Son yayınlar

6/recent/ticker-posts

61. Meclis birinci bölüm İNSAN ZİHNİNDE OLUŞAN DÜŞÜNCELER

 


61. Meclis Birinci bölüm

İNSAN ZİHNİNDE OLUŞAN DÜŞÜNCELER 

Bu konuşma medresede yapıldı. 
Konuşma tarihi: Hicrî, 20 Recep 546, Milâdî 1151. 


Tevhid nedir? 
Allah'ı nasıl birlemek gerekir? 
Aziz ve Celil olan Allah kuluyla ne zaman övünür? 
Halkı Allah'a ortak tanımaktan ve şirke düşme tehlikesinden nasıl kurtulunur? 
Allah dostlarına tabi olmak, onlara hizmet etmek ne gibi faydalar sağlar? 

Geylânî Hazretlerine biri, hatıradan sordu. O da: 
“Hatıraların neler olduğunu sana ne anlattı?” diyerek devam etti: 

Sana gelen hatıralar, şeytandan, tabiattan ve boş arzulardan. Hangi şeyin lüzumuna inanırsan ona gayret sarf edersin. Dolayısıyla hatıraların, uğruna gayret sarf ettiğin şeylerden ibaret kalır. Hakk'a dair hatıralar, sivâdan (Hakk’ın gayrından) hâli olan kalbe gelir; işlerini orada görür. 

Nasıl ki, Yusuf Peygamber’in ağzından şöyle buyrulur: 
“Biz malımızı kimde bulursak ancak onu alırız.” (Yûsuf, 12/79)

Bunun gibi o temiz kalp kimde olursa Hakk'a dair hatıra onu sarar. Hakk’ın fikri, zikri sende olursa kalbin Hak yakınlığı ile dolar ve şeytanî arzu, heves kaçar gider. Dünyalık şeyler de sende kalmaz. 
Her şeyin kendine göre hatıraları, düşünceleri var. Dünyanınki ayrıdır. Âhiretin de kendine has düşündürücü şeyleri var. Malın, mülkün, nefsin ve kalbin de hatıraları var. Hak Teâlâ'nın hatırası hepsinden üstündür. 

Ey candan Hakk'a talip olan, bütün hatıraları atıp Hak hatırası ile kalmaya muhtaçsın. Nefsin verdiği kötü düşünceden, boş arzulardan, vehimlerden, şeytan tarafından gelen iğvadan, dünya ve âhiret işlerine ait bazı evhamdan halâs bulursan, meleklere has bir hatıraya kavuşursun. Sonra bu da geçer, Hakk'ın hatırası seni sarar. Bu hâl, son olur ve işin neticesi sayılır. 

Kalbin sıhhat bulunca, gönlüne düşen hatıranın yanına dur ve sor: 
“Sen nesin, kimden geliyorsun?” de. 

Ben şu ve şuyum; Hak’tan geldim, doğru bir hatırayım, diyecek. Daha sonra şöyle diyecek:
"Ben Hak’tan gelen bir öğütçüyüm. Aziz ve Celil olan Hak Teâlâ seni seviyor, ben de O'nu seviyorum. Ben Hak’tan gelen sefirim ve peygamberliğin manevî hâlinden senin için aziz bir duyguyum."

Ey evlat! Kendini ilâhî marifete arz et, çünkü bütün hayrın temeli ondandır. Marifet âlemine geçmek dilersen tâat ehli ol; o sana marifet hâlini verir. 

Bu mevzuu teyit için Peygamber (s.a.v) Efendimiz’in şu hadîs-i şerifini zikredelim: 
“Kul Yaratan'ına tâat kılarsa, Hak Teâlâ ona karşılık marifetini ihsan eder. Kul tâati bıraktığı zaman, Hak Teâlâ o hâli geri almaz, kalpte bırakır. Kıyamet günü oldukça tâatsiz kula şöyle der: Seni marifet hâli ile kullar arasından ayırdım, birçok ihsanda bulundum. Bu hâlleri sen de bildin. Bilginin gereğini niçin yerine getirmedin?” 

🌸

Ey evlat! Nifakınla, (içi başka dışı başka olmak) fasih konuşmanla, dilden gelen güzel sözlerle, yüzün sararması ile olmaz ve bu hâl, yamalı libâsın (giysi) başa çekilmesi, omuzların birleştirilmesi ve bel bükmekle elde edilmez. Bu gibi şeylerle, anlattığımızı alacağını sanıyorsan aldanıyorsun. 
Böyle bir zanla yaptığın işlerin nefisten, şeytandan, halkı Hakk'a ortak koşmandan ve onlardan dünyalık beklemenden, geldiğini bilesin. Nefsini tahkir et. İç âlemine dair olan işleri gizli tut. 

“Rabb’inin nimetini anlat!” deninceye kadar gizlilik hâline devam et. 

İbn-i Şem'un, elinden manevî bir keramet zuhur ettiği zaman: 
“Bu şeytanî bir duygudur.” derdi. 

Tâ ki, ona Hak tarafından: 
“Sen kimsin, baban kim? Hepsi bizim, üzerindeki nimetleri anlat.” deninceye kadar o manevî hâline sahip çıkmaz, gizlemeye çalışırdı. 

Musa (a.s) bazı münacatında Hak Teâlâ'dan talep etti: 
“Yâ Rabbi, bana bir tavsiyede bulun.” 

Buna karşılık şu cevabı aldı: 
“Sana, Beni ve Beni talep etmeyi tavsiye ederim.” 

Musa (a.s) Peygamber talebini dört defa tekrarladı, hepsinde aynı cevabı aldı. Ona ne dünyayı arama emredildi ne de âhiret tavsiye edildi. 

Bunun mânası şuydu: 
“Sana tâatimi tavsiye ederim. Bana isyan etmemeni isterim. Yakınlığımı aramanı arzu ederim. Beni tevhid etmeyi, gereği ile ameli dilerim; bilhassa Zât’ımdan gayri her şeyden uzak durman gerektiğini bildiririm.” 

Bir kalp ki, sıhhat bulur ve irfan sahibi olur, o, Hakk’ın Zât’ından başka her şeyi bırakır. O'nunla ünsiyet eder... İstirahatını ancak Hak'la bulur. Allah'ım, şahit ol, kulların ıslâhı için vaazlarıma aralıksız devam ederim. 

🌸

Bilesiniz ki, içinde bulunduğum hâl, beni gurura kaptıramaz. Ben, o hâli bilmiyorum bile... Az değişik olarak siz, ondan nasıl yaya iseniz, ben de ondan ayrı dururum. Mâna ve sır âlemi cihetiyle hâlim böyle. Hakk'ın tasarrufu beni sararsa, bende bana has ne kalır; hepsi O'nun. Ey mabetlerde ve gizli yerlerde ibadete dalanlar, geliniz, bir harf dahi olsa sözlerimden tadınız. 

Benimle bir gün veya bir hafta arkadaş olursanız yıllarca faydasını bulacağınız şeyi öğreneceğinizden eminim. Sizlere yazık oluyor; çoğunuz heves içinde... Hevesle dolusunuz. 
Bulunduğunuz ibadethanenizde halka kulluk edersiniz. Bu yüce hâller, gizli yerlerde cehaletle kalmakla elde edilemez ki... 
Yazık oluyor sana, bu hâlden kurtulmak için yürü. Bu yürüyüşünde, ilmi, ilim sahiplerini ve ilmi ile âmil olanları ara. O kadar ara ki, aranmadık yer kalmasın. Yorulasın ve oturasın... Dizlerinde takat kalmasın. Yorulduğun o dem otur, sırrınla yürü, sonra kalbinle, mâna âleminle yürü. 

Bu yürüyüşle yine önceki gibi güçten düştüğün dem, Hak yakınlığı seni bulur. Bu yolda kalp adımlarının kuvveti kesildiği, tümden kuvvetin gittiği an, yakınlık bulunmuş demektir. Zaten yakınlığın alâmeti, gücün, kuvvetin gitmesidir. Bu hâlinde, sana gereken teslimdir. Teslim ol; onun önünde seril. Düşünme öteyi. O dilerse yeryüzünde sana bina inşa eder ve dilerse bir harabe yerde oturursun. Dilerse mamur bölgelerde sana yer ayırtır; dünya, âhiret, insan, cin, melek ve bütün ruhlar âlemi de hizmetine koşar. 

Bir kul için Hak yakınlığı doğru olursa ona velayet hâli gelir ve şaha nâib olma hâli nasip olur. Hazinelerde saklı cümle eşya ona gösterilir. Yer, semâ ve onlarda yaşayan cümle halk ona şefaatçi olur. Çünkü o, mülkün sahibidir ve iç âlemi paktır. Sırrı temiz, kalbi nurludur. Çalış. 

Çalış ki, İslâm ve iman yanında emanet durmaya. Emanet iman taşımadığın belli olursa, namazından hâsıl olacak nur artar. Orucun bereketini bulursun ve Hak’tan çekinme duygun arttığı için uyanık olursun, hatalı işlere kolay yakın olmazsın. 

İşte bundandır ki, Allah yolcuları, yüzlerini çevirmeden yırtıcı ve zehirli yaratıklara karıştı, vahşi hayvanlar arasına çekinmeden daldı, yer bitkilerine büründü ve onlara katıldı. Onlar, gün ışığını geceye alâmet saydı. Ay ve yıldızlar, onlara lâmba, gece karanlığı gün oldu. 

Boş lafları bırakınız. Dedikodu ile uğraşmayınız. Malınızı boş yere harcamayınız. Ortada mücbir sebep olmadan konuşmayınız. Yakınlarınız, dostunuz ve tanıştığınız kimselerle fazla oturmayınız. Sebepsiz yere onlarla olmak bir hevesten ibarettir. Lüzum hâsıl olmadan onlarla olmak yalan söyletir ve gıybet ettirir size. İki kişi birleşince hatanın ve gıybetin şartı tamam olur ve iş başlar. Ama yalnız hâlinde bu olmaz. İnsan, yalnız başına kimseyi çekiştiremez, gıybet edemez. Zaruret olmadan evinizden çıkmayınız. Her biriniz, kendinin ve evinin zarurî ihtiyacını gidermek için çarşıya, pazara çıksın. 

Çalış, çalış ki, söze ilk başlayan sen olmayasın. Sözün cevaptan ibaret olsun. Herhangi bir şey sorulduğu zaman sana ve sorana faydası varsa cevap ver, aksi hâlde verme. Allah yolcuları, Yaratan'dan korkarlar. Bütün hâllerde çekindikleri şey yapacakları bir hata yüzünden, Hak Teâlâ'nın dargınlığına uğramaktır. 

Onlar, ellerine geçen her şeyi dağıtırlar, kalpleri uçar. İmanlarının bir emanet gibi durması, onları çok korkutur; bu yüzden bütün gayretlerini onun yerleşmesi için harcarlar. O yolcuların hepsi Hak Teâlâ'nın tam yakınlığını bulmuş sanmayınız; onların da içinde ayırmalar olur. Hakk'ın nimetini tam olarak belki binde biri ancak alabilir. 

Ve Hak yakınlığına kalplerini dâhil edenler bazı fertlerdir. Pek az kısmı, ilâhî yakınlığa geçmek izni alabilir. O makama giren için artık korku yok sayılır. Onlara Hak sahip olur, ülkelere şah kılar. Onlar velî kul olur. Onların her biri peygamberlere bedel ve halkın gözbebeği sayılır. Hak Teâlâ, o büyük insanları kulların büyüğü, sultanı eyler. Yeryüzünde bir nâib olarak bırakır. Ve Zât’ına halife kılar. Bu büyüklük, önce seçilen sevgili kullar arasından birkaçına nasip olur. O nasibi alınca, seçmenin seçmesi olurlar. 

Hak Teâlâ bilgi hazinesinden onlara ilim ihsan eder, hikmetiyle konuşturur. Kerem’i, kerameti ve verdiği kuvvetle onları konuşturur. Leh ve aleyhlerine olan cümle şeyi onlara öğretir. İman ayağını onların kalbine yerleştirir. İman başlarına marifet tacını kondurur. Kader onlara hizmet eder. İns, cin ve melekler, onlara kıyam durur. Bütün vukuat önlerine serilir. Her hâdise, sırlarına ve kalplerine geçer. Onların her biri, nefsine hâkimdir. Ve nefsi ülkesine şahtır. 

Onların her biri özel tahtına oturur, memleketin idaresine el atar, askerlerini yeryüzüne yayar. Bu sayede halkın ıslâhını temin etmeye çalışır. Ve iblisin işlerini bozmaya bakar. 

Esseyyid Abdulkâdîr Geylâni (ks)
Fethu'r-Rabbânî

Yorum Gönder

0 Yorumlar