪ينَ اَجْرًا عَظ۪يمًا

İllâ-lleżîne tâbû veaslehû va’tesamû bi(A)llâhi veaḣlesû dînehum li(A)llâhi feulâ-ike me’a-lmu/minîn(e)(s) vesevfe yu/ti(A)llâhu-lmu/minîne ecran ‘azîmâ(n)
Meâli şerifi:Ancak tevbe edip hallerini düzeltenler, 
Allah'a sımsıkı sarılıp dinlerini (ibadetlerini) yalnız onun için yapanlar başkadır. 
İşte bunlar (gerçekte) müminlerle beraberdirler ve Allah müminlere yakında büyük mükâfat verecektir.


  (ve uslananlar)  وَاَصْلَحُوا (tevbe edenler)تَابُوا(kimseler)اِلَّا الَّذ۪ينَ
(ve yapanlar)وَاَخْلَصُوا (Allah'a) بِاللّٰهِ (ve yapışanlar)وَاعْتَصَمُوا
 (işte onlar) فَاُو۬لٰٓئِكَ (sırf Allah için)لِلّٰهِ (dinlerini) د۪ينَهُمْ
 (verecektir)يُؤْتِ (yakında)وَسَوْفَ(mü'minlerle)مَعَ الْمُؤْمِن۪ينَۜ
   (büyük)عَظ۪يمًا(bir mükafat)اَجْرًا  (mü'minlere)الْمُؤْمِن۪ينَ


اِلَّا الَّذ۪ينَ تَابُوا Ancak tevbe edenler hariç
وَاَصْلَحُوا Salih olanlar
وَاعْتَصَمُوا بِاللّٰهِ Allah'ın yoluna sarılan
وَاَخْلَصُوا د۪ينَهُمْ لِلّٰهِ Allah için kulluk yapan
فَاُو۬لٰٓئِكَ مَعَ الْمُؤْمِن۪ينَۜ İşte onlar müminlerle beraberdir.
وَسَوْفَ يُؤْتِ اللّٰهُ الْمُؤْمِن۪ينَ اَجْرًا عَظ۪يمًا Allah-ü Teâlâ mahşerde mü'minlere affını ve cennetini verecektir. diye buyuruyor.



Başka bir ayette kamil müminleri şöyle vasfeder

Tevbe Suresi 112.ayet-i kerimede

اَلتَّٓائِبُونَ الْعَابِدُونَ الْحَامِدُونَ السَّٓائِحُونَ الرَّاكِعُونَ السَّاجِدُونَ الْاٰمِرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَالنَّاهُونَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَالْحَافِظُونَ لِحُدُودِ اللّٰهِۜ وَبَشِّرِ الْمُؤْمِن۪ينَ


Ettâ-ibûne-l’âbidûne-lhâmidûne-ssâ-ihûne-rrâki’ûne-ssâcidûne-l-âmirûne bilma’rûfi ve-nnâhûne ‘ani-lmunkeri velhâfizûne lihudûdi(A)llâh(i)(k) vebeşşiri-lmu/minîn(e)


Meâli şerifi:Allah'a tevbe eden, kullukta bulunan, O'nu öven, 
O'nun uğrunda gezen, rüku ve secde eden, uygun olanı buyurup fenalığı yasak eden
ve Allah'ın yasalarını koruyan müminlere de müjdele.

    (hamedenler)الْحَامِدُونَ(ibadet edenler) الْعَابِدُونَ(Tevbe edenler)اَلتَّٓائِبُونَ
    (secde edenler)السَّاجِدُونَ(rüku edenler)  الرَّاكِعُونَ(seyahat edenler)السَّٓائِحُونَ
 (ve men'edenler) وَالنَّاهُونَ (iyiliği) بِالْمَعْرُوفِ (emredip) الْاٰمِرُونَ 
(ve koruyanlar)وَالْحَافِظُونَ  (kötülükten) عَنِ الْمُنْكَرِ
  (ve mü'minleri müjdele)وَبَشِّرِ الْمُؤْمِن۪ينَ(Allah'ın sınırlarını) لِحُدُودِ اللّٰهِۜ 

AYETİN TEFSİRİ SAFVETÜ'T-TEFASiR

اَلتَّٓائِبُونَ الْعَابِدُونَ الْحَامِدُونَ:Bu, müstakil bir cümledir, yukarı ile ilgisi yoktur. 
 Zeccâc şöyle der: Bu, haberi mahzûf bir mübtedadır. Yani, tevbe eden abidler, cihat etmeseler bile Cennetliktir. Nitekim âyet-i kerîmede, "وَكُلًّا وَعَدَ اللّٰهُ الْحُسْنٰىۜAllah hepsine de en güzel olanı vaadetmiştir.[Hadid sfiresi, 57 /10] buyurulmuştur. Yani, masiyetlerden tevbe edenler, ihlasla ibadet edenler, bolluk ve darlık hallerinde Allah'a hamd edenler, السَّٓائِحُونَyeryüzünde cihat veya ilim öğrenmek için dolaşanlar -bu kelime ibret ve öğüt almak için şehir ve ıssız yerlerde gezmek manasına gelen seyahat kökündendir.
[Bazıları سائحون Kelimesini oruç tutanlar diye tefsir etmiştir. Ata şöyle der, onlar gazilerdir. 
İbn Zeyd de onlar Muhacirlerdir, der. Bizim tefsirimiz Fahr-iRazl'nin tercih ettiği görüştür. Ayet-i kerimenin tefsirine uygun olan da budur. فَس۪يحُوا فِي الْاَرْضِ Yeryüzünde dolaşın, Tevbe, 9/2 ayeti buna delildir. Allah daha iyi bilir.
الرَّاكِعُونَ السَّاجِدُونَnamaz kılanlar,
الْاٰمِرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَالنَّاهُونَ عَنِ الْمُنْكَرِAllah' a çağıranlar, yani insanları hidayete ve doğru yola çağıran, onları fesattan ve kötülükten nehyedenler,
وَالْحَافِظُونَ لِحُدُودِ اللّٰهِۜ Allah'ın emirlerini yapmaya devam edenler, O'nun helal ve haram kıldığı şeyleri yerine getirenler, Taberi şöyle der: Yani Allah'ın farz kıldığı şeyleri eda edenler, onun emrini ve nehyini yerine getirenler [Taberi, 11 /39] İşte bütün bunlar Cennetliktir.
وَبَشِّرِ الْمُؤْمِن۪ينَMü'minlere naim Cennetlerini müjdele, burada müjdelenen nimetin hazfedilmiş olması, onun sınırlandırılamayacağına, bilakis mü'minler için gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve hiçbir beşerin aklına gelmeyen nimetleri olduğuna bir işarettir.


اَلتَّٓائِبُونَ Kâmil mü'min tevbe edendir

الْعَابِدُونَ Allah'a ibadet edenler,

الْحَامِدُونَ Allah'a hamd edenler

السَّٓائِحُونَ Emri bil ma'ruf için yeryüzünde dolaşanlar

الرَّاكِعُونَ Rüku edenler

السَّاجِدُونَ Secde edenler

الْاٰمِرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَالنَّاهُونَ عَنِ الْمُنْكَرِ İyiliği emredip kötülükten sakındıranlar.

وَالْحَافِظُونَ لِحُدُودِ اللّٰهِۜ Allah'ın hududunu şeriatını muhafaza edenler.

وَبَشِّرِ الْمُؤْمِن۪ينَ Mü'minleri müjdele buyuruyor Allâh-u Teâlâ..


Tevbede acele etmek lazım bakın Rabbimiz bir ayette ne buyuruyor.

Nisa Suresi 4/18.ayet-i kerimede

وَلَيْسَتِ التَّوْبَةُ لِلَّذ۪ينَ يَعْمَلُونَ السَّيِّـَٔاتِۚ حَتّٰٓى اِذَا حَضَرَ اَحَدَهُمُ الْمَوْتُ قَالَ اِنّ۪ي تُبْتُ الْـٰٔنَ وَلَا الَّذ۪ينَ يَمُوتُونَ وَهُمْ كُفَّارٌۜ اُو۬لٰٓئِكَ اَعْتَدْنَا لَهُمْ عَذَابًا اَل۪يمًا

Veleyseti-ttevbetu lilleżîne ya’melûne-sseyyi-âti hattâ iżâ hadara ehadehumu-lmevtu kâle innî tubtu-l-âne velâ-lleżîne yemûtûne vehum kuffâr(un)(c) ulâ-ike a’tednâ lehum ‘ażâben elîmâ(n)

Meâli şerif :Kötülükleri işleyip dururken, ölüm kendisine geldiği zaman; "şimdi tevbe ettim" diyenler ile kafir olarak ölenlerin tevbesi makbul değildir. İşte onlara elem verici azab hazırlamışızdır.
  

 (yapanların)يَعْمَلُونَ(kimselerin)لِلَّذ۪ينَ (tevbesi)التَّوْبَةُ (geçerli değildir)وَلَيْسَتِ 
   (gelip çattığı)حَضَرَ(zaman)اِذَا  (nihayet)حَتّٰٓى(kötülükler)  السَّيِّـَٔاتِۚ
 (muhakkak ben) اِنّ۪ي (der) قَالَ (ölüm)الْمَوْتُ (kendilerine)اَحَدَهُمُ
   (ve kimselerin değildir)وَلَا الَّذ۪ينَ(şimdi) الْـٰٔنَ (tevbe ettim)تُبْتُ 
  (işte onlar)اُو۬لٰٓئِكَ(kafir) كُفَّارٌۜ (olarak)وَهُمْ (ölenlere)يَمُوتُونَ
    (acı)اَل۪يمًا (bir azap)عَذَابًا(onlar için)  لَهُمْ(hazırlamışızdır)اَعْتَدْنَا 


وَلَيْسَتِ التَّوْبَةُ لِلَّذ۪ينَ يَعْمَلُونَ السَّيِّـَٔاتِۚ Yoksa (makbul) tövbe, kötülükleri (günahları) yapıp yapıp da,

حَتّٰٓى اِذَا حَضَرَ اَحَدَهُمُ الْمَوْتُ kendisine ölüm geldiği zaman,

قَالَ اِنّ۪ي تُبْتُ الْـٰٔنَ Ben şimdi tevbe ettim der.

وَلَا الَّذ۪ينَ يَمُوتُونَ وَهُمْ كُفَّارٌۜ 
Kafir olarak ölenlerin tevbesi makbul değildir.

اُو۬لٰٓئِكَ اَعْتَدْنَا لَهُمْ عَذَابًا اَل۪يمًا Onlar için elem verici bir azap hazırladık buyuruyor Allâh-u Teâlâ



Başka bir ayette imtihanda oldugumuzu ve tevbe etmedigimizi belirtir.

Tevbe Suresi 9/126.ayet-i kerimede
اَوَلَا يَرَوْنَ اَنَّهُمْ يُفْتَنُونَ ف۪ي كُلِّ عَامٍ مَرَّةً اَوْ مَرَّتَيْنِ ثُمَّ لَا يَتُوبُونَ وَلَا هُمْ يَذَّكَّرُونَ

Eve lâ yeravne ennehum yuftenûne fî kulli ‘âmin merraten ev merrateyni śümme lâ yetûbûne velâ hum yeżżekkerûn(e)

Meâli şerifi:Görmüyorlar mı ki, onlar her yıl bir veya iki kere belâya çarptırılıp imtihan ediliyorlar.

  (sınandıklarını) يُفْتَنُونَ(kendilerinin) اَنَّهُمْ (görmüyorlar mı?)اَوَلَا يَرَوْنَ 
    (yine de)ثُمَّ(iki kez)مَرَّتَيْنِ(veya)اَوْ  (bir kez)مَرَّةً(her yıl)ف۪ي كُلِّ عَامٍ
  (ve öğüt almıyorlar) وَلَا هُمْ يَذَّكَّرُونَ(tevbe etmiyor) لَا يَتُوبُونَ


اَوَلَا يَرَوْنَ اَنَّهُمْ يُفْتَنُونَ ف۪ي كُلِّ عَامٍ مَرَّةً:Onlar her sene bir defa ya da iki defa Allâh-u Teâla onlara tevbe kapısını açıyor. Gel tevbe et!
ثُمَّ لَا يَتُوبُونَ Yine de tevbe etmiyor.
وَلَا هُمْ يَذَّكَّرُونَ Onlar nasihatte almazlar.



Başka bir ayette tövbe eden fazilet ehline şeref verecegini müjdeler.
Hud Suresi 11/3.ayet-i kerime de Allâh-u Teâla şöyle buyuruyor

وَاَنِ اسْتَغْفِرُوا رَبَّكُمْ ثُمَّ تُوبُٓوا اِلَيْهِ يُمَتِّعْكُمْ مَتَاعًا حَسَنًا اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّى وَيُؤْتِ كُلَّ ذ۪ي فَضْلٍ فَضْلَهُۜ وَاِنْ تَوَلَّوْا فَاِنّ۪ٓي اَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ كَب۪يرٍ

Veeni-staġfirû rabbekum śümme tûbû ileyhi yumetti’kum metâ’en hasenen ilâ ecelin musemmen veyu/ti kulle żî fadlin fadleh(u)(s) ve-in tevellev fe-innî eḣâfu ‘aleykum ‘ażâbe yevmin kebîr(in)

Meâli şerifi:Rabbinizden bağışlanma dileyin, sonra da O’na tövbe edin ki sizi belirlenmiş bir süreye (ömrünüzün sonuna) kadar güzel bir şekilde yararlandırsın ve her fazilet sahibine faziletinin karşılığını versin. 
Eğer yüz çevirirseniz, ben sizin adınıza büyük bir günün azabından korkuyorum.

  (sonra)ثُمَّ(Rabbinizden)رَبَّكُمْ(bağışlanma dileyin)وَاَنِ اسْتَغْفِرُوا
   (nimetlerden)مَتَاعًا(sizi yararlandırsın)يُمَتِّعْكُمْ (O'na) اِلَيْهِ (tevbe edin)تُوبُٓوا
    (ve versin)  وَيُؤْتِ(belirli)مُسَمًّى(bir süreye kadar)اِلٰٓى اَجَلٍ  (güzel)حَسَنًا
  (ve eğer) وَاِنْ (kendi ihsanını)فَضْلَهُۜ (ihsan)فَضْلٍ(her sahibine)كُلَّ ذ۪ي
 (korkarım)اَخَافُ(gerçekten ben) فَاِنّ۪ٓي(yüz çevirirseniz) تَوَلَّوْا 
   (büyük bir günün)يَوْمٍ كَب۪يرٍ(azabından)عَذَابَ (sizin hakkınızda)عَلَيْكُمْ 



وَاَنِ اسْتَغْفِرُوا رَبَّكُمْ ثُمَّ تُوبُٓوا اِلَيْهِ:Rabbinize istiğfar edin sonra da O'na tevbe edin. İstiğfar; bağışlanmayı talep etmektir. Tevbe ise günahlardan dönmektir. Tevbe istiğfar ederseniz

يُمَتِّعْكُمْ مَتَاعًا حَسَنًا اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّى:Size ecel gelinceye kadar güzel bir yaşantı veririm. Buyuruyor Allâh-u Teâla..

وَيُؤْتِ كُلَّ ذ۪ي فَضْلٍ فَضْلَهُۜ Her fazilet ehline faziletini veririm,

وَاِنْ تَوَلَّوْا فَاِنّ۪ٓي اَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ كَب۪يرٍ Eğer yüz çevirirseniz size büyük bir günün azabının gelmesinden korkarım. 

 ÂYETİN KURTUBÎ TEFSÎRİ

"Bir de Rabbinizden mağfiret dileyin. Sonra, O'na tevbe edin ki belli bir süreye kadar sizi güzel bir şekilde faydalandırsın ve her fazilet sahibine kendi lûtfunu versin. Eğer yüzçevirirseniz, muhakkak ben sizin için büyük bir günün azabından korkarım.

"Bir de Rabbinizden mağfiret dileyin" âyeti bir öncekine atfedilmiştir.

"Sonra O'na tevbe edin" yani itaat ve ibadet ile O'na dönün. el-Ferrâ' der ki: Burada; "Sonra" edatı "vav, ve" anlamındadır. Yani: "Ve O'na tevbe edin" demektir. Çünkü Allah'tan mağfiret dilemek tevbenin bizatihi kendisidir, tevbe mağfiret dilemekle aynı şeydir. Şöyle de açıklanmıştır: Geçmiş günahlarınızdan ötürü, O'ndan mağfiret dileyin ve ne zaman olursa olsun yeni yaptığınız günahlardan dolayı da O'na tevbe edin.

Salihlerden birisi şöyle demiştir: Günahtan vazgeçmeksizin mağfiret dilemek, yalancıların tevbesidir. Bu anlamdaki açıklamalar daha önce Âl-i İmrân Sûresi'nde (3/135. âyet,1. aşlıkta) yeteri kadar geçmiş bulunmaktadır. Yine el-Bakara Sûresi'nde yüce Allah'ın:

"Allah'ın âyetlerini alaya almayın" (el-Bakara, 2/231) âyetini açıklarken (4. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır.
Şöyle de açıklanmıştır: Önce mağfiret dilemenin söz konusu edilmesi, asıl maksadın mağfiret (günahların bağışlanması) oluşundan dolayıdır. Tevbe ise mağfirete sebebtir, o bakımdan mağfiret öncelikle istenmesi gereken bir husustur, fakat ona sebeb tevbe olduğundan dolayı, sonra gerçekleşen bir şeydir. Âyetin-, küçük günahlarınızdan ötürü O'ndan mağfiret isteyin, büyük günahlarınızdan da O'na tevbe edin, anlamına gelmesi ihtimali de vardır.
"... ki belli bir süreye kadar sizi güzel bir şekilde faydalandırsın." İşte mağfiret dilemenin ve tevbenin meyvesi budur. Yani geniş rızık, rahat geçim gibi çeşitli faydalarla sizleri yararlandırır, sizden önce helâk ettiği kavimlere yaptığı gibi azâb ile kökten sizi imha etmez. Bir görüşe göre "sizi faydalandırması" size uzun ömür vermesi anlamındadır. Çünkü bu "faydalandırma"nın, yani "imtâ"ın asıl anlamı uzun süre vermek demektir. Nitekim; "Allah seni uzun süreli faydalı kılsın" ifadesi de buradan gelmektedir. Sehl b. Abdullah der ki: Güzel bir şekilde faydalanmak, mahlukatı terkedip Hakk'a yönelmek demektir. Bunun mevcuda kanî olup yetinmek ve ele geçirilmeyene de üzülmeyi terketmek anlamında olduğu da söylenmiştir.

"Belli bir süreye kadar" ifadesi ölüm, kıyâmet ve cennete girmek ile de açıklanmıştır. Bu görüşe göre güzel bir şekilde faydalanmak, kabir ve buna benzer kıyâmetin dehşetli ve sıkıntılı halleri arasında yer alan, hoşa gitmeyen ve kendisinden korkulan herbir husustan korunmak demektir. Birinci görüş ise daha kuvvetlidir, çünkü yüce Allah yine bu sûrede şöyle buyurmaktadır:

"Ey kavmim! Rabbinizden mağfiret dileyin. Sonra, O'na tevbe edin ki üzerinize gökten bol bol yağmur göndersin, gücünüze güç katsın." (Hûd,11/52) Bu ise ölüm ile sona eren bir durumdur. İşte burada sözü edilen "belli bir süre" de budur. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

Mukâtil der ki: Ancak kavmi bu emre uymayı kabul etmedi. Bundan dolayı da Hz. Hud (as) onlara beddua etti. O bakımdan yedi yıl kıtlık belasına duçar oldular ve sonunda yakılmış kemikleri, pislikleri, leşleri, köpekleri yemek zorunda kaldılar.

"...ve her fazilet sahibine kendi lutfunu versin." Yani salih amellerden herbir amel işleyen herkese amelinin karşılığını versin. Şöyle de açıklanmıştır: İyilikleri, kötülüklerden daha üstün gelen herkese "lutfunu" yani cenneti versin demektir, çünkü cennet Allah'ın lutfudur. Buna göre yüce Allah'ın:

"Kendi lutfunu" âyetindeki zamir yüce Allah'a raci'dir Mücahid de der ki: Buradaki Allah'ın lutfundan kasıt, insanın Allah'tan ecrini bekleyerek, diliyle söylediği sözü, el yahut ayağıyla işlediği bir ameli yahut ta malından nafile olarak tasadduk ettiği şeydir. İşte bunlar Allah'ın lutfudur ve Allah, îman eden kimseye bunu(n karşılığını) verir (mükâfatlandırır.) Ancak kişi kâfir ise onun bu yaptıklarını kabul etmez.
"Eğer yüzçevirirseniz muhakkak ben sizin için büyük bir günün azabından korkarım." Büyük günden kasıt kıyâmet günüdür, Bu gündeki dehşetler dolayısıyla bugün büyük bir gündür. Büyük günün Bedir günü ve benzeri diğer günler olduğu da söylenmiştir.
"Yüz çevirirseniz" fiilinin mazi (di'li geçmiş) bir fiil olması da mümkündür. O takdirde; eğer onlar yüz çevirirlerse sen de onlara, ben sizin için büyük bir günün azabından korkarım de, demek olur.


Teala tövbe edilirse bolluk, bereket, affını ve rahmetini vereceğini vadediyor. 
Nuh suresi 71/10.ayet-i kerimede şöyle buyuruyor:


فَقُلْتُ اسْتَغْفِرُوا رَبَّكُمْ اِنَّهُ كَانَ غَفَّارًاۙ

Fekultu-staġfirû rabbekum innehu kâne ġaffârâ(n)
Meâli şerifi: Dedim ki Rabbinizden istiğfar edin bağışlanmayı talep edin O bağışlayandır. 

  (Rabbinizden)رَبَّكُمْ (mağfiret dileyin)اسْتَغْفِرُوا  (dedim ki)فَقُلْتُ
(çok bağışlayandır.)كَانَ غَفَّارًاۙ(Çünkü O) اِنَّهُ 

Nuh Suresi 71/11.ayet-i kerimede
يُرْسِلِ السَّمَٓاءَ عَلَيْكُمْ مِدْرَارًاۙ
Yursili-ssemâe ‘aleykum midrârâ(n)
Meâli şerifi:Gökten üzerinize yağmur göndersin

   (bol yağmur)مِدْرَارًاۙ (üzerinize)عَلَيْكُمْ(gökten)السَّمَٓاءَ  (göndersin) يُرْسِلِ


Kul hakkı yemekten, ticaretinize hile katmaktan tevbe edin ki Allâh-u Teâlâ yağmurunu bereketini göndersin. Zekat, öşür verilmediğinde, faiz yendiğinde ve zina çoğaldığında yağmur yağmaz. Allah rahmetini çeker


Nuh Suresi 71/12.ayet-i kerimede

وَيُمْدِدْكُمْ بِاَمْوَالٍ وَبَن۪ينَ وَيَجْعَلْ لَكُمْ جَنَّاتٍ وَيَجْعَلْ لَكُمْ اَنْهَارًاۜ

Ve yumdidkum bi-emvâlin ve benîne ve yec’al lekum cennâtin ve yec’al lekum enhârâ(n)
Meâli şerifi:Mallarınızı ve oğullarınızı çoğaltsın, size bahçeler ihsan etsin, sizin için ırmaklar akıtsın.

   (ve oğullarla)وَبَن۪ينَ (mallarla)بِاَمْوَالٍ(ve size yardım etsin)وَيُمْدِدْكُمْ
   (ve versin)وَيَجْعَلْ (bahçeler)جَنَّاتٍ(size) لَكُمْ(ve versin)وَيَجْعَلْ
 (size ırmaklar) لَكُمْ اَنْهَارًاۜ
وَيُمْدِدْكُمْ بِاَمْوَالٍ وَبَن۪ينَ Mallarınız, ticaretiniz ve evlatlarınız çoğalır.

وَيَجْعَلْ لَكُمْ جَنَّاتٍ Bağlarınız bahçeleriniz bereketlenir.

وَيَجْعَلْ لَكُمْ اَنْهَارًاۜ Barajlarınızı yağmurla doldururum buyuruyor.


ÂYETLERİN KURTUBÎ TEFSÎRİ

Nuh surei 10.ayet

"Arkasından: Rabbinizden mağfiret dileyin. Çünkü O, çok mağfiret edicidir, dedim.

Bu âyetlere dair açıklamalarımızı üç başlık halinde sunacağiz:

1- Allah'tan Mağfiret Dilemek:

"Arkasından; Rabbinizden mağfiret dileyin." Yani imanınızı halis kılmak suretiyle geçmiş günahlarınız için O'ndan bağışlanma dileyin.

"Çünkü O, çok mağfiret edicidir" ifadesi, tevbe etmeleri için onlara bir teşviktir.

Huzeyfe b. el-Yeman'ın rivâyetine göre Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Mağfiret dilemek günahların silicisidir." Deylemi, Firdevs, I, 124; Miinâvi, Feyzu'l-Kadîr, III, 177.

el-Fudayl dedi ki: Kul: Allah'tan mağfiret dilerim, der. Bu, benim günahımı affet, onu görme, diye açıklanır.

Nuh Suresi 11.ayet

"Böylece O, üzerinize semâyı (yağmuru) bol bol salıverir.

Nuh Suresi 12.ayet

"Mallarla, oğullarla size yardım eder, size bağlar, bahçeler verir ve sizin için nehirler akıtır."

2- Mağfiret Dilemenin Bazı Mükâfatları:

"Böylece O, üzerinize semayı (yağmuru) bol bol salıverir" âyeti, sema suyunu salıverir demektir, O halde bunda hazfedilmiş (su anlamındaki) bir lâfız vardır.

"Sema"nın yağmur anlamında olduğu da söylenmiştir. Yani üzerinize yağmuru gönderir, demektir. Şair de şöyle demektedir:

"Sema (gökten yağan yağmur) bir kavmin toprağına düştü mü

Orada biz davarlarımızı otlatırız, isterse onlar kızsınlar."

"Bol bol yağmuru pek çok demektir.

" Salıverir" lâfzı emrin cevabı olarak cezm ile gelmiştir.

Mukâtil dedi ki: Onlar uzun bir süre Nûh'u yalanlamaları dolayısıyla kırk yıl süreyle Allah onlara yağmur yağdırmadı ve kadınlarını kısırlaştırdı. Davarları ve ekinleri telef oldu. Nûh (aleyhisselâm)'a gittiler ve ondan yardım ve imdad istediler. O da kendilerine:

"Rabbinizden mağfiret dileyin, çünkü O çok mağfiret edicidir" dedi. Yani O, kendisine dönenlere hep böyle davranır. Daha sonra onları îmana teşvik etmek üzere:

"Böylece O üzerinize semayı (yağmuru) bol bol salıverir. Mallarla, oğullarla size yardım eder. Size bağlar, bahçeler verir ve sizin İçin nehirler akıtır" dedi.

Katade dedi ki: Allah'ın Peygamberi onların dünyaya karşı tutkun kimseler olduklarını bildiğinden ötürü onlara: "Haydi, Allah'a itaate koşunuz. Çünkü Allah'a itaat ile hem dünya, hem de âhiret elde edilir" demişti.

3- Mağfiret Dilemek Dünyada Rızkın Bollaşmasına Sebeptir:

Gerek bu âyet-i kerimede, gerekse Hûd Sûresi'ndeki âyette (11/52. âyet-i kerimede) mağfiret dilemenin rızkın ve yağmurun indirilmesine sebep olacağına delil vardır.

en-Nehaî dedi ki: Ömer yağmur duasına çıktı. Geri dönünceye kadar mağfiret dilemekten başka bir şey yapmadı. Onlara yağmur yağdırılınca, yanında bulunanlar: Biz senin yağmur için dua ettiğini görmedik, dediler. O da: Ben kendisi sebebiyle yağmurun yağdırılması istenen semanın yağmur yağdırma sebeblerinin tümünü zikrederek yağmur talebinde bulundum dedikten sonra: "Habisinizden mağfiret dileyin. Çünkü O, çok mağfiret edicidir. Böylece O üzerinize semayı (yağmuru) bol bol salıverir" âyetlerini okudu.

el-Evzaî dedi ki: İnsanlar yağmur duası için gıktılar. Bilâl b. Sa'd ayağa kalkarak, Allah'a hamd u senada bulunduktan sonra dedi ki: Allah'ım, biz Senin:

"İyilik edenlerin aleyhine bir yol yoktur" (et-Tevbe, 9/91) diye buyurduğunu duyduk. Bununla birlikçe biz kötülük yaptığımızı ikrar ediyoruz. Acaba bizim gibilere mağfiret buyurur musun? Allah'ım, bizim günahlarımızı mağfiret buyur, bize merhamet eyle, bize yağmur yağdır, deyip ellerini kaldırdı, beraberinde bulunanlar da ellerini kaldırdılar. Ve onlara yağmur yağdırıldı.

İbn Subayh dedi ki: Bir kişi el-Hasen'e kuraklıktan şikayet etti. Ona: Allah'tan mağfiret dile, dedi. Bir diğeri ona fakirlikten şikayet etti, ona da: Allah'tan mağfiret dile, dedi. Bir başka kist ona: Allah'a dua et de bana bir oğul ihsan etsin dedi, ona da: Allah'tan mağfiret dile, dedi. Bir başkası bahçesindeki kuraklıktan ona şikayet etti, ona da: Allah'tan mağfiret dile, dedi. Biz böyle demesinin sebebini ona sorduk, o da: Ben kendiliğimden bir şey söylemedim, çünkü yüce Allah Nûh Sûresi'nde:

"Rabbinizden mağfiret dileyin. Çünkü O, çok mağfiret edicidir. Böylece O, üzerinize semayı (yağmuru) bol bol salıverir. Mallarla, oğullarla size yardım eder. Size bağlar, bahçeler verir ve sizin için nehirler akıtır" diye buyurmaktadır.

İstiğfarın nasıl yapılacağına dair açıklamalar ve bunun ihlâs ve günahlardan vazgeçmek esası üzere yapılacağına dair açıklamalar, daha önceden Âl-i İmrân Sûresi'nde (3/17. âyetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır. Esasen bu, mağfiret duasının kabul edilmesinin esasını teşkil eder.
Tevbe cennete girmeye vesiledir bir ayeti kerimede rabbimiz şöyle buyuruyor.
Meryem Suresi 19/60. ayet-i kerimede
اِلَّا مَنْ تَابَ وَاٰمَنَ وَعَمِلَ صَالِحًا فَاُو۬لٰٓئِكَ يَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ وَلَا يُظْلَمُونَ شَيْـًٔاۙ

İllâ men tâbe veâmene ve’amile sâlihan feulâ-ike yedḣulûne-lcennete velâ yuzlemûne şey-â(n)
Meâli şerifi:Fakat tevbe edip iman eden ve salih amel işleyen bunun dışındadır. Bunlar cennete girecekler ve hiçbir haksızlığa uğratılmayacaklardır.

 (ve iman edenler)وَاٰمَنَ(tevbe edenler)تَابَ (kimseler)مَنْ (ancak) اِلَّا
   (girecekler) يَدْخُلُونَ(işte onlar) فَاُو۬لٰٓئِكَ  (iyi işler)صَالِحًا(ve yapanlar)وَعَمِلَ 
(ve haksızlığa uğratılmayacaklardır)وَلَا يُظْلَمُونَ (cennete)الْجَنَّةَ 
 (hiç)شَيْـًٔاۙ


اِلَّا مَنْ تَابَ Ancak tevbe edenler
وَاٰمَنَ وَعَمِلَ صَالِحًا Ve iman edip salih amel işlerse
فَاُو۬لٰٓئِكَ يَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ وَلَا يُظْلَمُونَ شَيْـًٔاۙ 
İşte onlar tevbelerinin karşılığı cennete girerler ve onlara zulüm edilmez. 


Nasıl cennetlere girerler?

Meryem Suresi 19/61.ayet-i kerimede

جَنَّاتِ عَدْنٍۨ الَّت۪ي وَعَدَ الرَّحْمٰنُ عِبَادَهُ بِالْغَيْبِۜ اِنَّهُ كَانَ وَعْدُهُ مَأْتِيًّا

Cennâti ‘adnin(i)lletî ve’ade-rrahmânu ‘ibâdehu bil-ġayb(i)(c) innehu kâne va’duhu me/tiyyâ(n)
Meâli şerifi:Adn cennetleri (onlarındır) ki, Rahman (olan Allah onu) Kendi kullarına gıyabi olarak (görmedikleri halde inandıkları için) va’ad etmiştir. Şüphesiz O’nun va’adi yerine gelecektir.

  (Rahmanın)الرَّحْمٰنُ (va'dettiği)وَعَدَ(Adn)عَدْنٍۨ الَّت۪ي(cennetlerine gireceklerdir) جَنَّاتِ
  (va'di)كَانَ وَعْدُهُ(şüphesiz O'nun)اِنَّهُ (gıyaben) بِالْغَيْبِۜ(kullarına)عِبَادَهُ
  (yerine gelecektir)مَأْتِيًّا


Meryem Suresi 19/62.ayeti kerimede Allâh-u Teâlâ şöyle buyuruyor.

لَا يَسْمَعُونَ ف۪يهَا لَغْوًا اِلَّا سَلَامًاۜ وَلَهُمْ رِزْقُهُمْ ف۪يهَا بُكْرَةً وَعَشِيًّا
Lâ yesme’ûne fîhâ laġven illâ selâmâ(en)(s) velehum rizkuhum fîhâ bukraten ve’aşiyyâ(n)
Sabah akşam onlara leziz yiyecekler ikram edeceklerdir.

(yalnızca)اِلَّا  (boş söz)  لَغْوًا(orada)ف۪يهَا (işitmezler)لَا يَسْمَعُونَ 
  (orada)ف۪يهَا (rızıkları da) رِزْقُهُمْ(ve hazırdır)وَلَهُمْ  (selam)سَلَامًاۜ
  (ve akşam)وَعَشِيًّا  (sabah)بُكْرَةً



Meryem suresi 19/63.ayeti kerimede Allâh-u Teâlâ şöyle buyuruyor.

تِلْكَ الْجَنَّةُ الَّت۪ي نُورِثُ مِنْ عِبَادِنَا مَنْ كَانَ تَقِيًّا

Tilke-lcennetu-lletî nûriśu min ‘ibâdinâ men kâne tekiyyâ(n)
Meâli şerifi:İşte o cennet ki; Biz, kullarımızdan takva sahibi olanları (ona) varisçi kılacağız.

  (vereceğiz)نُورِثُ (cennet)الْجَنَّةُ الَّت۪ي  (İşte budur)تِلْكَ
   (korunanlara)مَنْ كَانَ تَقِيًّا (kullarımızdan)مِنْ عِبَادِنَا

AYETLERİN TEFSİRİ SAFVETÜ'T-TEFASİR (Meryem Sûresi 60-61-62-63)

60.اِلَّا مَنْ تَابَ وَاٰمَنَ وَعَمِلَ صَالِحًا:Ancak tevbe eden, iman eden ve iyi iş yapanlar hariç
فَاُو۬لٰٓئِكَ يَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ وَلَا يُظْلَمُونَ شَيْـًٔاۙ:İşte bunlar, Cennette mutlu kılınacaklardır. Amellerinin karşılığından hiçbir şey eksiltilmeyecektir.
61.جَنَّاتِ عَدْنٍۨ الَّت۪ي وَعَدَ الرَّحْمٰنُ عِبَادَهُ بِالْغَيْبِۜ:O Cennet, Rablerinin kendilerine vadettiği Adn Cennetleridir. Onlar, o Cennetleri görmeden önce, sadece Yüce Allah'ın vaadini tasdik ederek onlara gaybdan inanmışlardır.اِنَّهُ كَانَ وَعْدُهُ مَأْتِيًّا:Yüce Allah'ın Cennet vaadi, mutlaka gerçekleşecek ve meydana gelecektir. O, sözünden dönmez.
62-لَا يَسْمَعُونَ ف۪يهَا لَغْوًا اِلَّا سَلَامًاۜ:Onlar Cennette, lüzumsuz hiçbir söz işitmezler ancak, meleklerin hürmet ve saygıyle kendilerine verecekleri selâmı işitirler. Bu âyetteki istisnâ, munkatıdır.[Yani, selam, lüzumsuz sözlerden değildir (müterc'mler)]
وَلَهُمْ رِزْقُهُمْ ف۪يهَا بُكْرَةً وَعَشِيًّا:Cennette onlar yorulmadan, zahmet ve meşakkat çekmeden, kesintisiz olarak elde ederler.


HADİSİ ŞERİFLERDE TEVBE
İbni Yesâr el-Müzenî radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Ey insanlar! Allah'a tövbe edip ondan af dileyiniz. Zira ben ona günde yüz defa tövbe ederim.”

[Müslim, Zikir 42. Ayrıca Ebû Dâvûd, Vitir 26; İbni Mâce, Edeb 57]

Diğer bir rivayette ise:

عن أبي هريرة -رضي الله عنه- قال: سمعت رسول الله -صلى الله عليه وسلم- يقول:
«وَاللهِ إني لأَسْتَغْفِرُ اللهَ وأَتُوبُ إليهِ في اليومِ أَكْثَرَ من سَبْعِينَ مَرَّةً».
[صحيح] - [رواه البخاري.]
المزيــد ...
Ebu Hureyre –radıyallahu anh-’tan merfû olarak rivayet edilen bir hadis-i şerife göre Peygamberimiz –sallallahu aleyhi ve sellem-
«Vallahi ben Allah'a günde yetmiş defadan çok istiğfar ediyorum.» buyurarak bize örnek oluyor.
Allah'a şirk ve kul hakkı hariç Allah'ın rahmetinden ümit kesilmez.

Başka bir hadisi şerifte
« كان فِيمنْ كَانَ قَبْلكُمْ رَجُلٌ قتل تِسْعةً وتِسْعين نفْساً ، فسأَل عن أَعلَم أَهْلِ الأَرْضِ فدُلَّ على راهِبٍ ، فَأَتَاهُ فقال : إِنَّهُ قَتَل تِسعةً وتسعِينَ نَفْساً ، فَهلْ لَهُ مِنْ توْبَةٍ ؟ فقال : لا فقتلَهُ فكمَّلَ بِهِ مِائةً ثمَّ سألَ عن أعلم أهلِ الأرضِ ، فدُلَّ على رجلٍ عالمٍ فقال: إنهَ قَتل مائةَ نفسٍ فهلْ لَهُ مِنْ تَوْبةٍ ؟ فقالَ: نَعَمْ ومنْ يحُولُ بيْنَهُ وبيْنَ التوْبة ؟ انْطَلِقْ إِلَى أَرْضِ كذا وكذا ، فإِنَّ بها أُنَاساً يعْبُدُونَ الله تعالى فاعْبُدِ الله مَعْهُمْ ، ولا تَرْجعْ إِلى أَرْضِكَ فإِنَّهَا أَرْضُ سُوءٍ ، فانطَلَق حتَّى إِذا نَصَف الطَّريقُ أَتَاهُ الْموْتُ فاختَصمتْ فيهِ مَلائكَةُ الرَّحْمَةِ وملاكةُ الْعَذابِ . فقالتْ ملائكةُ الرَّحْمَةَ : جاءَ تائِباً مُقْبلا بِقلْبِهِ إِلى اللَّهِ تعالى ، وقالَتْ ملائكَةُ الْعذابِ : إِنَّهُ لمْ يَعْمَلْ خيْراً قطُّ ، فأَتَاهُمْ مَلكٌ في صُورَةِ آدمي فجعلوهُ بيْنهُمْ أَي حكماً فقال قيسوا ما بَيْن الأَرْضَين فإِلَى أَيَّتهما كَان أَدْنى فهْو لَهُ، فقاسُوا فوَجَدُوه أَدْنى إِلَى الأَرْضِ التي أَرَادَ فَقبَضْتهُ مَلائكَةُ الرَّحمةِ » متفقٌ عليه.

Ebû Saîd Sa`d İbni Mâlik İbni Sinân el-Hudrî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“كان فِيمنْ كَانَ قَبْلكُمْ رَجُلٌ قتل تِسْعةً وتِسْعين نفْساً:Vaktiyle doksan dokuz kişiyi öldürmüş bir adam vardı.
Bu zât: فسأَل عن أَعلَم أَهْلِ الأَرْضِ: Yeryüzünde en büyük âlimin kim olduğunu sordu.
 فدُلَّ على راهِبٍ:Ona bir râhibi gösterdiler.

فَأَتَاهُ فقال:Bu adam râhibe giderek:
- إِنَّهُ قَتَل تِسعةً وتسعِينَ نَفْساً ، فَهلْ لَهُ مِنْ توْبَةٍ ؟: Doksan dokuz adam öldürdüm. Tövbe etsem kabul olur mu? Diye sordu.
Râhip:
- فقال : لا: Hayır, kabul olmaz, deyince
فقتلَهُ فكمَّلَ بِهِ مِائةً: Onu da öldürdü. Böylece öldürdüğü adamların sayısını yüz’e tamamladı.
 ثمَّ سألَ عن أعلم أهلِ الأرضِ: Sonra yine yeryüzünde en büyük âlimin kim olduğunu soruşturdu.

فدُلَّ على رجلٍ عالمٍ فقال:Ona bir âlimi tavsiye ettiler. Onun yanına giderek:

إنهَ قَتل مائةَ نفسٍ فهلْ لَهُ مِنْ تَوْبةٍ ؟: Yüz kişiyi öldürdüğünü söyledi; tövbesinin kabul olup olmayacağını sordu.
Âlim:
فقالَ: نَعَمْ ومنْ يحُولُ بيْنَهُ وبيْنَ التوْبة ؟: Elbette kabul olur. İnsanla tövbe arasına kim girebilir ki!

انْطَلِقْ إِلَى أَرْضِ كذا وكذا: (Rivayetlerde Basra tarafını tavsiye etmiş)Sen falan yere git.


فإِنَّ بها أُنَاساً يعْبُدُونَ الله تعالى فاعْبُدِ الله مَعْهُمْ: Orada Allah Teâlâ’ya ibadet eden insanlar var. Sen de onlarla birlikte Allah’a ibadet et.


ولا تَرْجعْ إِلى أَرْضِكَ فإِنَّهَا أَرْضُ سُوءٍ:Sakın memleketine dönme. Zira orası fena bir yerdir, dedi.

فانطَلَق حتَّى إِذا نَصَف الطَّريقُ أَتَاهُ الْموْتُ: Adam, denilen yere gitmek üzere yola çıktı. Yarı yola varınca eceli yetti.

فيهِ مَلائكَةُ الرَّحْمَةِ وملاكةُ الْعَذابِ: Rahmet melekleriyle azap melekleri o adamı kimin alıp götüreceği konusunda tartışmaya başladılar.

فقالتْ ملائكةُ الرَّحْمَةَ: Rahmet melekleri:

جاءَ تائِباً مُقْبلا بِقلْبِهِ إِلى اللَّهِ تعالى: O adam tövbe ederek ve kalbiyle Allah’a yönelerek yola düştü, dediler.

وقالَتْ ملائكَةُ الْعذابِ: Azap melekleri ise:

إِنَّهُ لمْ يَعْمَلْ خيْراً قطُّ:  O adam hayatında hiç hayırlı amel işlemedi ki, dediler.

فأَتَاهُمْ مَلكٌ في صُورَةِ آدمي: Bu sırada insan kılığına girmiş bir melek çıkageldi.


فجعلوهُ بيْنهُمْ أَي حكماً: Melekler onu aralarında hakem tayin ettiler.

Hakem olan melek:

فقال قيسوا ما بَيْن الأَرْضَين: Geldiği yerle gittiği yeri ölçün.


فإِلَى أَيَّتهما كَان أَدْنى فهْو لَهُ: Hangisine daha yakınsa, adam o tarafa aittir, dedi.

فقاسُوا:Melekler iki mesâfeyi de ölçtüler.
فوَجَدُوه أَدْنى إِلَى الأَرْضِ: Gitmek istediği yerin daha yakın olduğunu gördüler.
التي أَرَادَ فَقبَضْتهُ مَلائكَةُ الرَّحمةِ: Bunun üzerine onu rahmet melekleri alıp götürdü. [Buhârî, Enbiyâ 54; Müslim, Tevbe 46, 47, 48]


Kuddusi hz. bir ilahisinde ne kadar güzel ifade eder.

Ey rahmeti bol padişah cürmüm ile geldim sana
Ben işledim hadsiz günah cürmüm ile geldim sana
Senin adın Gaffar iken Ayıb örtücü Settar iken
Kime gidem Sen var iken cürmüm ile geldim sana..
İsyanda Kuddûsî şedid, Kullukda bir battal pelid
Der kesmeyüp Sen’den ümid, cürmüm ile geldim sana



Başka bir hadiste zina eden kadının tövbesinin kabul oldugunu efendimiz bize şöyle anlatır.


أَنَّ امْرأَةً مِنْ جُهينةَ أَتَت رَسُولَ الله صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم وَهِيَ حُبْلَى مِنَ الزِّنَا ، فقَالَتْ : يَا رسول الله أَصَبْتُ حَدّاً فأَقِمْهُ عَلَيَّ ، فَدَعَا نَبِيُّ الله صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم وَليَّهَا فَقَالَ : أَحْسِنْ إِليْهَا ، فَإِذَا وَضَعَتْ فَأْتِنِي فَفَعَلَ فَأَمَرَ بِهَا نَبِيُّ اللَّهِ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم ، فَشُدَّتْ عَلَيْهَا ثِيَابُها ، ثُمَّ أَمَرَ بِهَا فرُجِمتْ ، ثُمَّ صلَّى عَلَيْهَا . فَقَالَ لَهُ عُمَرُ : تُصَلِّي عَلَيْهَا يَا رَسُولَ اللَّهِ وَقَدْ زَنَتْ ، قَالَ : لَقَدْ تَابَتْ تَوْبةً لَوْ قُسِمَتْ بَيْن سبْعِينَ مِنْ أَهْلِ المدِينَةِ لوسعتهُمْ وَهَلْ وَجَدْتَ أَفْضَلَ مِنْ أَنْ جَادَتْ بِنفْسهَا للَّهِ عَزَّ وجَل؟،» رواه مسلم .

Ebû Nüceyd İmrân İbni Husayn el-Huzâî radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre Cüheyne kabilesinden zina ederek gebe kalmış bir kadın Peygamber aleyhisselâm’ın huzuruna geldi ve:

– Yâ Resûlallah! Cezayı gerektiren bir suç işledim. Cezamı ver, dedi.

Bunun üzerine Peygamber aleyhisselâm kadının velisini çağırttı. Ona:

– “Bu kadına iyi davran! Doğum yapınca bana getir!” buyurdu.

Adam Resûl-i Ekrem’in buyurduğu gibi yaparak kadını doğumdan sonra getirdi.

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem kadının üzerine elbisesinin iyice bağlanmasını emretti; sıkı sıkıya bağladılar. Sonra Peygamber aleyhisselâm’ın emri üzerine recm edildi (taşlanarak öldürüldü.) Daha sonra Resûl-i Ekrem kadının cenaze namazını kıldı.

Hz. Ömer:
– Yâ Resûlallah! Zina etmiş bir kadının namazını mı kılıyorsun? diye sorunca Hz. Peygamber şunları söyledi:

– “O kadın öyle bir tövbe etti ki, şayet onun tövbesi Medine halkından yetmiş kişiye taksim edilseydi, hepsine yeterdi. Sen Cenâb-ı Hakk’ın rızasını kazanmak için can vermekten daha üstün bir şey biliyor musun?”Müslim, [Hudûd 24. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Hudûd 24; Nesâî, Cenâiz 64]

Başka bir hadisi şerifte mutlak kulun günah işleyecegini ama hemen tövbeye sarılmasını tavsiye eder.
وعن أبي أَيُّوبَ خَالِدِ بنِ زيد، رضي اللَّه عنه قال: سمعتُ رسول اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم يقول: « لَوْلا أَنَّكُمْ تُذنبُونَ ، لخَلَقَ اللَّهُ خَلقاً يُذنِبونَ ، فَيَسْتَغْفِرُونَ ، فَيَغْفِرُ لَهُمْ » رواه مسلم .

Ebû Eyyûb Hâlid İbni Zeyd radıyallahu anh, “Ben Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken dinledim” demiştir:
“Eğer siz hiç günah işlemeseydiniz, Allah, günah işleyen ve günahlarından tövbe ve istiğfar eden bir topluluk yaratır da onları bağışlardı.”
[Müslim, Tevbe 10]

Başka bir hadisi şerifte efendimiz tövbe ederken şu duayı yapmamızı emreder.
وعَنِ ابْنِ عُمر رضِي اللَّه عَنْهُما قَال : كُنَّا نَعُدُّ لِرَسُول اللَّهِ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم في المجلِس الْواحِدِ مائَةَ مرَّةٍ : « ربِّ اغْفِرْ لي ، وتُبْ عليَ إِنَّكَ أَنْتَ التَّوابُ الرَّحِيمُ » رواه أبو داود ، والترمذي ، وقال : حديث صحيح .


[Riyazus Salihin, 1876 Nolu Hadis]

İbni Ömer radıyallahu anhümâ şöyle dedi:

Biz Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in bir yerde yüz defa:


ربِّ اغْفِرْ لي ، وتُبْ عليَ إِنَّكَ أَنْتَ التَّوابُ الرَّحِيمُ



“Rabbiğfir lî ve tüb aleyye inneke ente’t-tevvâbü’r-rahîm: Allahım! Beni bağışla ve tövbemi kabul eyle. Çünkü sen tövbeleri çok kabul eden ve çok merhamet edensin” dediğini sayardık.

[Ebû Dâvûd, Vitir 26; Tirmizî, Daavât 39. Ayrıca bk. İbni Mâce, Edeb 57]

Başka bir hadisi şerifte tövbe ve istigfara sarılmayı emreder

وعنِ ابْنِ عَبَّاسٍ رضِي اللَّه عنْهُما قَال : قالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم : « منْ لَزِم الاسْتِغْفَار ، جعل اللَّه لَهُ مِنْ كُلِّ ضِيقٍ مخْرجاً ، ومنْ كُلِّ هَمٍّ فَرجاً ، وَرَزَقَهُ مِنْ حيْثُ لا يَحْتَسِبُ » رواه أبو داود

[Riyazus Salihin, 1877 Nolu Hadis]

İbni Abbâs radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Bir kimse istiğfârı dilinden düşürmezse, Allah Teâlâ ona her darlıktan bir çıkış, her üzüntüden bir kurtuluş yolu gösterir ve ona beklemediği yerden rızık verir.”

[Ebû Dâvûd, Vitir 26. Ayrıca bk. İbni Mâce, Edeb 57]





Yorum Gönder

2 Yorumlar

  1. Blog yazmak gibisi var mı? Gerçekten dijital günlük... :)
    Beklerim ben de, sevgiler :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet bende blog yazmayı çok seviyorum ziyaretiniz için teşekkür ederim..

      Sil