Son yayınlar

6/recent/ticker-posts

61.meclis, Ey cemaat! Allah yolcularının izine uyunuz. Bütün kastınız, yemek, içmek, giymek olmasın

 



Ey cemaat! Allah yolcularının izine uyunuz. Bütün kastınız, yemek, içmek, giymek olmasın. Dünyalık toplamaya koşmayınız. Onlar, bu gibi bayağı işlere önem vermezler. Onların bütün gayesi Allah'a kul olabilmektir. Onlar âdet olan birçok şeyi bırakır. Hakk'ın kapısını arayınız; bulunca orada otağınızı kurunuz. 

Bu yolda bazı tecrübe yollu belalar gelince kaçmayınız. Hak, sizi onlarla gafletten uyandırmak ister. O'nun, bela, âfet, açlık ve çeşitli hastalıklar göndermesindeki hikmet, sizi Zât’ından ayırmamak ve gaflet çukuruna düşürmemektir. 
Yeryüzünde, Hakk'ın arzusunu bilmeden gafil gezen kimselerden olmayasınız. Onlardan Hak Teâlâ ne ister; bunu hiçbiri bilmez. Hakk’a ibadet yoluna önce giriniz, sonra o yolda ihlâs sahibi olmaya bakınız. Hakk’ın ne buyurduğunu duymadınız mı? 
O hâlde dinleyiniz: 
“İnsanları ve cin tayfasını ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Ez-Zâriyât, 51/56) 

Artık bu gerçek hepinizce malum, o hâlde neden kulluğu terk edersiniz? O’nun yolunda niçin böbürlenirsiniz? Her kim ki Yaratan’ına kulluk etmez; o, hilkat sahibini bilmiyor demektir. Hak ve hakikat üzere olanlar, yaratılışlarındaki hikmetleri bilirler, ibadet için yaratılmış olduklarını anlamışlar. Onlar ölür, sonra dirilirler. Herhâlde onlar kullukta tahakkuk etmişlerdir. 

🌸

Ey evlat! Sonra iç âleme ait işler başlar. İç âlem Hakk’a vasıl olmadıktan sonra açılmaz. O’nun kapısına vasıl olmayınca manevi bir hâl beklemek yersiz temenniden ibaret kalır. Bu yolda tek olanların yani seçilmişlerin ve tevbe yolu ile Hakk’a bağlı olanların yeri O’nun kapısıdır. 

Hakk’ın kapısına varır, iyi edeple orayı beklersen, boynunu eğer O’ndan gelecek emre intizar edersen, O’nun yüce kapısı kalp yüzüne açılır. Ve cezbe işlerini elinde tutan kalbine bir kıvılcım atar. Kalpleri zatına yaklaştıran senin kalbini de yaklaştırır. 

O âlemlerin hoşluğunda uyutmaya güçlü olan sana da tatlı uykular verir. Kalpleri süsleyen O olduğu için kalbini süsler, kalp gözüne sürmeler çeker ve tatlılık ihsan eyler ve ferah emniyetli konuşma duyguları verir. Çünkü bunları vermek O’nun elindedir. 
Ey gafiller, siz neredesiniz. İşaret ettiğim şeye sizin kalbiniz ne kadar uzak duruyor? İşi kolay sanmaktasınız. Yapmacık hareket, zorlama ve nifakla elde edilir kanaatindesiniz. 
Hâlbuki öyle değil. Bu anlatılan hâlin elde edilmesi için kader çekici altında sabra ve doğruluğa ihtiyaç vardır. Kendini bir dene. Hâline bak. Hakk’a muhtaç olmadığını sanan sıhhatli ve O’na isyan eden biri olsan da sonradan tevbe edip hatalara nadim olsan istediğin hemen verilmez. 

Hakk’ı aramak kastı ile sahralara düşsen yine O’nu elde edeceğini sanma. Bu hâllerinde sana tecrübeler gelir. Bela ve afetler her yanını sarar. Bunlara da dayanmak kolay değil. Allah’ın kolay ettiğine kolaydır. Tecrübe edildiğin zaman nefsin içinde bulunduğu dünyalık şeylerin hiçbirini talep etmemelisin. Ancak böyle olursa bir şeyler elde etmen kabil olur. İmtihan günlerinde nefsin hiçbir arzusunu kabul etme ve ona bir şey verme. 

Bu uğurda sabrı elden bırakma. Sabra devam eder, nefsini alıştığı kötü itiyatlardan alırsan, dünya ve âhiretin mülkü senin olur. Nefis sabrını kaybettiği an hepsini kaybeder, çektiği zahmetli işler boşa gider. 

Ey tevbekâr! İbadetlerinde sebat et, ihlâslı ol ve nefsini şuna alıştır: Hâdiseler değişebilir, belalar gelebilir. Ve nefse şunları da öğret ki; Allah, geceyi gündüz ve gündüzü de gece yapar. Evdeki çocuklara, komşulara, dostlara ve irfan sahiplerine nefis hakkında çeşitli vukuat koyar. Dilerse hiçbirine nefsi sevdirmez. Hiç kimseyi yakın etmez. Her şey, ama her şey O'ndan kaçar. İşte, bunları nefse söyle. Olması mukadder olan bu işlere alışsın. 
Ve desin: 
“Evet, bunlar olur, kabul ediyorum.” 

Eyyûb (a.s) Peygamber’in hikâyesini işitmedin mi? Hak Teâlâ, onu, Zât’ına has kılmak ve sevgi yönünden hakikate erdirmek istemişti. Ve dilemişti ki, o peygamber için Zât’ından gayrisi kalmaya... Dinle ki, onu nasıl ehlinden ayırdı, malını yok etti, çocuklarını kaçırdı. Bir mezbele köşesine bıraktı; yanında yalnız hanımı kaldı. Onun için ne mamur şehir vardı ne de başkası. O kadıncağız gündüzleri hizmetçilik eder; kazandığı para ile kocasının gıdasını temin ederdi. O peygamberin eti, derisi ve kuvveti yok olmuştu; yalnız gözü, kulağı ve kalbi sağdı. Hakk'ın acayip kudretini görür, dilden zikreder, kalbi ile de Hakk'a münacat ederdi. 

Hak Teâlâ ona kuvvet ve kudretinin hikmetli yönlerini gösterdi. Melekler ona salât eder, her zaman ziyaretine gelirdi. O, insanlarla ilgisini kesti; Hak'la ünsiyet etti. Sebeplerden, güçten, kuvvetten elini çekti. Hak sevgisinin esiri oldu. O'nun kaderine uydu. O'nun iradesine tâbi oldu. Ezelde yazılan yazıya bağlandı. Hakk'ın ona emri, yalnız: “Sabret” olmuştu. O, bunu yaptı. Sonrası açıktan belli oldu. Öncesi acı idi, sonra tatlı oldu. Çektiği bela içinde bir hoş geçim vardı. 

İbrahim Peygamber’e de aynısı olmuştu; ateş içinde hoş şeyler bulmuştu. Allah yolcuları bela anında sabra sarılırlar. Sizler gibi bağırıp çağırmazlar. Belanın çeşitleri vardır, her zaman değişik, muhtelif şekillerde gelir. Bazen insanın vücuduna gelir, bazen kalbine... Bir kısım bela halkla olur, bir kısmı da Yaratan'la... Gelen bela bir yönden gelmediği gibi tek şekilde de görülmez. Onun gelişinde hikmetler vardır. Sabretmek, dayanmak gerekir. Belayı görüp onun zahmetine katlanmayanda hayır yoktur. Belalar, Hak Teâlâ'nın kapışılması gereken nimetleridir. 

Âbid, zâhid ve takva yolunda olan kimseler için bela dünyada en büyük keramettir; bu zâtların öbür âlemdeki nimetleri cennet olur. İrfan sahipleri için en büyük ganimet, inandıkları gibi kalmaktır. Onlar için dünyada bundan büyük nimet olmaz. Öbür âleme geçince ateşten halâs bulurlar. Orada her arzuları yerine gelir; istediklerini önlerinde bulurlar. Bela güçlüğü onlar için ne önem taşıyabilir ki? Hak tarafından onların kalbine bela anında şöyle denir:
“Sakin ol, bunda ne var ki... Bulunduğun hâlde sabit kal... Sende iman var, her hâlinde iman nuru parlar. İman sahipleri senden nur almaya, imanlarını canlandırmaya koşarlar. Burada hâlin böyle; öbür âleme gidince şefaatçi olursun, sana da zaten şefaat edilmiştir. Sözün tutulur. Halktan çok kişinin nârdan kurtulmasına sebep olursun. Şefaatçilerin efendisi olan peygamberin elinde durursun. Belanın gelmesine üzülüp onunla meşgul olma. Bunlar imanın yerleşmesini sağlar. Marifet hâlini geliştirir. Sonunda da selâmet gelir. Peygamberlerin yolunda yürümüş olursun. Rasûller arkadaşın olur. Doğru kimselerle sohbet sana nasip olur. Onlar halkın gözdeleridir.”

Yukarıdaki kelâm, irfan sahiplerinin kalbine defalarca söylenir. Her tekrar ancak onun çekinmesini, korkusunu edebini çoğaltır. Ve fazlaca şükretmesine sebep olur. Allah yolcuları, Hakk'ın buyurduğu şu yüce âyetleri bilip anlarlar: 
“Allah dilediğini yapar.” (el-Hac, 22/14)

“O yaptığından sorumlu olmaz; hâlbuki cümle kullar, sorumludur.” (el-Enbiyâ, 21/23)

“Âlemlerin Rabbi olan Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz.” (et-Tekvîr, 81/29) 

Ve o Hak yolcuları bilir ki, Allah ancak kendi dilediğini yapar, kulların dilediğini değil... Ve o, her an bir şan alır. Hemen yapar, sonraya bırakır. Yücelere çıkarır ve düşürür. Aziz kılar, zelil eder. İstediğine velayet verir ve dilediğini azleder. O hem öldürür hem de diriltir. Zenginlik ve fakirlik O'nun elinde bulunur. Vermeyi ve almayı O yapar. 

Allah yolcularının kalbi için karar yoktur. Hepsi Yaratan'ın kudretindedir. O dilerse değiştirir tebdil eder. Yakınlık verir ve uzaklara atar. Ayağa kaldırır ve oturtur. İzzet sahibi kılar ve zillete düşürür. Aniden bütün feyzini keser ve birden yine verebilir. Allah yolcularının hâli daima şekil değiştirir. Ama hâl ne olursa olsun onlar ibadet ayağını hakikati takipten geri almazlar; edepli ve başları eğik olurlar. 

Allah'ım Zât’ında iyi edepli olmayı bize nasip eyle. Hele seçme kullarına karşı edebimizi hiç bozma. Sebeplerle ilgilenmek ve onlara dayanmak hâlini bizden uzak kıl. Tevhid hâlimizi senin için sabit eyle. Sana tevekkülümüz tam olsun. Seninle zengin olalım. Her derdimizi sana açma duygusunu bize nasip eyle. Sözümüzle, işimizle bizi belaya atma onlar için bizi sorguya çekme. Bize kereminle muamele et. Hatalarımızdan geç ve müsamaha ile karşıla. Âmin! 

🌸

Hak yolda, halk yoktur. Orada sebebin lafı bile olmaz. Orada malûm olan bir nesne de yoktur. Orada ne kapı ne de bir yön bulunur. Halkın varlığı diye bir mefhumun sözü edilmez. İnsanın dış yapısı dünyadan, kalbi öbür âlemden, sırrı Mevlâ'dan ayrı olmaz. Bunların biri nerede ve ne ise öbürü de onunla ve odur. Sır kalbe, kalp itminan derecesine çıkan nefse ve bu dereceyi bulan nefis ise bütün bünyeye, yâni duygulara hâkimdir. 
Duygular bu yolda sıhhat bulurlarsa bütün halka hâkim olurlar. Anlatılan hâller, bir kulun benliğinde mevcut olursa, ins, cin ve melek onun kudret ayağı altına serilir. Her şey ona kıyama durur. Hâlbuki o, Hak yakınlığını bulmuş olur ve yakınlık eli onu ayakta tutar. 

Ey içi bozuk adam, bulunduğun hâlle bu gibi işleri elde edeceğini sanma. Nifak hâlinde, yapmacık hareketlerinle, anlatılan yüce işleri elde edeceğini sanmayasın. Sen kendine göre bir şeref payı saydığın işi geliştirmeye bakarsın. Halka kendini kabul ettirmeyi bilirsin; onların gelip elini öpmelerini beklersin. Sen nefsini dünya ve âhirette kötülük içine attın. 

Terbiye etmekte olduğun kimseleri de aynı yola atmaktasın. Terbiyesini üzerine aldığın kimsenin sana uymasını emredersin. Hâlbuki sen, deccâl, gösteriş meraklısı ve sanki halkın mülküne tahsildarsın. Bu hâlinle bilmen gerekir ki, hiçbir çağrına icabet olmaz ve doğruların kalbi sana yer vermez. Allah seni ilim yolu ile dalâlete attı. Yakında kasırga diner, bindiğin eşek mi, yoksa at mıdır, görürsün. O toz dindiği zaman Hak erlerini at üstünde bulur ve sen, topal eşek üstüne binmiş, onları arkadan takip ederek, uzaklarda kaldığını anlarsın.

İşte o zaman, iblislerin ve şeytanların kapanına kapıldığını daha iyi bilirsin. Çalışınız, tâ ki, kalbinize O'nun yakınlık kapısı kapanmasın. Akıllı kimselerden olunuz. Şu anda içinde bulunduğunuz hâl, hiçbir işe yarar değil. Aklı başında olan, büyük kimse ile olunuz. Allah'ın hükmünü bilen ve O'nun bilgisine inanmış olan zâtla sohbete devam ediniz. Felahı bulmuş kimseyi görmeyen, felah yolunu bulamaz. 

O kimse ki, âlim ve ilmi ile âmil olan zâtlarla olmaz, o ancak bir kesekten kurumuş çamur parçasından ibarettir. Onun ne önderi ne de bir ana merkezi vardır. O ki, Hak ile sohbet eder, onu bulunuz. Sizden kim olursa olsun, ortalığı gece karanlığı kapladığı zaman, halkın sesi çekildiği ve uyudukları anda kalksın. Abdest alsın ve iki rekât namaz kılsın. 
Ve desin: 
“Allah'ım, kullarından sâlih olan, Zât’ına yakınlık bulan birini bana göster. O, beni sana iletsin ve Zât’ına varan yolu göstersin.” 

Her biriniz anlatılan zamanda kalkmalı ve bu duayı okumalı. Çünkü sebep gerek. Sebepsiz yol, alınmaz. Bununla beraber Allah, kuluna peygambersiz ve öndersiz doğru yolu nasip eder. Akıllı olunuz. Bulunduğunuz hâlin hayrı yoktur. Dalmakta olduğunuz gafletten ayık durunuz. 

Peygamber (s.a.v) Efendimiz şöyle buyurur: 
“Bir kimse kendi görüşü ile yetinirse yoldan sapar.” 

İman çehrene ayna olacak birini ara. Bir aynaya baktığın zaman yüzündeki rengi, başındaki amâmeyi (dinî kisveyi) ve saçlarının akını, karasını gördüğün gibi o imanlı kimsenin de yüzüne baktığında iman hâlini öylece görürsün. İşte o iman sahibini ara. Akıllı ol, bu heves neye? 

“Benim muallime ihtiyacım yok” dersin. 

Hâlbuki Peygamber (s.a.v) Efendimiz herkesin bir öğreticiye mutlaka muhtaç olduğunu anlatmak için şöyle buyurur: 
“Bir imanlı, öbür imanlı için aynadır.” 

Bir iman sahibinin imanı kemal bulursa, cümle halka ayna olur; din çehrelerini onda görürler. İmanlı, bir konuşma yapsa, halk, ona yakın oldukça kötü hâllerini iyiye çevirebilirler. Bu nasıl arzudur ki, her yanınızı sarmış. Her an Allah'tan dilediğiniz, yemek, içmek, giymek ve evlenmek... Allah'tan daim bunların artmasını ister oldunuz. Hele rızık babındaki talepleriniz, hiç de yerinde bir hareket değil. Bir defa bu ne artar ne de eksilir. Yeryüzünde duası kabul olan herkes bu hususta duaya sizinle beraber katılsa, rızkın ne zerresini artırmanız kabil olur ne de aynı miktar azaltmanız! Bu işin sonu gelmiş. O baptaki yazı yazılmış, kâtip istirahata çekilmiş. 

Sizin meşgul olmanızı icap ettiren şimdiki şey emir ve yasaklardır. İşte, onlara koyulun, emri tutun, yasaklardan kaçının Mutlaka gelmesi mukadder olan işlerle neden meşgul olursunuz? 
Hak Teâlâ gelmesi gereken işte kefilinizdir. Kısmetler, belli zamanlarında gelir. Onlarda hem acı hem de tatlı vardır. Sevmediğiniz veya sevdiğiniz şeylerin hepsi, belli anlarda kendiliğinden gelir. Allah yolcuları namazlarını öyle bir hâl içinde kılar ki, orada ne bir talep ne de bir dilek var. Onlar iyiliğin gelmesi için bir talepte bulunmazlar. 
Onların duası bir emir icabıdır. Bu emir kalp cihetinden gelir. O emre uyar, bazen halk için bazen de kendileri için dua ederler. Onlar, yaptıkları bu duada kendilerinden geçmiş bir hâl içindedirler, yaptıkları duadan haberleri olmaz. Allah'ım, bütün hareketlerimizde, sana karşı iyi edep sahibi olmayı bize nasip eyle. Oruç, namaz, zikir ve bütün tâat, Hak yolcusunun varlığına işlenmiştir. Bu hâller, onun etine, kanına karışmıştır. Bu hâli bulduktan sonra Hak onu cümle hâlinde esirger. Hüküm bağı o kulu bir an bile bırakmaz. O, bu hâlinde her şeyin ötesinde yaşar. Sanki o, hükmün gereğini taht yapıp üzerine oturmuş, Hakk’ın kudret denizinde yüzüyor. Evet, o kul, âhiret, lütuf denizi sahiline ve yakınlık iline varıncaya kadar böyle devam eder. Bu yolculuğunda o kul bazen Hakk'a döner, bazen yaratılmışlara... Kullarla uğraşır, yorulur. Yaratan'a dönünce de rahat bulur. 

Yazıklar sana, ey münafık; anlatılan işlerden senin haberin bile yok... Yaptığın işlerin hiçbirinde bu hâlleri bulamıyorum. 
Ey ibadethanelerinde tek duranlar, hâlbuki halkı kalbinize doldurdunuz. Lehinizde ve aleyhinizde söylediğim hiçbir sözü duymaz oldunuz. Dilsiz ve sağırsınız. Kalkınız, bana geliniz. Yapmakta olduğunuz edep dışı hareketler dolayısıyla sizi sorguya çekmem. Allah'ın izni ile ve O'nun verdiği duygu gereğince size şefkat gösteririm; çünkü siz hastasınız. Sert sözlerim sizi korkutmasın ve sohbetimden kaçırmasın; bunlar benden değil, O ne konuşturursa onu konuşurum. 
Esseyyid Abdulkâdîr Geylâni (ks)
Fethu'r-Rabbânî

Yorum Gönder

0 Yorumlar