Son yayınlar

6/recent/ticker-posts

Tefsir dersi 3, Kur'an ve Sünnette Alimin Talebenin ve ilmin Fazileti,2.bölümü



Tefsir dersinin birinci bölümü 


Allâh-u Teâlâ Nahl Suresi 16/43.ayeti kerimede şöyle buyuruyor.



 فَسْـَٔلُٓوا اَهْلَ الذِّكْرِ اِنْ كُنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَۙ

fes-elû ehle-żżikri in kuntum lâ ta’lemûn(e)
Meâli şerifi: Eğer bilmiyorsanız bilgi sahibi olanlara sorun.
 (siz)كُنْتُمْ(eğer) اِنْ  (zikir)الذِّكْرِ(ehline) اَهْلَ (sorun)فَسْـَٔلُٓوا
 (bilmiyorsanız)لَا تَعْلَمُونَۙ


KURTUBÎ TEFSİRİNDE NAHL SURESİ 43.AYETİ KERİME ŞÖYLE TEFSİR EDİLMEKTEDİR. 
Biz senden önce de kendilerine vahyettiğimiz erkeklerden başkasını peygamber göndermedik. Eğer bilmiyorsanız zikir ehline sorun.

Yüce Allah'ın:

"Biz senden önce de kendilerine vahyettiğimiz erkeklerden başkasını peygamber göndermedik" âyetindeki; [Enbiyâ Suresi 21/7.ayet] "Vahy ettik" ifadesi genel olarak; şeklînde "ya" ile ve "ha" harfi üstün olarak okunmuştur O takdirde âyetin anlamı şöyle olur: Biz semden önce kendilerine vahyolunan erkeklerden başkasını peygamber göndermedik. Hafs ise Âsım'dan -İşaret edilen şekilde- "azamet nunu" ve "ha" harfini esreli olarak okumuştur. Bu âyet-i kerîme Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)ın peygamberliğini inkâr edip: Allah elçisi insan olmayacak kadar büyüktür, ne diye bize bir melek göndermedi, diyerek peygamberliğini inkar eden Mekke müşrikleri hakkında inmiştir. Yüce Allah onların bu iddialarını:

"Biz senden önce" ey Muhammed, geçmişteki ümmetlere "de kendilerine vahyettiğimîz erkeklerden" Âdemogullarından "başkasını peygamber göndermedik" âyeti ile onların iddialarını reddetti. 
"Eğer bilmiyorsanız zikir ehline sorun." 
Sufyan der ki: Bununla kitap ehlinin mü’minlerini kastetmektedir. Onlara sorduğunuz takdirde bütün peygamberlerin birer beşer olduğunu size haber vereceklerdir. Anlamın" şöyle olduğu da söylenmiştir: Siz kitap ehline sorunuz, onlar îman etmeseler dahi bütün peygamberlerin beşer arasından gönderildiğini itiraf edeceklerdir. Bu anlamdaki bir açıklama İbn Abbâs ve Mücahid'den de rivâyet edilmiştir 
İbn Abbâs der ki: Zikir ehli Kur'ân ehli demektir. İlim ehli oldukları da söylenmiştir ki, anlamları birbirlerine yakındır.
***

Âyet-i kerimesinden alınması gereken en önemli ders, başta dinî meseleler olmak üzere bir konuda yeterli bilgiye sahip olmayanların o hususta ehil olanlara, yani konunun uzmanlarına sormaları gerektiği; bir konuda doğru ve yeterli bilgi edinmeden görüş ileri sürmenin veya iş yapmanın yanlış olduğudur. [Kur'an Yolu Tefsiri, III, 401]

Hasan-ı Basrî (Rahmetullahi aley) Hasan Basrî buyurdu ki:

"Eğer Allah'ın ermiş ve velî kulları olmasaydı, yeryüzü bütün içindekilerle beraber batardı! Eğer sâdıklar olmasaydı, yeryüzü fesada uğrardı. Eğer âlimler olmasaydı, insanlar hayvanlar gibi olurdu. Eğer ahmaklar, aklı kısa kimseler olmasaydı, yeryüzü harab olurdu. Eğer rüzgâr olmasaydı, yer ile gök arasında, pis kokudan yaşanmaz olurdu!"

O nedenle فَسْـَٔلُٓوا اَهْلَ الذِّكْرِ اِنْ كُنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَۙ fes-elû ehle-żżikri in kuntum lâ ta’lemûn(e) "Bilmiyorsanız alimlere sorunuz" buyurulmuştur. 

Abdullah ibnü Amr’dan (Radıyallâhu Anh) rivâyet edildiğine göre, Rasûlullâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:

“Şüphesiz Allâh(-u Tealâ), ilmi (yok etmek istediğinde onu) kullar(ın kalbin)den soyarcasına almaz, lâkin âlimleri(in canını) kabzetmekle ilmi kabzeder (alır). Nihayet hiçbir âlim bırakmayınca, insanlar (kendilerine) cahil reisler yaparlar, birtakım (müşkillerinin hali için onlara) sual sorulur, (onlar da) ilimsiz fetva verirler böylece hem kendileri (doğru yoldan) saparlar. Hem de (başkalarını) saptırırlar.”
[Buhârî, İlim:35; Müslim, İlim:13, No:2573; Tirmizî, İlim:5, No:2654.]


Başka bir hadisinde efendimiz (sav)

"Dinin felaketine yol açan üç sebep vardır: Günahkâr fıkıh alimi, zalim devlet başkanı ve cahil müctehiddir." [Feyzü’l-kadir, 1/52]

Efendimiz bir hadislerinde “Sizin fetva vermeye en cüretkâr olanınız, cehenneme atılmaya en cüretli olanınızdır.” [Dârimî, Mukaddime, 20.]

O yüzden hepinizin yapacağı en önemli şey bilmediğine 'ben bilmiyorum' demek 'bence böyle' diye konuşmamaktır. Güzel bir söz vardır.

"İnsanlar üç şeyde Allame kesilirler. Siyaset olunca herkes her şeyi bilir. Hasta olunca ve dini meselelerde herkes her şeyi bilir."
"Bence öyle, sen şöyle yap" diye cahilce fetva verirler.
Efendimiz aleyhisselatu vesselam
"Cehennem ateşine en dayanıklı olanınız fetva vermeye cüretli olanınızdır." buyurdular.

İmam- ı Malik (müctehiddir); Altmış mesele sormuşlar, elli altı tanesine ben bilmiyorum demiş. Dört tanesine cevap vermiş.
- Sen koskoca İmam Malik'sin nasıl bilmiyorum diyorsun, utanmıyor musun?" diye söylediklerinde,
- Meleklerin utanmadığı şeyden ben neden utanayım. demiş, melekler Kur'an'ı kerimde 'Sübhaneke la ilmelena illa ma allemtena' [Bakara, 2/32] dediler. Ya Rabbi! Biz bilmiyoruz dediler. Meleklerin utanmadığı şeyden ben neden utanayım, diye cevap verdi.

Akşemseddin Hazretleri, Fatih Sultan Muhammed Han'ın huzuruna girdiği zaman, Fatih Sultan Muhammed han ayağa kalkar ve ellerini bağlarmış ona hürmeten..
"Ancak fazilet ehlinin derecesini fazilet ehli bilir." buyurdu aleyhisselatu vesselam efendimiz..

Nigâhi hazretlerinin bir gazelinde bir bölümden şöyle geçer..

Âsâf'ın mikdârını bilmez Süleyman olmayan,
Bilmez insan kadrini âlemde insan olmayan.

Ancak sen Hz. Süleyman olacaksın ki Belkis'ın tahtını ismi azam duasıyla getiren Âsaf bin Berhiyâ'nın değerini bilebilirsin. İlmin derecesini ancak ilim ehli bilir. Ehli faziletin derecesini ancak faziletli insanlar bilir.

Tâbiînden Kesîr b. Kays’ın anlattığına göre, bir adam Medine’den yola çıkarak Dımaşk’a (Şam'a) Ebu’d-Derdâ’yı görmeye gelir.

[Ebu’d-Derdâ orada yaşamış ve orada vefat etmiştir. Kabri şerifleri Emevi camisine 400-500 metre mesafedir. Türbesinin içinde bir de cami vardır.]


Ebu’d-Derdâ “Kardeşim seni buraya kadar getiren sebep nedir?” diye sorduğunda, adam:

“Senin Resûlullah’tan (s.a.s.) rivayet ettiğini işittiğim bir hadistir” diye cevabını verdi.


Ebu’d-Derdâ: “Sahi başka bir ihtiyaç için gelmedin mi?” der.


Adam: “Hayır” der.


Ebu’d-Derdâ: “Ticaret için de mi gelmedin?” deyince


Adam: “Hayır, sadece o hadisi senden öğrenmek için geldim.” der.


Bunun üzerine Ebu’d-Derdâ:
مَنْ سَلَكَ طَرِيقًا يَبْتَغِى فِيهِ عِلْمًا سَلَكَ اللَّهُ بِهِ طَرِيقًا إِلَى الْجَنَّةِ وَإِنَّ الْمَلاَئِكَةَ لَتَضَعُ أَجْنِحَتَهَا رِضًا لِطَالِبِ الْعِلْمِ وَإِنَّ الْعَالِمَ لَيَسْتَغْفِرُ لَهُ مَنْ فِى السَّمَوَاتِ وَمَنْ فِى الأَرْضِ حَتَّى الْحِيتَانُ فِى الْمَاءِ وَفَضْلُ الْعَالِمِ عَلَى الْعَابِدِ كَفَضْلِ الْقَمَرِ عَلَى سَائِرِ الْكَوَاكِبِ إِنَّ الْعُلَمَاءَ وَرَثَةُ الأَنْبِيَاءِ إِنَّ الأَنْبِيَاءَ لَمْ يُوَرِّثُوا دِينَارًا وَلاَ دِرْهَمًا إِنَّمَا وَرَّثُوا الْعِلْمَ فَمَنْ أَخَذَ بِهِ أَخَذَ بِحَظٍّ وَافِرٍ

[Tirmizî, İlim, 19; Hadislerle İslam, 1/375]

Hadisi şerifin tefsiri:

مَنْ سَلَكَ طَرِيقًا يَبْتَغِى فِيهِ عِلْمًا سَلَكَ اللَّهُ بِهِ طَرِيقًا إِلَى الْجَنَّةِ

"Kim ilim talep etmek için bir yola girerse, ehl-i ilimin yani ulemanın, mollaların Seydaların yanına cennete giden bir yola girmiştir. O ilim yolu salihlerle ulema ile arkadaşlığı onları dinleme yolu onu, cennete götüren bir yol olur." buyuruyor efendimiz..



وَإِنَّ الْمَلاَئِكَةَ لَتَضَعُ أَجْنِحَتَهَا رِضًا لِطَالِبِ الْعِلْمِ
Melekler ilim talebesinden razı olduğundan dolayı onlar gider-gelirken yolları üzerine melekler kanatlarını sererler, üzerinde yürüsünler diye..

وَإِنَّ الْعَالِمَ لَيَسْتَغْفِرُ لَهُ مَنْ فِى السَّمَوَاتِ وَمَنْ فِى الأَرْضِ
Yerde gökte ne varsa ehli ilim olan alim için istiğfar eder. Ya Rabbi! Bu kulun ilmi talep ediyor. İlmin ile iştigal edip, ilim halkalarını, sohbetleri takip ediyor, ilim ortamlarında kendisini yetiştirmeye çalışıyor. Ya Rabbi! Bu kulunu affeyle diye dua ediyor.

حَتَّى الْحِيتَانُ فِى الْمَاءِ
Denizdeki balıklar bile ilmi talep eden alime istiğfar eder.


وَفَضْلُ الْعَالِمِ عَلَى الْعَابِدِ كَفَضْلِ الْقَمَرِ عَلَى سَائِرِ الْكَوَاكِبِ

Âlimin, âbide (ibadet edene) üstünlüğü, (parlaklık, görünürlük ve güzellik bakımından) ayın diğer yıldızlara olan üstünlüğü gibidir.

إِنَّ الْعُلَمَاءَ وَرَثَةُ الأَنْبِيَاءِ
Kuşkusuz âlimler peygamberlerin vârisleridir.


إِنَّ الأَنْبِيَاءَ لَمْ يُوَرِّثُوا دِينَارًا وَلاَ دِرْهَمًا
Peygamberler miras olarak ne altın ne de gümüş bırakmışlardır; onların bıraktıkları yegâne miras ilimdir.

إِنَّمَا وَرَّثُوا الْعِلْمَ فَمَنْ أَخَذَ بِهِ أَخَذَ بِحَظٍّ وَافِرٍ
Dolayısıyla kim onu alırsa büyük bir pay almış olur.

Bu hadisi şerifte Hz. Peygambere aleyhisselatu vesselama yakınlığına, ona mirasçı ve meleklerin, balıkların duasına nail olmanın, ilimle meşgul olmakla elde edileceği ifade edilmiştir.

Peygamber Efendimiz (s.a.s.) hayır üzere olan dört gruptan birinden olmamızı tavsiye eder ve şöyle buyurmuşlardır:


اغْدُ عَالِماً أَوْ مُتَعَلِّماً أَوْ مُسْتَمِعاً ، أو مُحِبًّا وَلَا تَكُنِ الْخَامِسَ فَتَهْلِكَ

اغْدُ عَالِماً (uğdu alimen)(Ya alim olun)
أَوْ مُتَعَلِّماً (ya talebe olun)
أَوْ مُسْتَمِعاً (Ya dinleyen olun)
أو مُحِبًّا (Seven ol)
وَلَا تَكُنِ الْخَامِسَ فَتَهْلِكَ (Beşincisi olmayın yani, onlara buğz edip ehl-i ulemaya, meşayıha seydalara düşman olmayın)


“Öğreten, öğrenen, dinleyen ya da ilmi seven/destekleyen ol, beşincisi olma, helâk olursun!” (Dârimî, Mukaddime, 26)

عَنِ ابْنِ مَسْعُودٍ - رضى الله عنه - قَالَ سَمِعْتُ النَّبِىَّ صلى الله عليه وسلم يَقُولُ لاَ حَسَدَ إِلاَّ فِى اثْنَتَيْنِ رَجُلٌ آتَاهُ اللَّهُ مَالاً فَسَلَّطَهُ عَلَى هَلَكَتِهِ فِى الْحَقِّ ، وَرَجُلٌ آتَاهُ اللَّهُ حِكْمَةً فَهْوَ يَقْضِى بِهَا وَيُعَلِّمُهَا

[Buhârî, Zekât, 5; Müslim, Salâtü’l-müsâfirîn ve kasruhâ, 268]


Abdullah b. Mes’ûd (ra) diyor ki: Hz. Peygamber’i (s.a.s.) şöyle derken işittim:
“Ancak iki kişiye gıpta edilir. Bunlar; Allah’ın kendisine mal verdiği ve onu hak yolunda harcayan kimse ile Allah’ın kendisine (ilim ve) hikmet verdiği ve ona göre karar verip, onu başkalarına da öğreten kimsedir.”
[Buhârî, Zekât, 5; Müslim, Salâtü’l-müsâfirîn ve kasruhâ, 268]

Peygamber Efendimiz (s.a.s.) kendisine imrenilen, takdir ve gıpta edilen iki örnek kişi vermiştir. 
Ameli olarak cömert zengin ve ilmi başkalarına öğreten âlim.

Ebû Hüreyre’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:

إِذَا مَاتَ الإِنْسَانُ انْقَطَعَ عَنْهُ عَمَلُهُ إِلاَّ مِنْ ثَلاَثَةٍ: إِلاَّ مِنْ صَدَقَةٍ جَارِيَةٍ أَوْ عِلْمٍ يُنْتَفَعُ بِهِ أَوْ وَلَدٍ صَالِحٍ يَدْعُو لَهُ

“İnsan ölünce üç şey dışında ameli kesilir: Sadaka-i câriye (faydası kesintisiz sürüp giden sadaka), faydalanılan ilim ve kendisine dua eden hayırlı evlat.” [Müslim, Vasiyyet, 14]

Ölümle birlikte kişinin amel defteri kapanırken, dünyada geride bıraktığı üç şey amel defterinin kapanmamasına vesile oluyor. Âlim geride bir ilim, eser bırakmış ise, o ilimle faydalanıldığı, eserden istifade edildiği gibi o kişinin amel defteri kapanmıyor. Bu hadisi şerif Müslümanları kalıcı eseler bırakmaya teşvik etmiştir. Zenginler sadaka-i câriye olacak yani kesilmeyecek hayırlar yapmalı, ilim sahiplerini eser yazmalı, anne babalar evlatlarını güzel terbiye etmeli ki öldükten sonra amel defteri kapanmasın.

Bedir Esirleri:

Hicretin 2. yılında (624) yılında yapılan Bedir gazvesinde Müslümanlar galip gelmiş ve yetmiş kişi de esir alınmıştı. Esirlerin durumunu ashabı ile istişare eden Hz. Peygamber (s.a.s.), bazı esirlerin malî durumlarına göre para ödemelerini, bazı esirlerin karşılıksız olarak, okuma yazma bilenlerin ise on Müslümana okuma yazma öğretmeleri şartıyla serbest bırakılmaları kararlaştırdı. Müslümanların maddi gelire, ganimete ihtiyaç duydukları bir dönemde Allah Resulü’ünün (s.a.v.) böyle bir karar vermesi İslam’ın eğitime, okumaya verdiği önemi göstermeye kâfidir.

Öğretmen Olarak Hz. Peygamber

عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ عَمْرٍو : أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ -صلى الله عليه وسلم- مَرَّ بِمَجْلِسَيْنِ فِى مَسْجِدِهِ فَقَالَ :« كِلاَهُمَا عَلَى خَيْرٍ وَأَحَدُهُمَا أَفْضَلُ مِنْ صَاحِبِهِ ، أَمَّا هَؤُلاَءِ فَيَدْعُونَ اللَّهَ وَيُرَغِّبُونَ إِلَيْهِ فَإِنْ شَاءَ أَعْطَاهُمْ وَإِنْ شَاءَ مَنَعَهُمْ ، وَأَمَّا هَؤُلاَءِ فَيَتَعَلَّمُونَ الْفِقْهَ وَالْعِلْمَ وَيُعَلِّمُونَ الْجَاهِلَ فَهُمْ أَفْضَلُ ، وَإِنَّمَا بُعِثْتُ مُعَلِّماً » قَالَ : ثُمَّ جَلَسَ فِيهِمْ

Resûlullah (s.a.s.), mescidde halka olmuş iki gruba rastlar ve şöyle buyurur:

“İkisi de hayır üzeredir. Ama biri, diğerinden daha üstündür. Bir kısmı Allah’a dua ediyor ve ondan bir şey istiyorlar. Allah onlara ister verir, isterse vermez. Diğerleri ise, dini anlamaya ve ilim öğrenmeye çalışıyorlar ve bilmeyene öğretiyorlar. Bunlar daha üstündür.” dedikten sonra “Şüphe yok ki, ben de sadece bir öğretici olarak gönderildim.” diyerek ilim öğrenenlerin yanlarına oturmuştur.” [Dârimî, Mukaddime, 32] 

 مَرَّ بِمَجْلِسَيْنِ فِى مَسْجِدِهِ فَقَالَ Resullullah efendimiz mescidi nebevide iki tane halkanın yanından geçti ve şöyle dedi:

كِلاَهُمَا عَلَى خَيْرٍ Bunların ikisi de hayr üzere..


وَأَحَدُهُمَا أَفْضَلُ مِنْ صَاحِبِهِ Ama biri diğerinden daha faziletlidir.

أَمَّا هَؤُلاَءِ Zikir edenler
فَيَدْعُونَ اللَّهَ Allah'a dua ediyorlar
 وَيُرَغِّبُونَ إِلَيْهِ Allah-u Teâlâ'yı talep ediyorlar.
فَإِنْ شَاءَ أَعْطَاهُمْ وَإِنْ شَاءَ مَنَعَهُمْ isterse Allah-u Teâlâ onlara istediklerini verir isterse vermez.
وَأَمَّا هَؤُلاَءِ bunlar ise 
فَيَتَعَلَّمُونَ الْفِقْهَ fıkıh ilmini öğreniyorlar 
وَالْعِلْمَ وَيُعَلِّمُونَ الْجَاهِلَ cahillere dinini öğretiyorlar
فَهُمْ أَفْضَلُ bunlar daha faziletlidir. 
وَإِنَّمَا بُعِثْتُ مُعَلِّماً Muallim olarak gönderildim
 قَالَ : ثُمَّ جَلَسَ فِيهِمْ sonra ilim halkasına gitti ve onların yanına oturdu.

Sevgili Peygamberimizin “Ben öğretmen olarak gönderildim” buyurması peygamberlik görevi ile bilginin risalet mesajının ulaşması ve anlaşılmasında bilginin önemini hatırlatmıştır. O, her fırsatta ashabını eğitmiş, cahiliye gibi bataklık bir dönemden asrı saadet gibi model bir toplum inşa etmiştir. Medineli ilk müslümanlara Musab b. Umeyr’i öğretici olarak göndermek suretiyle toplumun teşekkülünde ilmin ve bilginin yerinin ne kadar önemli olduğunu bizlere göstermiştir.

Daru’l-Erkam:

Mekke yıllarında Resul-i Ekrem (s.a.s.)’e ilk iman edenlerin çoğunluğu gençlerdi. Genç sahabeler baskı ve şiddet karşısında imanda sebatları ve İslam’ın yolunda gayretleri ile yıldız misali parıldamışlardı. Bu genç sahabilerden bir tanesi peygamberliğin ilk yıllarında 17-18 yaş civarında müslüman olan Erkam b. Ebü’l-Erkam’dır. Erkam (r.a.) ilk Müslümanların yedincisi veya on ikincisidir.
Erkam (r.a.) gönlünü İslam’a açtığı gibi Safa tepesinin eteğindeki evini de Resulüllah’ın hizmetine vermiş, onun evi Daru’l-İslam yani İslam’ın evi, İslam’ın merkezi, kalbi olmuştu. Bu evde Resul-i Ekrem (s.a.s.) ashâb-ı kirâma dinî bilgiler öğretirken bir yandan da ilâhî gerçeği arayan insanları İslâm’a davet ediyor, onlara Kur’ân-ı Kerîm okuyor ve onlarla birlikte namaz kılıyordu. Hz. Hamza, Hz. Ömer pek çok kişi orada Müslüman oldu.
İslam tarihinde Daru’l-Erkam olarak anılan bu ev, Mekke yıllarında tebliğin merkezi, ilim ve irfan meclisi olmuştu.

Suffe:

Çile, sıkıntılarla geçen on üç yılın ardından müslümanlar Medine’ye hicret ettiler. Allah Resulü (s.a.s.) Medine’ye teşrif ettikten sonra, Sehl ve Süheyl adlarındaki iki yetimden satın alınan arsaya Mescid-i Nebevî’yi inşa etti. [Buhârî, Menâkıbü’l-Ensâr, 45]
Mescidle birlikte mescidin güney tarafında, giriş kısmında kimsesiz ve fakir sahâbîlerin barınması için bir gölgelik yaptırıldı.
Suffe adı verilen bu bölümde, Mekkeli muhacirler, İslâm’ı kabul edip Medine’ye gelen yoksul, bekâr ve yakını bulunmayan sahâbîler kalmışlardı. Kaynaklarda Suffe’nin mekân olarak genişliği tam olarak bildirilmemiş olsa da burada aynı anda yetmiş kişinin kaldığına dair rivayetler bu konuda bir fikir vermektedir.
Çeşitli zamanlarda kalanların toplam sayısının 400’e ulaştığı olmuştur. Medine’ye gelip orada bir tanıdığı bulunmayanlar ve Medine’ye gelen heyetler de genellikle Suffe’de ağırlanırdı.

Ashab-ı suffenin geçimleri ile bizzat Resulullah Efendimiz (s.a.s.) ilgilenmişti. Resûlullah akşam olunca karınlarını doyurmak için onları birer ikişer ashaba taksim eder, kalanları da kendi evine götürürdü. Bu uygulama müslümanların maddî durumu düzelinceye kadar devam etti. [Buhârî, Mevâḳitü’ṣ-ṣalât, 41]


Resûl-i Ekrem kendisine getirilen sadakaların tamamını Suffe ehline gönderir, hediyeleri ise onlarla paylaşırdı. [İbn Hanbel, II, 515; Buhârî, Riḳak, 17]


Hurmaların hasat zamanı gelince herkes gücüne göre hurma salkımlarını getirir, mescide asar, ehl-i Suffe karınlarını bunlarla doyururdu.


- Ebu Hureyre şöyle anlatıyor: Üç gün geçti, bir şey yemedim. Suffe’ye gitmek istedim, düşüyordum. Çocuklar da
“Ebu Hureyre delirdi” diyordu. Ben onlara bağırıyor
“Deli sizsiniz” diyordum. Böylece Suffe’ye vardım. Baktım ki Rasûlullah’a iki kab tirit getirilmişti. Ben de, Rasûlullah beni çağırsın diye başımı uzatıyordum. Ehli Suffe kalktıktan sonra, o kabın içinde az bir şey kaldı. Hz. Peygamber onu derledi, bir lokma haline geldi. Sonra parmaklarının arasına alarak bana “Allah’ın ismiyle ye” dedi. Nefsimi elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, ben doyasıya kadar ondan yedim.[Terğib, V/176]

- Biz Ebu Hureyre’nin yanındaydık. Üzerinde ketenden yapılmış iki mendil vardı. Birisine burnunu sildi, sonra “Vay, vay, vay! Ebu Hureyre ketenden yapılan mendille burnunu siliyor! Allah’a yemin ederim ki, Peygamber’in minberi ile Hz. Aişe’nin hücresi arasında bayılmıştım. Gelip geçenler, beni deli sanıyor, üzerime basıp geçiyorlardı. Halbuki ben deli değildim, tüm bunlar açlıktan ileri geliyordu.[Terğib, III/397 (Buhari ve Tirmizi’den); Ebu Nuaym, Hilye, I/378; İbn Sa’d, IV/53]


- Ebu Hureyre ile beraber Medine’de bir sene kaldım. Bir gün bana Hz. Aişe’nin hücresinin yanındaydık. Öyle hatırlıyorum ki, kaba ve âdi abalardan başka elbisemiz yoktu. Aradan günler geçtiği halde yemek bulamazdık. O kadar aç kalıyorduk ki, karnımıza taş bağlıyorduk. [Terğib, V/177]

- Ebu Hureyre şöyle anlatıyor: Bizim, Peygamber’le beraber yemeğimiz hurma ile su idi. Allah’a yemin ederim, sizin şu buğday ekmeğinizi bulamıyorduk. Ne olduğunu bile bilmiyorduk. Bizim Peygamber’le beraber elbiselerimiz göçebelerden gelen derilerdi. [Ebu Nuaym, Hilye, III/339]


İlimle meşgul olan bu sahabiler hakkında Rabbimiz buyurmuştur ki:

لِلْفُقَـرَٓاءِ الَّذ۪ينَ اُحْصِرُوا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ لَا يَسْتَط۪يعُونَ ضَـرْباً فِي الْاَرْضِۘ

“Kendilerini Allah yoluna adadıklarından seyahat ve ticarete imkân bulamayan yoksullara verin…” (Bakara, 2/273)
(kapanıp kalan)اُحْصِرُوا(kimseler)الَّذ۪ينَ(sadakalar fakirler içindir)لِلْفُقَـرَٓاءِ
 (gezmeye)ضَـرْباً(güçleri)يَسْتَط۪يعُونَ(yoktur)لَا(Allah yolunda)ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ
(yeryüzünde)فِي الْاَرْضِۘ

ÂYETİN TEFSİRİ SAFVETÜ'T-TEFASiR

لِلْفُقَـرَٓاءِ الَّذ۪ينَ اُحْصِرُوا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ:Yapacağınız hayırları kendilerini Allah yolunda cihad ve savaşa adayan fakirlere yapın.
لَا يَسْتَط۪يعُونَ ضَـرْباً فِي الْاَرْضِۘ:Onlar cihad ettikleri için ticaret ve kazanç maksadıyle yeryüzünde dolaşmaya imkan bulamazlar.
يَحْسَبُهُمُ الْجَاهِلُ اَغْنِيَٓاءَ مِنَ التَّعَفُّفِۚ:Çok iffetli davrandıkları için hallerini bilmeyenler onları
zengin sanırlar.
تَعْرِفُهُمْ بِس۪يمٰيهُمْۚ لَا يَسْـَٔلُونَ النَّاسَ اِلْحَافًاۜ:Sen onların halini tevazu alametleri ve meşakkat izlerinden tanırsın. Bununla beraber onlar insanlardan asla bir şey istemez ve ısrarda bulunmazlar. Bir görüşe göre ayetin manası: Onlar isterlerse nezaketle isterler, ısrar etmezler, şeklindedir.
وَمَا تُنْفِقُوا مِنْ خَيْرٍ فَاِنَّ اللّٰهَ بِه۪ عَل۪يمٌ۟:Hayır yolunda ne harcarsanız şüphesiz Allah onu bilir ve size en güzel şekilde karşılığını verir.

Bu kişiler ayetin nâzil olduğu tarihi göz önüne alan tefsirciler bunların Suffe ehliyle (Mescid-i Nebevi’nin bir köşesinde barınan kimsesiz ve yoksul müslümanlar) Mekke’den hicret eden muhacirler olduğunu ifade etmişlerdir. [Kur'an Yolu Meal ve Tefsiri, I, 427]

Bu sahabiler Allah rızâsı için O’nun dinini korumak, öğrenmek, öğretmek ve yaymak maksadıyla devamlı meşgul olduklarından dolayı işve ticaret yapma imkânı bulamamışlardır.

Ashâb-ı Suffe’den gücü kuvveti yerinde olanlar, gündüzleri mescide su taşıyarak ve dağdan getirdikleri odunları satarak ihtiyaçlarını temin etmeye çalışır, geceleri de Kur’an tilâveti ve ilimle meşgul olurlardı. [Müslim, İmâre, 147; İbn Hanbel, III, 270]

Suffe, ashâb-ı Suffe’nin vakitlerini Resûlullah’ı dinleyip ondan İslâm’ın esaslarını öğrenerek geçirmeleri dolayısıyla kısa zamanda bir eğitim kurumu haline geldi. Ashâb-ı Suffe’nin eğitim ve öğretim işleriyle bizzat ilgilenen Resûl-i Ekrem Suffe’de dersler veriyordu. Ayrıca onlara yazı yazmayı ve Kur’an okumayı öğretmek üzere Ubâde b. Sâmit gibi hocalar tayin etmişti. Ashab-ı suffe dinledikleri hadisleri diğer sahâbîlere de naklederek ilmin yayılmasına önemli katkıda bulunmuşlardı.

Suffe ehlinin İslâmî ilimlerin gelişmesine doğrudan etkisi olmuştur. Başta Ebû Hüreyre olmak üzere çok hadis rivayet eden sahâbîler ehl-i Suffe’dendir. Abdullah b. Ömer ile Abdullah b. Mes‘ûd gibi birçok sahâbî de Suffe’den yetişmiştir. [Mustafa Baktır, Suffe, DİA, XXXVII, 469-470]




Kadınların Eğitimi:


Peygamber Efendimiz (s.a.v):
طَلَبُ الْعِلْمِ فَرِيضَةٌ عَلَى كُلِّ مُسْلِم
“İlim öğrenmek her Müslümana farzdır.”
 [İbn Mâce, Mukaddime, 17] buyurmuştu.

Resûl-i Ekrem Medine’ye gelip yerleştiğinde büyük çapta bir bilgilendirme ve bilinçlendirme faaliyeti başlattı. Her fırsatta çevresindekilere bilmediklerini öğretmeye özen gösterdi. Bunun yanı sıra bıktırıcı olmamak için muhatapları ile özel vaaz ve nasihat vakitleri de belirledi. [Buhârî, İlim, 12; Müslim, Sıfâtü'l-münâfikîn ve ahkâmühüm, 83]

Bu uygulamadan yeterince faydalanamadıklarından şikâyetçi olan kadınların, Allah Resûlü’nden ricada bulunarak:

“Yâ Resûlallah, erkekler senin sözlerini rahatlıkla dinleyebiliyor, hâlbuki biz senden yeterince istifade edemiyoruz, bizim için ayrı bir gün tahsis etsen?” demeleri üzerine, Peygamber Efendimiz haftada bir günü de kadınların eğitimine ayırmıştı.
[Buhârî, İlim, 35) (Bkz. Komisyon, Hadislerle İslam, I, 380]

Hz. Ayşe’nin şu sözüyle ifade edilmektedir: “Ensar kadınları ne iyi kadınlardır; çünkü hayâları dinlerini öğrenmelerine engel olmadı.” [İbn Hanbel, VI, 148]


Ebû Said el-Hudrî (Radıyallâhu Anh) şöyle anlatıyor:
“Rasulullâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) evin iç odasında oturan bakire bir kızdan daha hayâlı idi. Bir şeyden hoşlanmadığında onu yüzünden anlardık.” [Buharî]

“Ey kadınlar topluluğu! Allah için harcamada bulunun (sadaka verin); zira cehennem
odunlarının çoğunluğu siz olacaksınız.”

Bunun üzerine yüzünde siyahlık bulunan hayırlı bir kadın ayağa kalkarak; “Niçin (biz cehennem odunu olacağız?) ey Allah’ın Rasûlü! diye sordu. 
Rasulullah (s) “Çünkü sizler (halinizden)çok şikayetçi olur ve eşlerinize nankörlük edersiniz” buyurdu. Cabir (r)’der ki; “Sonra kadınlar ziynet eşyalarından infak etmeye ve Bilal’in elbisesinin içerisine küpe ve yüzüklerini atmaya başladılar.” [Buharî, Müslim]

Çocukların Eğitimi:

Çocuk göz nuru, gönül sürurudur. Allah’ın emaneti ve O’nun en güzel lütuflarındandır. Çocuk, dünya hayatının süsü ve zîneti, ailenin neşe ve sevinç kaynağıdır. Ölümden sonra anne babanın amel defterini kapattırmayacak önemli bir varlıktır. Anne babaların çocuklar üzerinde hakları olduğu gibi, çocuklarında anne babaları üzerinde hakları vardır.
Resul-i Ekrem (s.a.s.) Abdullah b. Amr’a “Çocuğunun senin üzerinde hakkı var!” [Müslüm, Sıyam, 183] buyurarak uyarmıştır bizleri.
Çocuğun eğitim ve terbiyesi uzun süreli ve meşakkatli bir iştir. Bu hususta anne ve babanın sabırlı ve kararlı olması gerekir.

Tahrîm Suresi 6.ayet-i kerimede 

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا قُٓوا اَنْفُسَكُمْ وَاَهْل۪يكُمْ نَارًا وَقُودُهَا النَّاسُ وَالْحِجَارَةُ عَلَيْهَا مَلٰٓئِكَةٌ غِلَاظٌ شِدَادٌ لَا يَعْصُونَ اللّٰهَ مَٓا اَمَرَهُمْ وَيَفْعَلُونَ مَا يُؤْمَرُونَ

Yâ eyyuhâ-lleżîne âmenû kû enfusekum ve ehlîkum nâran ve kûduhâ-nnâsu velhicâratu ‘aleyhâ melâ-iketun ġilâzun şidâdun lâ ya’sûna(A)llâhe mâ emerahum ve yef’alûne mâ yu/merûn(e)


Meâli şerifi:Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun. O ateşin başında gayet katı, çetin, Allah’ın kendilerine verdiği emirlere karşı gelmeyen ve kendilerine emredilen şeyi yapan melekler vardır.Onların dini eğitimini edebini ahlakını vererek cehennem ateşinden koruyun.


(kendinizi)اَنْفُسَكُمْ(koruyun)قُٓوا(Ey iman edenler)يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا
(insanlardır)النَّاسُ(Onun yakıtı ise)وَقُودُهَا(ateşten)نَارًا(ve ailenizi)وَاَهْل۪يكُمْ
(melekler vardır)مَلٰٓئِكَةٌ(onun başında)عَلَيْهَا(ve taşlardır)وَالْحِجَارَةُ
(şeye)مَٓا(karşı gelmeyen)لَا يَعْصُونَ اللّٰهَ(şiddetli)شِدَادٌ (gayet katı)غِلَاظٌ
(emredildikleri)مَا يُؤْمَرُونَ(ve yapan)وَيَفْعَلُونَ(kendilerine buyurduğu)اَمَرَهُمْ



Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Çocuklarınızı üç hususta yetiştirin:
Peygamber sevgisi, Ehl-i Beyt sevgisi ve Kur’ân kıraati…"


Çünkü "Hamele-i Kur’ân (yâni Kur’ân hafızları) hiçbir gölgenin bulunmadığı kıyâmet gününde peygamberler ve asfiyâ (yâni safâya ermiş olan Allâh dostları) ile birlikte Arş’ın gölgesindedir.” [Münâvî, I, 226]

Peygamber Efendimiz (s.a.s.) “Hiçbir anne baba, çocuğuna güzel terbiyeden daha kıymetli bir bağışta bulunmamıştır.” [Tirmizi, Birr, 33; İbn Hanbel, IV, 77] buyurmuştur. 

Adamın birisi yanında oğlu ile birlikte Hz. Ömer’e (r.a) gelerek;

“Bu benim oğlumdur; bana karşı geliyor” diye şikayette bulundu.

Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a)
“Allah’tan korkmuyor musun, niçin ana-babana karşı geliyorsun? Ana-babanın, evladı üzerinde şu kadar hakkı var” diye genci uyardı.

O zaman genç çocuk
“Ey müminlerin emiri, çocuğun baba üzerinde hiç hakkı yok mudur?” diye sordu.

Hz. Ömer de (r.a);
“Evet vardır. Çocuğa iyi bir anne seçmesi, doğunca güzel bir isim koyması, ona Kur’an-ı Kerim’i ve farz ibadetlerini öğretmesi, evlenecek yaşa gelince evlendirmesi, çocuğun babası üzerindeki haklarındandır” buyurdu.

O zaman çocuk;
“Vallahi, babam Müslüman kadınları bırakıp dört yüz dirheme satın aldığı bir cariye ile evlendi. Bana güzel bir isim vermedi. ismimi böcek manasına gelen Cu’la koydu. Bana Kur’an-ı Kerim’den ve ibadetlerden hiçbir şey öğretmedi” dedi.

Bu sözler üzerine Hz. Ömer çocuğun babasına dönerek;
‘Oğlum bana itaat etmiyor’ diyorsun. Halbuki o sana karşı gelmeden önce sen onun haklarını çiğnemişsin; şimdi kalk ve oğluna karşı vazifeni yap” diye adamı uyardı.

İslam’da Öğretmenlik Mesleğinin Değeri:

Peygamber Efendimiz (s.a.s.) ilim ehlinin fazileti ile ilgili şöyle buyurmuştur: 
“İlim öğrenmek için yola çıkan kimse dönünceye kadar Allah yolundadır.” [Tirmizi, İlim, 2]


Peygamber Efendimiz ayrıca ilim tahsil ederken vefat edenin şehit hükmünde olduğunu buyurmuştur. [bkz. İbn Mâce, Cihâd, 17; Müslim, İmâre, 166]

“Kıyamet günü üç sınıf insan şefaat eder: Peygamberler, âlimler, şehitler.” [Buhari, Tevhid, 24] 
Şehit kanı ile âlim ilmi çalışması ve gayreti ile Allah-u Teala’nın bu lütfuna mazhar olur.

Abdurrahman b. Abdullah, babası İbn Mesûd’un “Hz. Peygamber’i (s.a.s.) şöyle derken işittim” dediğini naklediyor:
« نَضَّرَ اللَّهُ امْرَأً سَمِعَ مِنَّا شَيْئًا فَبَلَّغَهُ كَمَا سَمِعَ فَرُبَّ مُبَلَّغٍ أَوْعَى مِنْ سَامِعٍ »
“Allah, bizden bir şey işitip, işittiği gibi başkasına ulaştıran kişinin yüzünü ak etsin. Kendisine (bilgi) ulaştırılan nice kimseler vardır ki, onu işiten(ve kendisine aktaran kimse)den daha kavrayışlıdır.” [Tirmizî, İlim, 7]

Peygamber Efendimiz (s.a.s.) ilmin nesilden nesile aktarılmasına vurgu yapmıştır.

“En faziletli sadaka müslüman bir kişinin ilim öğrenmesi, sonrada o ilmi başka bir Müslüman kardeşine öğretmesidir."
[İbn Mace, Mukaddime, 20]

“Hikmetli söz müminin yitiğidir. Onu nerede bulursa, onu hemen almaya en çok onun hakkı vardır.” [Tirmizi, İlim, 19]

Hadisi şerifler, ilmi öğrenemeye, öğrendiği ilmi başkasına aktarmasının önemine dikkat çekmektedir. Hadisi şerifleri, Hz. Peygamber (s.a.s.)’in sözlerini, daha genel ifade ile ilmi, bilgiyi usulünce başkalarına ulaştıranlara, tebliğ görevini hakkıyla ifa edenlere Peygamber Efendimiz (s.a.s.)’in duasıdır. Âlimlerin görevi insanlara hayra, iyiliğe ulaştıracak bilgiyi öğretmektir.

Eğitim ve öğretimin önemini çok iyi bilen Peygamber Efendimiz (s.a.s) bunu uygulamalarıyla göstermiştir. İlmi, öğrenmeyi teşvik etmiş, Mekke ve Medine döneminde her fırsatta ashabını eğitmiş ve yetiştirmiştir.

“Ben öğretmen olarak gönderildim” “Ben güzel ahlakı tamamlamak üzere gönderildim” buyuran Allah Resulü, kendisi öğretmenlik yaptığı gibi sahabe içerisinden kabiliyetli olanları yetiştirmiş, onları farklı bölgelere öğretmen olarak göndermiştir.

Öğretmenlik peygamber mesleğidir. Peygamberler hayatları boyunca ümmetlerine hakkı, hakikati öğretmişlerdir. Âlimler Peygamberlerin varisleridir. Peygamberlerin mirası ilimdir. Göktekiler ve yerdekiler ilim ehlinde dua ederler. Öğretmenlerimiz çocuklarımızı, gençlerimizi yarına hazırlayan yetiştiren kişilerdir. Öğretmenlik ise mesleklerin en değerlilerindendir.

Bizlere bilgiyi, hakikati sabırla, şefkatle öğreten tüm öğretmenlerimize şükranlarımızı sunuyor, ahirete irtihal etmiş olan öğretmenlerimize de Cenab-ı Hak’tan rahmet diliyoruz. Rabbimiz ilim ve irfandan bizleri ayırmasın.

Rabbim bizleri ilim ehli eylesin, ilmi talep ve takip edenlerden eylesin, alimlerle beraber olan onlara hürmet ve saygı duyanlardan eylesin inşallah. Vakti şerifleriniz hayrolsun inşallah.. Hayırlarınız fetholsun şerleriniz def olsun amin amin.. Rabbim kendisine götüren marifatullahı anlamayı onu kavramayı cümlemize nasip eylesin.. Dirliğimizi düzenimizi bozmasın dünya ve ahiret güzelliklerini cümlemize nasip eylesin kendi cemalini bizlere nasip eylesin inşallah.
ŞEYH AHMED EL KÂDİRİ (KS)

Yorum Gönder

0 Yorumlar