Son yayınlar

6/recent/ticker-posts

Tefsir dersi 1, Ayet ve Hadislerde İhlas, Riya nedir ?, Kehf Suresi 18/110 tefsiri, (2.bölüm)



Tefsirin birlinci bölümü için tıklayın


Zilzâl suresi 7.ayeti kerimede Allâh-u Teâla şöyle buyuruyor:


فَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ خَيْرًا يَرَهُۜ
Femen ya’mel miśkâle żerratin ḣayran yerah(u)
Kim zerre miktarı hayır yapmışsa onu görür.
ÂYETİN TEFSİRİ SAFVETÜ'T-TEFASiR
فَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ خَيْرًا يَرَهُۜ
Kim, bir zerre toprak ağırlığında bir hayır yaparsa, kıyamet günü onu defterinde bulur ve karşılığını alır. Kelbi der ki: Zerre, en küçük karıncadır. İbn Abbas da der ki: Elini yere koyup kaldırdığınca, ona yapışan her toprak bir zerredir.[et-Tefsiru'l-kebir, 31/61]


Zilzâl suresi 8.ayeti kerimede Allâh-u Teâlâ şöyle buyuruyor:


وَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ شَرًّا يَرَهُ
Vemen ya’mel miśkâle żerratin şerran yerah(u)
Kim de zerre ağırlığınca bir kötülük işlerse, onun cezasını görecektir.
ÂYETİN TEFSİRİ SAFVETÜ'T-TEFASiR
وَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ شَرًّا يَرَهُ
Kim, bir zerre toprak ağırlığında bir şer işlerse, kıyamet günü onu defterinde bulur ve karşılığını alır. Kurtubi der ki: Bu, Yüce Allah'ın, Ademoğlu'nun küçük, büyük hiçbir amelinden gafil kalmadığına dair getirdiği bir misaldir. Bu, Yüce Allah'ın, "Kuşkusuz Allah, zerre ağırlığında haksızlık etmez"iO ayetine benzer.[Kurtubi, 20/150]

FAYDALI BİLGİLER 
Hz. Peygamber (s.a.v.), kendisine eşeklerin zekatı sorulduğunda,
 فَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ خَيْرًا يَرَهُۜ:Bu ayeti, "Geniş kapsamlı eşi bulunmaz bir ayet" olarak isimlendirmiş ve: "Allah onlar hakkında şu tek ve kapsamlı ayetten başka bir şey indirmemiştir" buyurarak bu ayetleri okumuştur.[Buhari, Menakıb, 28; Tefsir-i sure, 99, 1-2; İ'tisarn, 24]
***

Allâh-u Teâlâ'yı asla kimse kandıramaz. Ebû Hu­rey­re -ra­dı­yal­lâ­hu anh-, ibâ­det­le­rin­de ih­lâ­sı kay­be­dip, ben­lik ve he­vâ­la­rı­nı öne çı­kar­tan kim­se­le­rin âkı­be­ti hak­kın­da Haz­ret-i Pey­gam­ber -sal­lâl­lâ­hu aley­hi ve sel­lem-’in şöy­le bu­yur­du­ğu­nu ha­ber ver­mek­te­dir:
“Kı­ya­met gü­nü he­sâ­bı ilk gö­rü­le­cek ki­şi, şe­hid düş­müş bir kim­se olup hu­zu­ra ge­ti­ri­lir. Al­lâh Te­âlâ, ona ver­di­ği nî­met­le­ri ha­tır­la­tır, o da ha­tır­lar ve bun­la­ra ka­vuş­tu­ğu­nu îti­raf eder. Ce­nâb-ı Hak:

«– Pe­ki bun­la­ra kar­şı ne yap­tın?» bu­yu­rur.

O kim­se:

«– Şe­hid dü­şün­ce­ye ka­dar Sen’in uğ­run­da ci­hâd et­tim.» di­ye ce­vap ve­rir.

Ce­nâb-ı Hak:

«– Ya­lan söy­lü­yor­sun. Sen, ne kah­ra­man adam de­sin­ler di­ye sa­vaş­tın, o da de­nil­di.» bu­yu­rur. Son­ra em­ro­lu­nur da o ki­şi yü­züs­tü ce­hen­ne­me atı­lır.

Bu de­fa ilim öğ­ren­miş, öğ­ret­miş ve Kur’ân oku­muş bir ki­şi hu­zû­ra ge­ti­ri­lir. Al­lâh Te­âlâ ona da ver­di­ği nî­met­le­ri ha­tır­la­tır. O da ha­tır­lar ve îti­râf eder. Ona da:

«– Pe­ki bu nî­met­le­re kar­şı­lık ne yap­tın?» di­ye so­rar.

O ise:

«– İlim öğ­ren­dim, öğ­ret­tim ve Sen’in rı­zân için Kur’ân oku­dum.» ce­vâ­bı­nı ve­rir.

Ce­nâb-ı Hak:

«– Ya­lan söy­lü­yor­sun. Sen, âlim de­sin­ler di­ye ilim öğ­ren­din, ne gü­zel oku­yor de­sin­ler di­ye Kur’ân oku­dun. Bun­lar da se­nin hak­kın­da söy­len­di.» bu­yu­rur. Son­ra em­ro­lu­nur, o da yü­züs­tü ce­hen­ne­me atı­lır.

(Da­ha son­ra) Al­lâh’ın ken­di­si­ne her çe­şit mal ve im­kân ver­di­ği bir ki­şi ge­ti­ri­lir. Al­lâh Te­âlâ ver­di­ği nî­met­le­ri ona da ha­tır­la­tır. O da ve­ri­len nî­met­le­ri ha­tır­lar ve îti­râf eder.

Ce­nâb-ı Hak:

«– Pe­ki ya sen bu nî­met­le­re kar­şı­lık ne yap­tın?» bu­yu­rur.

O şa­hıs:

«– Ve­ril­me­si­ni sev­di­ğin, râ­zı ol­du­ğun hiç­bir yer­den esir­ge­me­dim, sa­de­ce se­nin rı­zâ­nı ka­zan­mak için ver­dim, har­ca­dım.» der.

Hak Te­âlâ:

«– Ya­lan söy­lü­yor­sun. Hâlbuki sen, bü­tün yap­tık­la­rı­nı ne cö­mert adam de­sin­ler di­ye yap­tın. Bu da se­nin için zâ­ten söy­len­di.» bu­yu­rur. Em­ro­lu­nur, bu da yü­züs­tü ce­hen­ne­me atı­lır.” (Müs­lim, İmâ­re, 152)



Tahrim suresi 8.ayette Allâh-u Teâlâ şöyle buyuruyor:

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا تُوبُٓوا اِلَى اللّٰهِ تَوْبَةً نَصُوحًاۜ عَسٰى رَبُّكُمْ اَنْ يُكَفِّرَ عَنْكُمْ سَيِّـَٔاتِكُمْ وَيُدْخِلَكُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۙ يَوْمَ لَا يُخْزِي اللّٰهُ النَّبِيَّ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَهُۚ نُورُهُمْ يَسْعٰى بَيْنَ اَيْد۪يهِمْ وَبِاَيْمَانِهِمْ يَقُولُونَ رَبَّنَٓا اَتْمِمْ لَنَا نُورَنَا وَاغْفِرْ لَنَاۚ اِنَّكَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ


Yâ eyyuhâ-lleżîne âmenû tûbû ila(A)llâhi tevbeten nasûhan ‘asâ rabbukum en yukeffira ‘ankum seyyi-âtikum ve yudḣilekum cennâtin tecrî min tahtihâ-l-enhâru yevme lâ yuḣzi(A)llâhu-nnebiyye velleżîne âmenû me’ah(u)(s) nûruhum yes’â beyne eydîhim vebi-eymânihim yekûlûne rabbenâ etmim lenâ nûranâ vaġfir lenâ(s) inneke ‘alâ kulli şey-in kadîr(un)
Meali şerifi: Ey inananlar! Yürekten tevbe ederek Allah'a dönün ki, Rabbiniz kötülüklerinizi örtsün, sizi, içlerinden ırmaklar akan cennetlere koysun. Allah'ın Peygamberini ve onunla beraber olan müminleri utandırmayacağı o gün, nurları önlerinde ve defterleri sağlarından verilmiş olarak yürürler ve: "Rabbimiz! Nurumuzu tamamla, bizi bağışla, doğrusu Sen her şeye Kadir'sin" derler.

  (Allah'a) اِلَى اللّٰهِ (tevbe edin) تُوبُٓوا(inananlar)اٰمَنُوا (Ey kimseler)يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ
  (örter) اَنْ يُكَفِّرَ (Rabbiniz)رَبُّكُمْ (umulur ki)عَسٰى(Yürekten)  نَصُوحًاۜ (tevbe ile)تَوْبَةً 
   (cennetlere) جَنَّاتٍ (sizi sokar)وَيُدْخِلَكُمْ  (kötülüklerinizi)سَيِّـَٔاتِكُمْ (sizden)عَنْكُمْ
    (günde)يَوْمَ (ırmaklar) الْاَنْهَارُۙ(altlarından)مِنْ تَحْتِهَا (akan)تَجْر۪ي
 (ve olanları)وَالَّذ۪ينَ(Allah'ın peygamberi)  اللّٰهُ النَّبِيَّ  (utandırmayacağı) لَا يُخْزِي
(arasından) بَيْنَ  (koşar) يَسْعٰى(onların nuru) نُورُهُمْ(onunla beraber)مَعَهُۚ  (inanmış) اٰمَنُوا
 (Rabbimiz)رَبَّنَٓا (derler ki)يَقُولُونَ(ve sağ yanlarından)وَبِاَيْمَانِهِمْ (ellerinin) اَيْد۪يهِمْ
 (doğrusu senin) اِنَّكَ(bizi)لَنَاۚ(ve bağışla) وَاغْفِرْ (nurumuzu)نُورَنَا  (bize)لَنَا (tamamla)اَتْمِمْ
   (gücün yeter)قَد۪يرٌ(şey)شَيْءٍ (her) كُلِّ (üzerine)عَلٰى


8.يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا تُوبُٓوا اِلَى اللّٰهِ تَوْبَةً نَصُوحًاۜ:
Ey mü'minler! Günahlarınızı bırakıp içten, doğru ve son derece samimi bir tevbe ile Allah'a dönün.

Hz.Ömer'e (r.a.) Nasuh tevbenin ne olduğu sorulunca şöyle cevap verdi:
"O, kişinin tevbe ettikten sonra, sütün memeye dönmediği gibi, bir daha günaha dönmemesidir."[Hazin, 4/122] 

Ulema şöyle der: Nasuh tevbe, şu üç şartı taşıyan tevbedir: Günahtan vazgeçmek, işlenen günaha pişman olmak ve bir daha ona dönmemeye azmetmek. İşlenen suçla, bir insanın hakkı yenmişse dördüncü bir şart ilave edilir. Bu da, hakların, sahiplerine geri verilmesidir.
عَسٰى رَبُّكُمْ اَنْ يُكَفِّرَ عَنْكُمْ سَيِّـَٔاتِكُمْ Umulur ki Allah size acır da günahlarınızı siler.

Tefsirciler şöyle der:عَسٰىFiilinin faili, Allah Teala olduğunda bu fiil vücub ifade eder. Muhakkak olacak, demektir. Bu, tevbenin kabûlü hususunda kendisinden bir lütuf ve ikram olarak, Yüce Allah'ın kullarını ümitlendirmesidir. Çünkü büyük, vaadedince yerine getirir. Kralların adeti de, bir şey istediklerinde عَسٰىdemeleridir. Bu, muhakkak olacak manasındadır.[ Rûhu'l-meânî, 28/160]

وَيُدْخِلَكُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۙ Ahırette de sizi, köşklerinin altından Cennet ırmakları akan güzel bağlara ve bostanlara sokacaktır. O gün Allah, Peygamber'i ve ona uyan mü'minleri kafirlerin önünde utandırmayacak, aksine onlara ikram edip aziz kılacaktır.

Ebussuûd şöyle der: Burada Yüce Allah'ın rezil ettiği kafir ve fasıklara târiz vardır. [Ebussuûd, 5/175]
نُورُهُمْ يَسْعٰى بَيْنَ اَيْد۪يهِمْ وَبِاَيْمَانِهِمْ O mü'minlerin nuru, sırat üzerinde onlar için ışık saçacaktır. Aynı gece karanlığında ışık saçtığı gibi, onların nuru da önlerini, arkalarını, sağlarım ve sollarını aydınlatır.
[Hadiste rivayet edildiğine ı;ıöre Rasulullah (s.a.v.)'a, "Kıyamet günü, diğer ümmetler arasından ümmetini nasıl tanıyacaksın ' diye soruldu. Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Abdestin izlerinden dolayı onlar, alınları ve abdest azaları bembeyaz olarak gelirler". Yani abdestin eserlerinden yüzleri ve elleri nur saçar. işte böylece Rasulullah (s.a.v.) onları tanır.]

يَقُولُونَ رَبَّنَٓا اَتْمِمْ لَنَا نُورَنَا وَاغْفِرْ لَنَاۚ Allah' a şöyle diyerek dua ederler: "Ey Rabbimiz! Bu nuru üzerimize tamamla. Onu bizim için devamlı kıl. Bizi, karanlıklarda bocalar bırakma."

İbn Abbas şöyle der: Bu, Allah münafıkların nurunu söndürdüğü zaman, mü'minlerin yaptığı duadır.[Kurtubi, 18/201] Korktukları için, Cennete varıncaya kadar, bu şekilde Rablerine dua ederler.
وَاغْفِرْ لَنَاۚ İşlediğimiz günahları bağışla.

اِنَّكَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌSen her şeye, yani bağışlama, cezalandırma, acıma ve azap etmeye gücü yetensin. Bundan sonra Yüce Allah, düşmanları olan kafir ve münafıklara karşı cihad etmeyi emretti:

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا تُوبُٓوا اِلَى اللّٰهِ تَوْبَةً نَصُوحًاۜ
Yâ eyyuhâ-lleżîne âmenû tûbû ila(A)llâhi tevbeten nasûhan
Ey inananlar! Yürekten tevbe ederek Allah'a dönün
İşlediğiniz günaha dönmemek için yapılan tevbeye nasuh tevbesi denir.
عَسٰى رَبُّكُمْ اَنْ يُكَفِّرَ عَنْكُمْ سَيِّـَٔاتِكُمْ
(Muhakkakعَسٰى tahkik anlamında) Rabbiniz kötülüklerinizi örter. Yani nasuh tevbenizi günahlarınıza kefaret yapar. Allah onların günahlarını sevaba çevirir. (Artık günah yerine sevap yapmaya salih amel işlemeye başlarsınız.)
Allâh-u Teâlâ size şart koşuyor ve bunları yaparsanız sizleri cennetime koyarım buyuruyor.

وَيُدْخِلَكُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۙ

ve yudḣilekum cennâtin tecrî min tahtihâ-l-enhâru
içlerinden ırmaklar akan cennetlere koyar.

يَوْمَ لَا يُخْزِي اللّٰهُ النَّبِيَّ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَهُۚ
yevme lâ yuḣzi(A)llâhu-nnebiyye velleżîne âmenû me’ah(u)(s)
Allah peygambere, hem onunla birlikte inanmış bulunanlara mahcup etmeyecek.
Bu kadar kerem sahibi bir Rabbimiz var. Bizimde kullukta ve ibadette daha gayretli olmamız lazım.

نُورُهُمْ يَسْعٰى بَيْنَ اَيْد۪يهِمْ وَبِاَيْمَانِهِمْ
nûruhum yes’â beyne eydîhim vebi-eymânihim
Onların nurları önlerinden ve sağlarından aydınlatır, gider.derler.

يَقُولُونَ رَبَّنَٓا اَتْمِمْ لَنَا نُورَنَا وَاغْفِرْ لَنَاۚ اِنَّكَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ
yekûlûne rabbenâ etmim lenâ nûranâ vaġfir lenâ(s) inneke ‘alâ kulli şey-in kadîr(un)
“Ey Rabbimiz! Nûrumuzu bizim için tamamla, bizi bağışla; çünkü senin her şeye hakkıyla gücün yeter”



Hicr Suresi 39 ve 40.ayeti kerimelerde bu konu şöyle anlatılır:
Şeytan ihlaslı kula yaklaşamaz

قَالَ رَبِّ بِمَٓا اَغْوَيْتَن۪ي لَاُزَيِّنَنَّ لَهُمْ فِي الْاَرْضِ وَلَاُغْوِيَنَّهُمْ اَجْمَع۪ينَۙ
Kâle rabbi bimâ aġveytenî leuzeyyinenne lehum fî-l-ardi veleuġviyennehum ecma’în(e)

(azdırmandan)اَغْوَيْتَن۪ي (ötürü) بِمَٓا (Rabbim)رَبِّ(de ki)قَالَ
(yeryüzünde)فِي الْاَرْضِ (onlara) لَهُمْ (and olsun günahları süsleyeceğim) لَاُزَيِّنَنَّ
   (kulların)عِبَادَكَ(ancak hariç) اِلَّا (hepsini)اَجْمَع۪ينَۙ (ve onları azdıracağım)وَلَاُغْوِيَنَّهُمْ
(ihlaslı)الْمُخْلَص۪ينَ (içlerinden) مِنْهُمُ

ÂYETİN TEFSİRİ SAFVETÜ'T-TEFASiR
قَالَ رَبِّ بِمَٓا اَغْوَيْتَن۪ي:
İblis: Ey Rabbim! Beni saptırman ve azdırmandan dolayı
لَاُزَيِّنَنَّ لَهُمْ فِي الْاَرْضِ:Mutlaka Adem'in soyuna masiyet ve günahları süsleyeceğim
وَلَاُغْوِيَنَّهُمْ اَجْمَع۪ينَۙ:Onların hepsini doğru yoldan saptıracağım.
Hicr Suresi 40.ayeti kerime

اِلَّا عِبَادَكَ مِنْهُمُ الْمُخْلَص۪ينَ
İllâ ‘ibâdeke minhumu-lmuḣlasîn(e)
Meali şerifi: (İblis) dedi ki: 
Rabbim! Beni azdırmana karşılık ben de yeryüzünde onlara (günahları) süsleyeceğim
 ve onların hepsini mutlaka azdıracağım! Ancak onlardan ihlâslı kulların müstesna.
ÂYETİN TEFSİRİ SAFVETÜ'T-TEFASiR
اِلَّا عِبَادَكَ مِنْهُمُ الْمُخْلَص۪ينَ:Ancak kullarından itaatın ve rızan için seçtiklerin hariç. Benim, onları azdıracak gücüm yoktur.


Sâd suresi 28.ayeti kerimede Allâh-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
Salih ameller işleyenlerle, yeryüzünde fesat çıkaranlar bir değildir.

اَمْ نَجْعَلُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ كَالْمُفْسِد۪ينَ فِي الْاَرْضِۘ اَمْ نَجْعَلُ الْمُتَّق۪ينَ كَالْفُجَّارِ
Em nec’alu-lleżîne âmenû ve’amilû-ssâlihâti kelmufsidîne fî-l-ardi em nec’alu-lmuttekîne kelfuccâr(i)

Meali şerifi:Yoksa biz, iman edip de iyi işler yapanları,
 yeryüzünde bozgunculuk yapanlar gibi mi tutacağız? 
Veya (Allah'tan) korkanları yoldan çıkanlar gibi mi sayacağız?


  (ve yapanları)وَعَمِلُوا (inananları)اٰمَنُوا (kimseleri) الَّذ۪ينَ (tutacağız) نَجْعَلُ (yoksa)اَمْ
  (yer yüzünde)فِي الْاَرْضِۘ(bozgunculuk yapanlar gibi mi?)كَالْمُفْسِد۪ينَ (iyi işleri) الصَّالِحَاتِ
  (yoldan çıkanlar gibi mi?) كَالْفُجَّارِ (muttakileri)  الْمُتَّق۪ينَ(tutacağız) نَجْعَلُ(yoksa) اَمْ 

ÂYETİN TEFSİRİ SAFVETÜ'T-TEFASiR

اَمْ نَجْعَلُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ كَالْمُفْسِد۪ينَ فِي الْاَرْضِۘ: Yoksa iyi iş yapan mü'minleri, yeryüzünde fesat çıkaran kafirler gibi mi tutacağız?
اَمْ نَجْعَلُ الْمُتَّق۪ينَ كَالْفُجَّارِ:Ya da seçkin iyi kimseleri, günaha batmış kötü kimseler gibi mi tutacağız? Maksat şudur: Yüce Allah'ın hikmetinde, güzel iş yapanla kötü iş yapan, iyi ile kötü eşit olmaz. 
Bu ayette haşre ve hesabın varlığına delil vardır. 
Aynı zamanda bu ayette vaat ve tehdit vardır. 
İbn Kesir şöyle der: Yüce Allah, mü'minlerle kafirleri eşit tutmasının, adalet ve hikmetinden olmadığını açıkladı. Durum böyle olunca, itaat edene sevabın, günah işleyene de cezanın verileceği bir hesabın olması gerekir. Akl-ı selimler, hesab ve ahiret hayatının gerekli olduğunu gösterir. Çünkü biz azgın zalimi görüyoruz ki, malı, çocuğu ve nimeti artıyor ve ceza görmeden ölüp gidiyor. Ve yine görüyoruz ki, mazlum itaatkar kimse hüzün ve kederiyle ölüyor. Her şeyi bilen ve hikmet sahibi Allah'ın hikmetinde, mazlumun hakkının zalimden alınması gerekir. Bu, bu dünyada alınmayınca, bu hesap ve eşitliğin gerçekleşmesi için başka bir yurdun varlığı zaruri hale gelir ki bu da ahiret yurdudur. [Muhtasaru İbn Kesir, 3/202] 
Bundan sonra Yüce Allah, Kur'an'ın inmesindeki gayeyi açıkladı ki bu gaye de "amel etmek" ve "düşünmektir"

RİYAKÂRLAR İSE KUR'AN'I KERİMDE ŞÖYLE ANILDI


Bakara suresi 264.ayeti kerimede Allah şöyle buyurur.

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تُبْطِلُوا صَدَقَاتِكُمْ بِالْمَنِّ وَالْاَذٰىۙ كَالَّذ۪ي يُنْفِقُ مَالَهُ رِئَٓاءَ النَّاسِ وَلَا يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِۜ فَمَثَلُهُ كَمَثَلِ صَفْوَانٍ عَلَيْهِ تُرَابٌ فَاَصَابَهُ وَابِلٌ فَتَرَكَهُ صَلْدًاۜ لَا يَقْدِرُونَ عَلٰى شَيْءٍ مِمَّا كَسَبُواۜ وَاللّٰهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْكَافِر۪ينَ


Yâ eyyuhe-lleżîne âmenû lâ tubtilû sadekâtikum bilmenni vel-eżâ kelleżî yunfiku mâlehu ri-âe-nnâsi velâ yu/minu bi(A)llâhi velyevmi-l-âḣir(i)(s) femeśeluhu kemeśeli safvânin ‘aleyhi turâbun feasâbehu vâbilun feterakehu saldâ(en)(s) lâ yakdirûne ‘alâ şey-in mimmâ kesebû(k) va(A)llâhu lâ yehdi-lkavme-lkâfirîn(e)

Meali şerifi: Ey iman edenler! Allah’a ve ahiret gününe inanmadığı hâlde insanlara gösteriş olsun diye malını harcayan kimse gibi, sadakalarınızı başa kakmak ve gönül kırmak suretiyle boşa çıkarmayın. Böylesinin durumu, üzerinde biraz toprak bulunan ve maruz kaldığı şiddetli yağmurun kendisini çıplak bıraktığı bir kayanın durumu gibidir. Onlar kazandıklarından hiçbir şey elde edemezler. Allah, kâfirler topluluğunu hidayete erdirmez. 

 (boşa çıkarmayın)لَا تُبْطِلُوا(iman edenler)اٰمَنُوا (Ya ey kimseler)يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ
(ve eziyet etmekle) وَالْاَذٰىۙ  (başa kakmakla)بِالْمَنِّ(sadakalarınızı) صَدَقَاتِكُمْ
  (insanlara)النَّاسِ (gösteriş için) رِئَٓاءَ  (malını) مَالَهُ  (infak eden)يُنْفِقُ(gibi)كَالَّذ۪ي
    (ahiret) الْاٰخِرِۜ (ve gününe) وَالْيَوْمِ(Allah'a)بِاللّٰهِ (inanmayan)وَلَا يُؤْمِنُ 
(üzerinde bulunan)عَلَيْهِ (şu kayaya) صَفْوَانٍ (benzer ki)كَمَثَلِ(öylesinin durumu) فَمَثَلُهُ
   
(onu bırakır)فَتَرَكَهُ  (bir sağanak yağmur) وَابِلٌ (ona isabet ettiğinde) فَاَصَابَهُ (toprak)تُرَابٌ 
(şey) شَيْءٍ(hiç bir)عَلٰى(böyleleri elde edemezler)لَا يَقْدِرُونَ (sert bir taş halinde)صَلْدًاۜ
(doğru yola iletmez) لَا يَهْدِي (Allah)وَاللّٰهُ  (kazandıkları)كَسَبُواۜ (şeylerden) مِمَّا
(kafirler)الْكَافِر۪ينَ (toplumunu) الْقَوْمَ


Yüce Allah önceki ayetlerde insanların, Allah'ın dostları mü'minler ve tağûtun dostları kafirler olmak üzere ikiye ayrıldığını açıkladı. Sonra da iman ve azgınlıktan herbirine örnekler verdi. Bu ayetlerde ise, Allah yolunda, özellikle Allah'ın düşmanlarına karşı cihad hususunda harcamaya teşvik sebeplerini zikretmektedir.
Çünkü hak yolunda cihad etmenin üç merhalesi vardır: 
Birincisi delillerle ikna etmek, ikincisi nefs ile cihad, üçüncüsü de mal ile cihaddır. Birinci ve ikinci merhaleler daha önce zikredildiği için burada mal ile cihad açıklanmaktadır. 

KELİMELERİN İZAHI

المن: Menn, bir kimsenin başkasına yaptığı iyilikleri sayıp dökmesi ve kendisini üstün görerek kibirle, verdiği nimeti ona hatırlatmasıdır. 
Şair şöyle der: Yaptığın iyiliği, başa kakarak ifsat ettin. Cömert, iyilik ettiğinde başa kakmaz .

رِئَٓاءَ النَّاسِ:İnsanlara gösteriş için. Yani harcamasıyla Allah'ın rızasını değil, insanların övgüsünü kazanmak ister. Bu kelime görmek manasına gelen rü'yet kökündendir. Buna göre riya, insanların kendisini övmesi ve ona hürmet etmesi için, yaptıklarını onlara göstermektir.

صفوان:Safvan, büyük düz taş demektir. Ahfeş şöyle der: Bu kelime çoğuldur. Müfredi Safvane' dir. Bir görüşe göre bu, hacer kelimesi gibi cins isimdir.

وأبل:Vabil, şiddetli yağmur demektir.

صَلْدًاۜ:Sald, düz taştır. Birşey bitirmeyen herşeye "sald" denir: "Düz alın" manasına olan, 

ربوة:Rabve, yüksek yer demektir. Yüksek yere rabve ve rabiye denilir. 

طل:Tall, küçük taneli hafif yağmur, çise demektir. Mücahid'in de içlerinde bulunduğu bir grup ilim adamı da, tall kelimesinin "çiğ" manasına geldiğini söylemişlerdir.

إعصار:İ'sar, yerden esip, direk gibi göğe doğru yükselen şiddetli rüzgar demektir.

لَا تَيَمَّمُوا:"Kalkışmayın, niyetlenmeyin" demektir.

تغمضوا: Gözünüzü yumarsınız. Bir kimse bir hususta kolaylık gösterdiğinde اغْمِض الرجل"Adam göz yumdu" denir. Hoşa gitmeyen bir şey için göz yummaya da إغضءdenir. Bu, ona benzer.

ÂYETİN TEFSİRİ SAFVETÜ'T-TEFASİR 

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تُبْطِلُوا صَدَقَاتِكُمْ بِالْمَنِّ وَالْاَذٰىۙ كَالَّذ۪ي يُنْفِقُ مَالَهُ رِئَٓاءَ النَّاسِ وَلَا يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِۜEy mü'minler! Sevap alma veya azaptan kurtulmayı düşünmeksizin Allah'a ve ahiret gününe inanmadan gösteriş için malını harcıyarak infakının sevabını iptal eden riyakar gibi, başa kakarak ve inciterek, yaptığınız hayırların sevabını boşa çıkarmayınız.
فَمَثَلُهُ كَمَثَلِ صَفْوَانٍ عَلَيْهِ تُرَابٌ:Malını bu şekilde harcayan riyakarın durumu, üzerinde biraz toprak bulunan düz taşa benzer ki onu gören, münbit güzel bir tarla zanneder.
فَاَصَابَهُ وَابِلٌ فَتَرَكَهُ صَلْدًاۜ:Ancak ona sağnak bir yağmur isabet ettiğinde, üzerindeki toprağı silip götürür de, o, üzerinde hiçbir toz toprak kalmamış düz kaya haline gelir. İşte münafık da böyledir. Kendisinin salih amelleri olduğunu zanneder, fakat kıyamet günü geldiğinde bunlar yok olur gider.
لَا يَقْدِرُونَ عَلٰى شَيْءٍ مِمَّا كَسَبُواۜ:Yaptıkları için ahirette bir sevap alamazlar ve ondan bir fayda bulamazlar.
وَاللّٰهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْكَافِر۪ينَ: Allah, kafirler topluluğunu hayır yoluna ve doğru yola iletmez. Sonra Yüce Allah, malını Allah rızası için harcayan mü'minler hakkında başka bir darb-ı mesel getirerek şöyle buyurur:(bakara 265.ayeti)

Bir kudsî hadiste, Allah Teâlâ buyurdu ki: “Ben, ortakların ortaklıktan en uzak olanıyım. Kim işlediği amelde benden başkasını bana ortak koşarsa, o kişiyi de ortak koştuğunu da reddederim.”
[Müslim, Zühd 46. Ayrıca bk. Ahmed İbni Hanbel, Müsned, II, 301, 435]

Peygamberimiz (salat ve selam olsun) şöyle buyurmuştur: "Kim alim geçinmek, sefihlerle münazara yapmak ve halkın dikkatlerini kendine çekmek gibi maksadlarla ilim öğrenirse Allah o kimseyi cehenneme atar." [Tirmizi, İlm 6, (2666)]

Bu dünyada iki yüzlü ahirette de iki yüzlü olacak. Ammar İbnu Yasir (radiyallahu anh) anlatıyor: 

Rasûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki:

“Dünyada iki yüzlü olanın, kıyamet gününde ateşten iki dili olacaktır.” [Ebu Dâvûd, Edep 37]


Efendimiz (sav) nefsine tapanları şöyle haber veriyor.

Şeddâd İbnu Evs Radıyallahu Anh anlatıyor;

Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

- "Ümmetim hakkında en ziyade korktuğum şey, Allah'a şirktir. Bu sözümle, ümmetimin dönüp de tekrar güneşe veya kamere veya puta tapacaklarını demek istemiyorum. Fakat beni korkutan şey, Allah'tan başkası için yapacakları ameller ve (spor maksadıyla kılınan namazda, sıhhat niyetiyle tutulan oruçta olduğu üzere, amellerde Allah rızasından başka maksatları ön plana getirme gibi) gizli arzulardır."


Yukarıdaki hadisi şerifin Arapça metni:
حَدّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ خَلَفٍ الْعَسْقَلَانِيَّ. ثَنَا رَوَّادُ بْنُ الْجَرَّاحِ عَنْ عَامِرِ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ عَنِ الْحَسَنِ بْنِ ذَكْوَانَ عَنْ عُبَادَةَ بْنِ نُسَيٍّ عَنْ شَدَّادِ بْنِ أَوْسٍ؛ قَالَ: قَالَ رَسُولُ للَّهِ صَلَّي اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: إِنَّ أَخْوَفَ مَا أَتَخَوَّفُ عَلَى أُمَّتِي الْإِشْرَاكُ بِاللَّهِ. أَمَا إِنِّى لَسْتُ أَقُولُ يَعْبُدُونَ شَمْسًا وَلَا قَمَرًا وَلَا وَثَنًا. وَلكِنْ أَعْمَالًا لِغَيْرِ اللَّهِ وَشَهْوَةً خَفِيَّةً.

فِي الزوائد: فِي إسناده عامر بن عبد اللَّه. لم أر من تكلم فِيهِ. وباقي رجا الإسناد ثقات

ŞEYHİMİZ AHMED EL KÂDİRİ HAZRETLERİ (KS)
 sohbetlerinden derledim. Okuyup paylaşabilirsiniz. Dualarıınızda ben acizi de unutmayın lütfen..
Yayınlarımızın altına yorumlarınızı bekliyorum..

Yorum Gönder

0 Yorumlar