Son yayınlar

6/recent/ticker-posts

CENNETE GÖTÜREN AMEL VE SALİHLERE VERİLEN MÜKAFAT, GÜZEL AHLAK, TEFSİR DERSİ (PERŞEMBE)




Konu:Güzel ahlak ve edep


Allâh-u Teâlâ, Peygamber efendimiz (sav) överken Kalem Suresi 68/4 şöyle buyuruyor:

 وَاِنَّكَ لَعَلٰى خُلُقٍ عَظ۪يمٍ
Ve-inneke le’alâ ḣulukin ‘azîm(in)

(büyük)عَظ۪يمٍ(ahlak)خُلُقٍ(üzerindesin)لَعَلٰى(ve şüphesiz sen)وَاِنَّكَ

Sen elbette yüce bir ahlâk üzeresin.
Vav orada kasem, yani kuvvet ve kudretime kasem ederim ki ya Muhammed sen güzel ahlak üzeresin. buyuruyor.


SAFVETÜ'T-TEFASIR KALEM SÜRESİ

وَاِنَّكَ لَعَلٰى خُلُقٍ عَظ۪يمٍ:Ey Muhammed! Hiç kuşkusuz sen, çok yüksek bir terbiye ve çok üstün bir ahliika sahipsin: Allah sende bütün faziletleri ve olgunlukları toplamıştır ... Allahım! Bu, ne büyük bir şeref! Hiçbir insan onun seviyesine ulaşamamıştır. İzzet sahibi Yüce Allah, Muhammed'i (s.a.v.) bu güzel vasıfla yani "Sen, yüce bir ahliik üzerinesin" diyerek vasıflamıştır. İlim, hilim, aşırı haya, çok ibadet ve çok cömertlik, sabır, şükür, alçakgönüllük, zühd, merhamet, şefkat, iyi geçinme, edepli olma ve benzeri güzel huy ve hoşa giden davranışlar onun güzel ahlakındandır.

Kaynak: 
[Buhari ve Müslim, Enes (r.a.)'ten şu rivayeti yapmışlardır: "Rasulullah (s.a.v.)'a on sene hizmet ettim. Bana asla "of" demedi. Yaptığım herhangi bir şey için, "Onu için yaptın?" demedi. Yapmadığım
bir şey için de, "Onu yapsaydın ya." demedi. Insanların ahlâk bakımından en güzeli idi. Rasulullah (s.a.v.)'ın avucundan daha yumuşak ne bir yün, ne bir ipek ne de başka bir şeye dokunmadım. Rasulullah (s.a.v.)'ın terinden daha hoş bir misk veya koku koklamadım [Şuhari, Menakıb 23; Müslim.Fedai!, 43/52). Buhari'de Aişe'den (r.anha) şöyle bir rivayet vardır: Aişe' e (r.anha) Rasulullah (s.a.v.)'in ahlakı sorulduğunda "Onun ahlakı Kur'an' dır" yani, onun edebi ıle edeplenmektir diye cevap verdi (Buhari).]

Bir şair ne güzel söylemiştir: Allah seni, övmeye layık olan bir şeyle övdüğünde, insanların övmesinin ne değeri olur?
 
Peygamber aleyhissâlatü vesselâm bir hadisi şeriflerinde buyuruyor : 
"Kıyamet günü mizanda, güzel ahlaktan daha ağır gelecek hiçbir (nafile) ibadet yoktur"
[Tirmizî, Birr, 62; Ebû Dâvûd, Edep, 8]

"Ravel Hasen an ebil Hasen an Ceddil Hasen: Inne ahsenel hasen el hulugul hasen" 
Hazreti Hasan babasından o da dedesi Hazreti Resûlullahtan rivayet etti: 
"Güzel olan şeyin en güzeli Güzel ahlaktır."

Yine peygamber aleyhissâlatü vesselâm bir hadisi
بُعِثْتُ لأُتَمِّمَ مَكَارِمَ الأَخْلاَقِ
 (حَدِيثٌ شَرِيفٌ)
"Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim."
“Beni, Rabbim edeplendirdi! Edebimi de pek güzel yaptı!” buyuruyor.

Ahzâb Sûresi 33/21.âyet-i kerimede Allâh-u Teâlâ şöyle buyuruyor:

لَقَدْ كَانَ لَكُمْ ف۪ي رَسُولِ اللّٰهِ اُسْوَةٌ حَسَنَةٌ لِمَنْ كَانَ يَرْجُوا اللّٰهَ وَالْيَوْمَ الْاٰخِرَ وَذَكَرَ اللّٰهَ كَث۪يرًاۜ


Lekad kâne lekum fî rasûli(A)llâhi usvetun hasenetun limen kâne yercû(A)llâhe velyevme-l-âḣira veżekera(A)llâhe keśîrâ(n)
Andolsun ki, Resûlullah, sizin için, Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok zikredenler için güzel bir örnektir.
Açıklama: Âyette, Hz. Peygamber’in, Allah’ın hoşnutluğunu kazandıracak davranışlarda bulunmak isteyenler için mükemmel ve canlı bir örnek, en büyük fazilet nümûnesi olduğu anlatılmaktadır. Böylece, Resûlullah’ın, hislerine mağlup insanları memnun etmek ve onlara pratik değerden mahrum birtakım nazarî kaideler öğretmekle görevli olmayıp, onun hedefinin, insanlığa amelî kaideler öğretmek ve bu kaideleri kendi yaşayışıyla izah ve tarif etmek olduğu anlaşılmış olmaktadır. Binaenaleyh, onun hayatı ve sîreti incelenirken bu nokta asla gözden uzak tutulmamalıdır.

(Allah'ın elçisinde)ف۪ي رَسُولِ اللّٰهِ(sizin için)لَكُمْ(vardır)كَانَ(andolsun)لَقَدْ
(vardır)كَانَ(kimseler için)لِمَنْ(en güzel)حَسَنَةٌ(bir örnek)اُسْوَةٌ
(ve gününe)وَالْيَوْمَ(Allah'a kavuşmaya inanan) يَرْجُوا اللّٰهَ
(çokça)كَث۪يرًاۜ(ve Allah'ı zikreden)وَذَكَرَ اللّٰهَ(ahiret)الْاٰخِرَ

SAFVETÜ'T-TEFASIR AHZÂB SÛRESİ

لَقَدْ كَانَ لَكُمْ ف۪ي رَسُولِ اللّٰهِ اُسْوَةٌ حَسَنَةٌ:Ey müminler! Bu Yüce Peygamber' de sizin için güzel bir örnek vardır. İhlasında, cihadında ve sabrında ona uyarsınız. O, bütün söz, fiil ve davranışlarında kendisine uyulması gereken en yüce örnektir. Çünkü o, ne heva ve hevesiyle konuşur, ne de bunlara göre davranır. Aksine vahye ve kendisine indirilene göre konuşur ve davranır. Dolayısıyla onun yoluna girmeniz ve uymanız gerekir.
لِمَنْ كَانَ يَرْجُوا اللّٰهَ وَالْيَوْمَ الْاٰخِرَ:Allah'ın sevabını uman ve azabından korkan Samimi bir mü'min için, Rasulullah (s.a.v.)'ta güzel bir örnek vardır.
 وَذَكَرَ اللّٰهَ كَث۪يرًاۜ:Ve Rabbini, diliyle ve kalbiyle çokça anan kimseler için onda güzel örnek vardır.
İbn Kesir şöyle der: Yüce Allah insanlara, sabrı, sabırda direnişi, cihadı ve cihada hazırlıklı olması hususunda peygambere uymalarını emretti. Onun içindir ki, Hendek savaşında dağılıp sarsıntı geçiren, sıkıntıya düşen kimselere şöyle buyurdu: "Sizin için, Allah'ın Rasulü'nde güzel bir örnek vardır". Yani, ona uyup onun gibi davransanız ya! [Muhtasaru İbn Kesir, 3/88]
Bundan sonra Yüce Allah, sadık mü'minlerin, Hendek savaşında Kureyş ordularını ve onlarla birlikte toplanmış olanları gördüklerinde takındıkları tavrı, ihlas ve kesin inançla takındıklarını anlattı. Bu savaş, iman ve fedakarlık ruhunu açık bir şekilde gösterir.

Allâh-u Teâlâ Âl-i İmrân Sûresi 3/31. âyet-i kerimede şöyle buyuruyor:


قُلْ اِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللّٰهَ فَاتَّبِعُون۪ي يُحْبِبْكُمُ اللّٰهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْۜ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ

Kul in kuntum tuhibbûna(A)llâhe fettebi’ûnî yuhbibkumu(A)llâhu veyaġfir lekum żunûbekum(k) va(A)llâhu ġafûrun rahîm(un)


Meâli şerifi: (Resûlüm!) De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir.

(bana uyun)فَاتَّبِعُون۪ي(Allah'ı seviyorsanız)تُحِبُّونَ اللّٰهَ(siz)كُنْتُمْ(eğer)اِنْ(de ki)قُلْ
(sizin)لَكُمْ(ve bağışlasın)وَيَغْفِرْ(Allah'da sizi sevsin)يُحْبِبْكُمُ اللّٰهُ
(Allah bağışlayan esirgeyendir)وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ(günahlarınızı)ذُنُوبَكُمْۜ



SAFVETÜ'T-TEFASIR ÂL-İ İMRÂN

قُلْ اِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللّٰهَ فَاتَّبِعُون۪ي يُحْبِبْكُمُ اللّٰهُ:Ey Muhammed! Onlara de ki: Siz gerçekten Allah'ı seviyorsanız bana uyunuz. O zaman Allah sizi sever. Çünkü ben O'nun Rasulüyüm.

وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْۜ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ:Rasulüne tabi olmanız ve O'nun emrine itaat etmeniz sebebiyle Allah sizi sever ve geçmiş günahlarınızı bağışlar. İbn Kesir şöyle der: Bu ayet-i kerimenin hükmü, peygamberin yolunda olmadığı halde Allah'ı sevdiğini iddia eden herkese şamildir. Çünkü o, bütün söz ve fiillerinde Muhammedi şeriata uymadıkça bu iddiasında yalancıdır. [Muhtasaru İbn kesir, I/227]

Bu kadar âyet ve hadisi şeriften anladığımız tek önder ve rehber Hz. Muhammed (sav) efendimizdir. Bütün yollar ona çıkar. Şeyhimiz Esseyyid Abdulkadir Geylani hazretleri şöyle buyurmuştur:
"Her veli bir peygamber yolu üzeredir ben ise ceddim Hz.Resûlullah yolu üzereyim. Ceddim Resûlullah hangi maneviyat makamlarından ayağını kaldırdıysa ben ayağımı koydum. En son makama gelinceye kadar.. (nübüvvet makamına gelince durdum)" 

Demek ki güzel ahlâkı alabilmemiz için resûlullahın hayatına bakacağız. Ailemizi eş ve dostlarımıza onun hayatını okuyarak şenlendireceğiz.

Peygamber aleyhissâlatü vesselâm bir hadisi şeriflerinde buyuruyor ki: 

عن أبي ذر و معاذ بن جبل -رضي الله عنهما- عن النبي -صلى الله عليه وسلم- قال: «اتق الله حيثما كنت، وأَتْبِع السيئةَ الحسنةَ تمحها، وخالقِ الناسَ بخلقٍ حسنٍ».
[حسن.] - [حديث أبي ذر: رواه الترمذي وأحمد والدارمي. حديث معاذ -رضي الله عنه-: رواه الترمذي وأحمد.]
المزيــد ...

Ebu Zer ve Muaz İbn Cebel -radıyallahu anhumâ-’dan merfû olarak rivayet olunduğuna göre Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur: 
«Nerede olursan ol, Allah’a karşı gelmekten sakın! Yaptığın kötülüğün arkasından bir iyilik yap ki bu onu yok etsin. İnsanlara karşı güzel ahlakın gereğine göre davran.»

Allâh-u Teâlâ'ya saygı duy ve verdiği nimetlerle O'na karşı gelme bu ahlakın en güzelidir. 

Sana verdiği makamda malda..vs O'na isyan etme! Azada çoğada kanât et nerde olursan ol. Allâh'a saygılı ol! 
(Her hikmetin başı Allah korkusudur.) [Taberani]

Allâh-u Teâlâ sana iyilik yaptığı gibi sende insanlara güzel ahlakla muamele et! 
Peygamber efendimiz (sav) gelen bir rivayette şöyle buyuruyor:
Muaz bin Cebel (r.a)’den Rasûlullah (sav)’in şöyle buyurduğu rivayet edildi: Nerede olursan Allah’tan kork, kötülüğün arkasından iyilik yap ki onu imha etsin, ve inslara güzel ahlakla muamele et.”
[Tirmizi]

Muhyiddin Arabi (ks)"Bir yerde günah işledin mi orada ibadet ve iyilik de yap ki kıyamet gününde senin kötülüğüne şahitlik edeceği gibi iyiliğine  de şahitlik etsin." 

Allâh-u Teâla Zilzâl sûresi 99/4. âyet-i kerimede şöyle buyuruyor:

يَوْمَئِذٍ تُحَدِّثُ اَخْبَارَهَاۙ
Yevme-iżin tuhaddiśu aḣbârahâ
Meâli Şerifi: İşte o gün, yer, Rabbinin ona vahyetmesiyle kendi haberlerini anlatır.

(haberlerini)اَخْبَارَهَاۙ(söyler)تُحَدِّثُ(işte o gün)يَوْمَئِذٍ


SAFVETÜ'T-TEFASIR ZİLZÂL SÛRESİ
يَوْمَئِذٍ تُحَدِّثُ اَخْبَارَهَاۙ:Yer içindeki hazine ve ölüleri dışarı attığında İbn Abbas, "İçindeki ölüleri çıkardığında .... " der. Münzir b. Said de: "Hazine ve ölülerini çıkardığında ... " diye tefsir eder.[Alusi, 30/209]
Hadiste şöyle buyurulmuştur: "Yer, altın ve gümüş sütunlar gibi, ciğerparelerini yani kıymetli şeylerini atar. Katil gelir ve, "Bunun için katil oldum" der. Akraba ziyaretini kesen gelir ve, "Bunun için akraba ziyaretini, kestim" der. Hırsız gelir, "Bunun için elim kesildi" der. Sonra bir şey almadan onu bırakırlar.»[Tirmizi, Fiten, 3]

İnsanlarla güzel ahlakla geçinin. Peygamber aleyhissâlatü vesselâm bir hadisi şeriflerinde buyuruyor :

“Mümin, başkasıyla hoş geçinen ve kendisiyle hoş geçinilen kişidir. İnsanlarla güzel geçinmeyen ve kendisiyle güzel geçinilmeyen kimsede hayır yoktur.” [Ahmed, Müsned, 2/400, 5/225]

Bu habere şahit olarak zikredilebilecek farklı bir rivayet de şudur:

Rasûlullah (aleyhissâlatü vesselâm), “Size en hayırlılarınızı ve en şerlilerinizi haber vereyim mi?” diye sordu. 
Bir adam, “Evet ey Allah’ın Rasûlü” deyince 

Rasûlullah (aleyhissâlatü vesselâm) şöyle dedi:

“Sizin en hayırlılarınız, hayrı umulan şerrinden emin olunan kimselerdir. En şerlileriniz hayrı umulmayan, şerrinden emin olunmayan kimselerdir.” [İbn Hibban, 2/285, ve 2/286; İbn. Ebî Şeybe, Musannef, 7/91 no: 34430]

Rasûlullah (aleyhissâlatü vesselâm) şöyle dedi:
يا عائشة إن شر الناس منزلة عند الله يوم القيامة من ودعه أو تركه الناس اتقاء فحشه
“Yâ Âişe! Şüphesiz ki, kıyamet gününde Allah nezdinde insanların en kötü mertebelisi, insanların fuhşundan korkarak kendisine veda ettiği yahut kendisini terk ettiği kimsedir.” buyurdular.

Süfyân İbni Abdullah radıyallahu anh şöyle dedi:
"Ey Allah’ın Resûlü! Bana kesinlikle yapmam gereken bir iş söyle" dedim. Efendimiz:
“Rabbim Allah’tır de, sonra dosdoğru ol!” buyurdu. Ben:
"Ey Allah’ın Resûlü! Hakkımda (zararını göreceğimden) en çok endişe ettiğin şey nedir? "dedim. Efendimiz, o güzel dilini eliyle tuttu ve:
“İşte budur!”
buyurdu.
[Tirmizî, Zühd 61; Ayrıca bk. İbni Mâce, Fiten 12]

Ebû Mûsâ radıyallahu anh şöyle dedi:
"Ey Allah’ın Resûlü! Hangi müslüman en üstündür? diye sordum.
“Dilinden ve elinden müslümanların emniyette olduğu kimse” cevabını verdi.
[Buhârî, Îmân 4, 5, Rikak 26; Müslim, Îmân 64, 65. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Cihâd 2; Tirimizî, Kıyâmet 52, Îmân 12; Nesâî, Îmân 8, 9, 11]

Seyda Şeyh Ahmed el Kâdiri (ks)
“Sofi kimdir? Dilinden ve elinden müslümanların emniyette olduğu kimsedir. Tekkeye gelmişsen ve şeyhinin elini tutup biat almışsan şartları yerine getirmen gerekir. Abid ya da zahid olmana gerek yok namazını kıl, kur'an'ı oku tespihlerini çek. Elinden ve dilinden insanlara eziyet etme. Sen en büyük sofisin demektir. Tarikata peygamber ahlakı ile ahlaklanmaya geliyoruz” buyuruyor.

Sehl İbni Sa’d radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Kim bana iki çenesi arasındaki (dili) ile iki budu arasındaki (üreme) organını koruma sözü verirse, ben de ona cennet sözü veririm. “
[Buhârî, Rikak 23. Ayrıca bk. Tirmizî, Zühd 61]

Edeb kelimesinin açılımı nedir? Eline Diline Beline sahip ol demektir. (أدب)

Hz. Şeyh Abulkadir Geylani (ks) "Tasavvufun tümü edepten ibarettir. Kim edeben senden ilerdeyse sofilikte de senden ilerdedir." buyurmuştur. 

Yine bir hadisi şerifte:

عن أنس رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: [أُتِىَ النَّبىُّ (صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ) بِمَالٍ مِنَ الْبَحْرَيْنِ فقَالَ انْثُرُوهُ في المَسْجِدِ، وكانَ أكْثرَ مَال أُتى بِهِ رسولُ اللّه (صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ)، فَخَرَجَ رسولُ اللّه (صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ) إلى الصَّلَاةِ وَلَمْ يَلْتَفِتْ إلَيْهِ. فَلَمَّا قَضَى الصَّلَاةَ جَاءَ فَجَلَسَ إلَيْهِ فَمَا كانَ يَرَى أحَداً إﻻَّ أعْطَاهُ فَجَاءَ الْعَبَّاسُ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ فَقَالَ: يَا رسوُلَ اللّه أعْطِنِى فإنِّى فَادَيْتُ نَفْسِى وَفَادَيْتُ عَقِيلًا. فقَالَ: خذْ فَحَثَى في ثَوْبِهِ ثُمَّ ذهَبَ يُقِلُّهُ فَلَمْ يَسْتَطِعْ فقَالَ يَارسُولَ اللّه: مُرْ بَعْضُهُمْ يَرْفَعْهُ إلىَّ. فقَالَ:لَا . قَالَ: فَارْفَعْهُ أنْتَ عَلىَّ. قال لَا. قاَلَ: فَنَثَرَ مِنْهُ ثُمَّ ذَهَبَ يُقلُّهُ فَلَمْ يَسْتَطِعْ. فقَالَ: مُرْ بَعْضَهُمْ يَرْفَعْهُ إلىَّ . قَالَ:لَا. قَالَ فَارْفَعْهُ أنْتَ عَلىَّ. قَالَ:لَا. فَنَثَرَ مِنْهُ ثُمَّ احْتَمَلَهُ فَألْقَاهُ عَلى كاهِلِهِ، ثُمَّ انطَلَقَ فمَا زَالَ رسول اللّه (صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ) يُتْبِعُهُ بَصَرَهُ حَتَّى خَفِىَ عَلَيْهِ عَجَباً مِنْ حِرْصِهِ. فَمَا قَامَ رسولُ اللّه (صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ) وَثَمَّ مِنْهُ دِرْهُمٌ]. أخرجه البخارى .

Hazreti Enes (Radıyallahu anh) naklediyor ki,

• Rasûlullah (aleyhissâlatü vesselâm)'e Bahreyn'den bir mal getirildi.

Rasûlullah (aleyhissâlatü vesselâm):
- "Bunu mescide dökün" dedi.

Bu mal (şimdiye kadar) Rasûlullah (aleyhissâlatü vesselâm)e gelenlerin en çok olanı idi. Rasûlullah (aleyhissâlatü vesselâm) namaza gitti ve mala hiç nazar etmedi.

Namaz bitince gelip malın yanında durdu. Her gördüğüne ondan veriyordu. Derken amcası Abbas Radıyallahu Anh geldi ve:
- "Ey Allah'ın Resulü, bana da ver. Zira ben hem kendimin, hem de Akil'in (esaretten kurtuluş) fidyesini verdim!" dedi.

Rasûlullah (aleyhissâlatü vesselâm):
- "Al!" dedi.
Bunun üzerine o da torbasını iyice doldurdu. Sonra onu sırtlamaya çalıştı, ancak muvaffak olamadı.

"Ey Allah'ın Resulü, birilerine söyle de sırtıma kaldırıversin" dedi ise de: "Hayır" cevabını aldı.

Bunun üzerine, Abbas (ra):
- "Öyleyse sen sırtıma kaldırıver!" dedi. Yine: "Hayır!" cevabını aldı.

Bunun üzerine Abbas (ra), torbadan bir miktarını döktü, tekrar sırtlamaya çalıştı, yine kaldıramadı.

Ve: "Birilerine söyle sırtıma kaldırıversin!" dedi. "Hayır!" cevabını alınca, yine: 
"öyleyse sen kaldırıver" dedi.

Rasûlullah (aleyhissâlatü vesselâm) buna da "Hayır!" deyince Hz.Abbas (ra) bir miktar daha boşalttı, sonra kaldırıp omuzuna koyup çekip gitti.

Rasûlullah (aleyhissâlatü vesselâm), Abbas Radıyallahu Anh'ın para hırsına taaccübünden, bize görünmez oluncaya kadar gözleriyle onu takip etmişti.

Rasûlullah (aleyhissâlatü vesselâm) tek dirhem kalıncaya kadar oradan ayrılmadı.

[
Buhari, Salat 42, Cizye 4, Cihad 172]

Sahabeden Abdurrahman b. Semüre (ra) rivayetle:

“Ya Abdurrahman! Dünya tatlıdır, yeşildir / güzeldir / çekicidir. Muhakkak ki Allah sizi (Müslümanları) orada halife yapacaktır ve neler yapacağınıza bakacaktır. Dikkat edin; dünyadan sakının / korkun ve kadınlardan sakının / korkun.” [Mecmauz’-zevaid,10/246]

Hadiste insanın, nefsanî duygularına hitap eden iki şey karşısında dikkatli olmaları istenmektedir. Bunlardan biri, dünyanın kendisidir. Dünyanın menfaatleri, mal-mülkü, makam-mevkii çok lezzetlidir, tatlıdır, yeşil bahçeler gibi güzel ve çekicidir. İkincisi, erkekler için önemli bir imtihan vesilesi olan kadınlardır. Onlar da tatlıdır, çekicidir, nefse hitap etmektedir. Erkekler için geçerli olan bu durum, kadınlar için de geçerlidir; erkekler de kadınlar için bir imtihandır.

- Harut-Marut konusu Kur’an’da şöyle geçiyor:

“Tuttular, Süleyman’ın hükümranlığı hakkında şeytanların uydurdukları sözlere tâbi oldular. Halbuki Süleyman küfre gitmemişti. Fakat asıl o şeytanlar küfre gittiler. Halka sihri ve Babil’de Hârut ve Mârut adlı iki meleğe indirilen şeyleri öğretiyorlardı. Oysa o ikisi: 'Biz sırf imtihan için gönderildik, sakın kâfir olma!' demedikçe hiç kimseye sihir öğretmezlerdi. İşte bunlardan koca ile karısının arasını açacak şeyler öğreniyorlardı. Fakat Allah’ın izni olmadıkça onlar bununla hiç kimseye zarar veremezlerdi. Onlar kendilerine zarar getirip fayda vermeyen şeyler öğreniyorlardı. Büyüye müşteri olan kimsenin âhiretten nasibi olmadığını pek iyi biliyorlardı. Karşılığında kendi varlıklarını sattıkları şey ne kötü! Keşke bunu anlasalardı!” [Bakara, 2/102]

Kur’ân-ı Kerîm’de Hârût ve Mârût’un zikredildiği âyet, Hz. Süleyman’a atılan iftiralarla Hârût ve Mârût’un sihir öğretişi hakkında iki ana konuya ait bilgi verir.
Müfessirler, bu âyetin sihir öğretmenin ve öğrenmenin sakıncalarını vurguladığı konusunda ittifak etmişlerdir. Hârût ve Mârût’la ilgili âyette yer alan yegâne bilgi, onların Bâbil’de bulundukları ve günah olduğu konusunda uyarıda bulunarak insanlara sihir öğrettikleri şeklindedir.
Bununla birlikte tarih ve tefsir kitapları özellikle İsrâiliyat’ın etkisiyle konuyu ayrıntılı biçimde anlatmaktadır.
Halbuki Hârût ve Mârût konusunda sahih hiçbir hadis yoktur.
- Ahmed İbni Hanbel (Müsned) ve İbni Hibban (es-Sahih)'in Ibni Ömer'den rivayet ettiğine göre, Peygamber'imiz (s.a.v) buyuruyor ki:

Adem (A.S.) yeryüzüne indirilince melekler, «Yâ Rabb'i! Oysa biz sana hamdederek daima seni tesbih ve takdis ederken sen yeryüzüne fesat çıkarıp kan döken birini mi yaratacaksın?» derler. 
Allah(cc) 'Ben, sizin bilmediğinizi bilirim' diye buyurunca melekler yine 
«Ey Rabbimiz, biz sana ademoğlundan daha çok bağlıyız.' derler. Bunun üzerine Allâh (cc)
'iki melek getirin, bakalım nasıl davranacaklar» diye buyurur. 
Melekler «Ey Rabbimiz, Harut ile Marutu seçiyoruz» derler. 
Allah, ikisine «Yeryüzüne ininiz» diye buyurur. Onlar da inerler. Çiçeklerden biri güzel kadın kılığına sokularak karsılarına çıkarılır, hemen yanına sokularak onunla yatmayı teklif ederler. Kadın onlara 
«Şirk ifade eden şu cümleyi dilinizden duymadıkça hayır» diye cevap verir. Onlar da 
«Hayır, bizler hiçbir zaman Allah'a şirk koşmayız» diye karşılık verirler. Bu cevapları üzerine kadın yanlarından ayrılır. Sonra onunla yeniden karsılaşırlar. Yanında bir bebek taşımaktadır. Hârut ile Mârut yine kadından kendilerine teslim olmasını isterler. 
Kadın «Bu bebeği öldürmedikçe olmaz» diye cevap verir. Onlar da 
«Hayır, Allah adına yemin ederek söylüyoruz ki, biz hiçbir zaman onu öldüremeyiz» diye cevap verirler. Bunun üzerine kadın yine gözlerden kaybolur. Az sonra elinde bir kadeh içki ile geri döner. Yine ondan kendilerine teslim olmasını isterler. 
Kadın «Şu kadehteki içkiyi içmedikçe olmaz» der. İçkiyi içerler. Sarhoş olunca hem kadının ırzına geçerler, hem de çocuğu öldürürler. Ayılınca, kadın onlara 
«Allah'a yemin ederim ki, sarhoş olunca daha önce reddettiğiniz günahların her ikisini de işlediniz» der. Bunun üzerine Allah tarafından ya dünyada ya âhirette yaptıklarının cezasını çekmeyi tercih etmeye çağırılırlar ve dünya cezasını tercih ederler.

İbn Kesîr, sened zincirindeki Mûsâ b. Cübeyr sebebiyle bu hadisin “garîb” olduğunu ve Abdullah b. Ömer’in bu rivayeti Kâ‘b el-Ahbâr’dan naklettiğini belirtir (Tefsîrü’l-Ḳurʾân, I, 198-199). 
Hz. Ali’nin Resûlullah’tan rivayet ettiği nakledilen, “Allah Zühre’ye lânet etti; çünkü Zühre, Hârût ve Mârût adlı iki meleği fitneye sevketti” hadisi de sahih değildir (a.g.e., I, 200). 
Yine Hz. Ali’ye isnat edilen bir rivayette, iki meleğin imtihanına vesile olan kadına Araplar’ın Zühre, Acemler’in Enahîd dedikleri, kadının onlara semaya çıkıp yeryüzüne inmelerinin sırrını sorduğu, böylece ism-i a‘zam duasını öğrenip semaya çıktığı ve yıldıza dönüştüğü nakledilir (Süyûtî, s. 58).
İbn Abbas’tan gelen benzer bir rivayette de denenmek üzere yeryüzüne gönderilen iki melekten bahsedilir. Bu iki melek Enahîd adlı çok güzel bir kadın tarafından baştan çıkarılır ve melekler bu denemede başarısız olurlar. Kadın Zühre yıldızına dönüştürülür. Daha sonra Hz. Süleyman iki meleği dünya veya âhiret azabını seçmekte serbest bırakır, onlar da dünya azabını seçerler (İbn Kesîr, I, 202; Süyûtî, s. 59).

İbn Kesîr, bu rivayetlerin hepsinin uydurma olduğunu ve gerçekte Kâ‘b el-Ahbâr’dan kaynaklandığını belirtir. Sened yönünden değerlendirilen bu rivayetler zayıf bulunmuştur (İyâde Eyyûb el-Kübeysî, XXVII/3, s. 12-28). Ebü’l-Ferec İbnü’l-Cevzî de gerek Hz. Muhammed’e gerekse Hz. Ali’ye atfedilen rivayetlerin tamamen uydurma olduğunu ifade eder. 
İbn Cerîr et-Taberî, Muhammed b. Ahmed el-Kurtubî, Fahreddin er-Râzî, Kādî İyâz, İbn Hazm, Ebû Bekir İbnü’l-Arabî gibi önde gelen müfessirler, ayrıca Ebû Ca‘fer et-Tûsî, Tabersî gibi Şiî âlimleri de bu rivayetleri şüpheli bulur.

Öte yandan kıraat âlimleri arasında, âyette geçen ve mütevâtir kıraatlerde “melekeyn” (iki melek) şeklinde okunan kelimeyi farklı telaffuz edenler de vardır. 
İbn Abbas, Hasan-ı Basrî, Ebü’l-Esved ed-Düelî ve Dahhâk b. Müzâhim kelimeyi “melikeyn” (iki melik, iki kral) şeklinde okuyarak Hârût ve Mârût’u insan kabul etmişlerdir. İbn Hazm ise bunların melek değil iki şeytan veya cinden iki kabile olduğunu söyleyerek farklı bir yorum yapmıştır. Ebû Bekir el-Esamm’a göre onlar küçük günah işlemişlerdir (DİA, XI, 354).

Özellikle tefsir kitapları Hârût ve Mârût’un kişiliklerine dair İsrâiliyat’a dayanan pek çok rivayet aktarır. Bu rivayetlerin bazılarına göre Hârût ve Mârût Irak’ta, Dünbâvend Bâbili’nde, Demâvend dağında, Garp’ta bir yerde oturmaktadırlar; İdrîs peygamber zamanında yaşamışlardır. Kıyamete kadar saçlarından asılma cezasına çarptırılmış veya başları kanatlarının altına kıstırılmış ya da baş aşağı asılarak cezalandırılmışlardır. 

Ancak müfessirlerin çoğu bu rivayetlerin asılsız olduğunu kabul etmektedir. 
Muhaddisler de Hârût ve Mârût’la ilgili hadisleri tahlil edip aynı sonuca ulaşmışlardır. 
Bununla birlikte Gazzâlî’nin İḥyâʾü ʿulûmi’d-dîn’i gibi bazı ahlâk kitaplarının sihirle ilgili bahislerinde konu herhangi bir yorum yapılmadan ele alınmıştır (III, 204). Orta Asya Türkleri’nin kısas-ı enbiyâ türünden az sayıdaki eserlerinde İran-yahudi geleneğinin etkisini yansıtan anlatımlar vardır. Nitekim Nâsırüddin Rabgūzî (XIII-XIV. yüzyıl), Hârût ve Mârût bahsinde iki meleğin adı olarak Azaya ve Aza’yı kullanmıştır. Rabgūzî’nin eserindeki ifadelerden anlaşıldığı kadarıyla Türkler’in Ester için kullandığı isim ise Sakit’tir (Kısasü’l-enbiyâ, I, 43, 44).
Dünya azabını tercih eden Hârût ile Mârût’u Bâbil’de kuyuda baş aşağı asılı gösteren bir minyatür (Servet Ukkâşe, Târîḫu’l-fen VI: et-taṣvîrü’l-Fârîsî ve’t-Türkî, Beyrut 1983, s. 213)

“Bir gün Hz. Hüseyin (ra), evlâtlariyle yemek yerken, köle elindeki sıcak çorbayı Hazret’in üstüne döktü. Kaynar çorbadan vücûdu müteessir olmuştu. Köleye bir şey söylemedi; fakat yüzüne sertçe baktı. Köle suçlu ise de hem ârif, hem de lûtuf ile muamele görmeye alışık olduğundan hemen 
‘Allah öfkesini yenenleri sever’, âyetini okudu. (Âl-i imrân 134.ayet tevbenin fazileti ve kabul şartları bölümünde tefsiri yapılmıştı)
Hz. Hüseyin derhal ‘Gayzımı yendim’ buyurdu. 
Bundan cesaret alan köle, bu defa da ‘Allah affedenleri sever’ âyeti ile sözüne devam edince, 
Hz. Hüseyin yine tereddütsüz ‘Seni affettim’ cevâbını verdi. 
Köle iyice yüz bulmuştu ‘Allah ihsan edenleri sever’ âyetini de okuyunca Hz. Hüseyin büyük bir cömertlik ve anlayışla ‘Seni azat ettim yâ köle!’ buyurdu.

Kur’an-ı Kerim’de A’râf sûresi, 199.âyet-i kerimede şöyle buyrulur:

خُذِ الْعَفْوَ وَأْمُرْ بِالْعُرْفِ وَاَعْرِضْ عَنِ الْجَاهِل۪ينَ

Ḣużi-l’afve ve/mur bil’urfi vea’rid ‘ani-lcâhilîn(e)
“Sen af yolunu tut, iyiliği emret ve kendini bilmezlere aldırma.” 

(yüz çevir)وَاَعْرِضْ(iyiliği)بِالْعُرْفِ(emret)وَأْمُرْ(af yolunu tut)خُذِ الْعَفْوَ
(cahillerden)عَنِ الْجَاهِل۪ينَ


SAFVETÜ'T-TEFASiR A'RAF SÜRESİ

خُذِ الْعَفْوَ:'1: "Sen, afv yolunu tut. Bu, Rasulullah (s.a.v,)'a güzel ahlakı emreden bir ayettir. Yani, insanlarla muamelelerinde kolaylık yolunu tut.
İbn Kesir şöyle der: Bu mana, bu konuda söylenen sözlerin en meşhurudur. Cebrail (a.s.)'in Rasulallah (s.a:v.)' a söylediği şu söz bunu destekler: "Allah, sana zulmedeni affetmeni, sana vermeyene vermeni ve sana gelmeyene gitmeni emreder." [İbn Kesir, 3/535, Taberi, 9/ 105, 1987 Baskısı]

وَأْمُرْ بِالْعُرْفِ:Sözlerde ve fiillerde iyiyi, güzeli ve beğenileni emret.

وَاَعْرِضْ عَنِ الْجَاهِل۪ينَ:Cahillerden yüz çevir. Beyinsizlere beyinsizce karşılık verme. Bilakis onlara yumuşak davran. 
Kurtubi şöyle der: Bu, her ne kadar Peygamber (s.a.v.)'e hitap ise de, Allah'ın bütün mahlukata edep öğretmesidir. [Kurtubl, 7 /347]

Allah Teâlâ kullarına zor gelecek şeyleri onlara yaptırmayı doğru bulmadığı için Peygamber aleyhisselâm’a bu âyette üç şeyi emretmektedir:

Bunlardan biri, insanlarla olan ilişkilerinde onların kusurunu bağışlamayı âdet edinmesidir. İşte bu sebeple sevgili Peygamberinden insanların kusurlarına ve hatalarına bakmamasını, onları hoş görmesini, onlara zorluk çıkarmamasını istemektedir.

İkincisi, insanlara aklın ve dinin uygun gördüğü ve kimsenin yadırgamayacağı davranışları emretmesi, emredeceği zaman da uygun bir üslup kullanmasıdır. O takdirde insanlar kendilerinden beklenen şeyleri isteyerek ve severek yapacaklardır.

Üçüncüsü de kendini bilmez, dolayısıyla Rabbini tanımaz kimselerin bayağı sözlerine, çirkin davranışlarına karşılık vermemesi, onlara aldırmamasıdır.

Peygamber Efendimiz’e karşı kaba saba davranışlarıyla tanınan bedevî Uyeyne İbni Hısn bir gün yeğeni Hürr İbni Kays’ın yanına gitmişti. Hürr, Hz. Ömer’in değer verdiği ve görüşlerini aldığı bir âlimdi. Uyeyne ona:

- Yeğenim! Halifenin yanında yüksek değerin var. İznini alsan da kendisini ziyaret etsem, dedi. O da:

- Peki, amca, diyerek Hz. Ömer’den izin aldı. Uyeyne huzura girdiğinde Halife’ye hitaben:

- Ey Ömer, bize ne bol dünyalık verirsin ne de aramızda adaletle hükmedersin! deyince, Hz. Ömer pek öfkelendi ve adamın üzerine yürüdü.

Hürr İbni Kays hemen araya girerek:

- Ey Mü’minlerin Emîri! Allah Teâlâ Peygamber’ine “Sen af yolunu tut, iyiliği emret ve kendini bilmezlere aldırma” buyuruyor. (A'raf sûresi 199.âyet-i kerime)Uyeyne de o cahillerdendir diyerek yukarıdaki âyet-i kerîmeyi okudu.

Râvilerin naklettiğine göre o heybetli halife, olduğu yere çakılmış gibi dikildi ve bir adım ileri gitmedi.

Faziletlerin en üstünü, gelmeyene gitmek, esirgeyene vermek, haksızlık edeni bağışlamak olduğuna göre, câhillere uymamak ve onların seviyesine inmemek en iyi davranıştır.

“Şimdilik onları bağışla, kendilerine güzel davran.” (Hicr sûresi, 85)

“Onları bağışlasınlar, kusurlarına bakmasınlar. Allah’ın sizi bağışlamasını arzu etmez misiniz?” (Nûr sûresi, 22)

Af etmek, kalbimizi öfke, husumet ve intikam duygularından temizler, bir yandan da bu kötü duyguların yüreğimizi kaplayan ağır yükünü hafifletir. Sıcak, sağlıklı ve olgun bir iletişim ortamını mümkün kılar. Ayrıca affetmek insanı güçlü ve saygın kılar.
Rasûlullah (aleyhissâlatü vesselâm)

“...Allah, affeden bir kulunun ancak şerefini artırır...” [M6592 Müslim, Birr, 69.]

حَدَّثَنَا يَحْيَى بْنُ أَيُّوبَ وَقُتَيْبَةُ وَابْنُ حُجْرٍ قَالُوا حَدَّثَنَا إِسْمَاعِيلُ - وَهُوَ ابْنُ جَعْفَرٍ - عَنِ الْعَلاَءِ عَنْ أَبِيهِ عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ عَنْ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم قَالَ « مَا نَقَصَتْ صَدَقَةٌ مِنْ مَالٍ وَمَا زَادَ اللَّهُ عَبْدًا بِعَفْوٍ إِلاَّ عِزًّا وَمَا تَوَاضَعَ أَحَدٌ لِلَّهِ إِلاَّ رَفَعَهُ اللَّهُ »
M6592 Müslim, Birr, 69.

Ne kadar manidardır ki “bağışlamak” kelimesi dilimizde “affetmek” anlamına geldiği gibi, “karşılık gözetmeden vermek” anlamına da gelir. “Bağışlamak”, bir bakıma “bağışta bulunmak”tır. Affetmek suretiyle insan aslında gönül dünyasını kin, nefret ve düşmanlık duygularından arındırdığı için kendisine, cezalandırmaktan vazgeçtiği için suçluya ve nihayet intikam peşinde koşmayıp huzursuzluğa sebebiyet vermediği için de topluma âdeta “bağışta bulunmuş” gibidir.

Abdullah bin Ömer -radıyallâhu anhümâ-’nın anlattığına göre, bir adam Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e gelerek:

“-Ey Allâh’ın Rasûlü!. Hizmetçiyi (işlediği bir hatadan dolayı) kaç kez affedeyim?” diye sordu.

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- sustu. Ardından adam:

“-Ey Allâh’ın Rasûlü! Hizmetçiyi kaç kez affedeyim?” diye tekrar sordu.

Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bu sefer şöyle buyurdu:

“-Her gün yetmiş kere…” [Tirmizî, Birr, 31; Ebû Dâvud, Edeb, 123-124]

Başka bir hadisi şerifte ise,

Rasûlullah (aleyhissâlatü vesselâm) “…Allah, affeden bir kulun ancak şerefini arttırır…” buyuruyor.

Rasûlullah (aleyhissâlatü vesselâm) , Mekke’yi fethettiğinde Mescid-i Haram’a gider. Kâbe’yi tavaf edip iki rek’at namaz kılar. Bu arada bütün Mekke halkı Kâbe’nin etrafında toplanmış, endişe ve korkuyla Efendimizin kendilerine ne tür bir muamelede bulunacağını beklemektedir. 

Mekkeliler, Peygamberimize İslâm’a davetin ilk gününden itibaren her türlü eziyeti yapmışlardı. Üstelik canına ve malına da kastetmişlerdi. Şimdi ise Mekkelilerin hayatı Efendimizin iki dudağı arasındaydı. Herkes ondan geçmişin hesabını soracağını ve intikam alacağını beklerken, Rahmet Elçisi kalabalıklara doğru yönelerek: 

“Tıpkı Yusuf Peygamber gibi ben de “Bugün size kınama yok. Allah sizi bağışlasın. O, merhametlerin en merhametlisidir.” Diyorum. Gidebilirsiniz, hepiniz serbestsiniz.” Buyurdu ve affetmenin en güzel örneğini gösterdi. 
Kötülüğe iyilikle karşılık verdi. Nefret sevgiye, küfür imana dönüştü, dost-düşman farkı silinip yok oldu, iman kardeşliği gerçekleşti. Toplumsal, ulusal kardeşliğimizi, kültürel paylaşımlarımızın zenginliğini, tarihin bize bıraktığı kardeşlik mirasını, farklı görüş ve yaşam şekilleriyle maneviyatımızın bizi birleştiren bir ve bütün yapan evrensel gücünü ve bu ülkede yaşayan ırkı, mezhebi, siyasi görüşü, yaşam şekli, kültürel farklılığı ne olursa olsun tüm kesimlerin bu ülkenin ortağı ve paydaşı olduğunu unutup her şeyin sahibi gibi davranmak, bizden farklı değerlere sahip olanı ötekileştirmek yâda yapılan hataların af etme limitini asla hesaplamadan orantısız suçlamak ve cezalandırmak bize ne kazandırır..

Resûlullah, Uhud Harbi’nde amcası Hazret-i Hamza’nın ciğerini hırsla dişleyen Hind’i bile, îmânı mukâbilinde Mekke Fethi’nde affetmiştir.

Hind, bey’at etmek isteyen diğer kadınlarla birlikte Resûlullah Efendimiz’in huzûr-i âlîlerine geldi. Tanınmamak için yüzünü peçelemiş, kılık-kıyâfetini değiştirmişti. Öldürülmekten korkuyor, Peygamber Efendimiz’den uzak duruyordu. Diğer kadınlar konuşmayınca Hind:

“–Yâ Rasûlallâh! Allâh’a hamd olsun ki, kendisi için seçip beğendiği dînini üstün kıldı. Muhakkak ki, Sen’in rahmetin bana da dokunacaktır! Ben şimdi Allâh’a inanmış ve O’nu tasdik etmiş bir kadınım!” dedi. Sonra yüzünden peçeyi açıp:

“–Ben Hind bint-i Utbe’yim! Allah geçmiş günahları affeder. Sen beni bağışla ki, Allah da Sen’i bağışlasın!”
dedi.

Resûlullah tebessüm etti, Hind’i yanına çağırdı ve:

“–Demek sen Hind bint-i Utbe’sin?!” buyurdu. Hind:

“–Evet!” dedi.

Allah Resûlü:

“–Merhabâ, hoş geldin!” buyurdu. Hind:

“–Vallâhi yâ Rasûlallâh! Dün, yeryüzünde Sen’in hâne halkın ve taraftarların kadar zillete ve hakârete uğramasını istediğim başka bir kimse yoktu! Bugün sabaha çıktığımda ise, Sen’in hâne halkın ve taraftarların kadar izzet ve şerefe nâil olmasını istediğim başka biri yok!” dedi.

Resûlullah:

“–Senin bu hâlin daha da artacaktır!”
buyurdu. [Vâkıdî, II, 850; Taberî, XXVIII, 99; Zemahşerî, VI, 107; Diyarbekrî, II, 89]

Allah Resûlü, Kelime-i Tevhîd’in şânı hürmetine Hind’i ve daha nicelerini bağışlamışlardır.

خياركم احاسنكم اخلاقا

Sizin en seçkininiz ahlakı en güze olanınızdır.[Ebû Dâvûd, Edeb, 8. No: 4798.]

“Edep bir taç imiş nur-ı Hüda’dan
Giy ol tacı emin ol her beladan”

Rabbimiz bizi güzel ahlak sahibi eylesin, iyilerle karşılaştırsın inşaallah. Zalimlerin, hasetçilerin, fitnecilerin, dedikoducuların şerlerinden bizleri muhafaza eylesin.. Rabbimiz  bizleri elimizden dilimizden emin olunan kimselerden eylesin. Kavlen ve fiilen bizleri Rasûlullah (aleyhissâlatü vesselâm)e uymayı ve benzemeyi nasip eylesin amin amin..
Kâdiri tarikatı Seyyid Şeyhimiz Abdülkādir-i Geylânî’nin (ö. 561/1165-66) yolunda  edep üzere, Kur'an ve sünnet üzere ilerlemeyi nasip eylesin inşallah.. amin amin..
Velhamdü lillâhi Rabbil âlemîn el fatiha.. 

Yorum Gönder

5 Yorumlar

  1. Sayenizde biraz ayet okuduk teşekkürler, Allah korkusu olmayan o kadar insana ragmen hala iyi şeyler de var bu dunyada iyi ki de var

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim Allah razı olsun hayra vesile olduysak ne mutlu bana...

      Sil
  2. Emeğinize sağlık. Herkesin bilmesi, öğrenmesi gereken bilgiler, hele de günümüzde. Allah doğru yoldan ayırmasın bizi.
    Yazılar biraz küçük olduğu için ara verdim, kalanı sonra okuyacağım.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim yazı puntosunu büyütmem gerekiyor galiba :)
      Her zaman beklerim..

      Sil
    2. Telefondan okuduğum için biraz küçük geldi bazı yazı boyutları. :)

      Sil