Son yayınlar

6/recent/ticker-posts

3.Hikmet - Himmet sahipleri dahi kaderin ilahi surlarını delemez.

  


سوابق الهمملا تخرق أسوارالأقدار

Himmet sahipleri bile kaderin ilahi surlarını delemez.


Himmem  الهمم himmetin çoğuludur. Himmetin yeri kalptir ve insanı talep ettiği şeye yönlendirir. Himmet ideal bir gayeye yönelik azim ve kararlılık demektir. Himmetin yüce olanına ''himmet-i âli'' , alçak olanına da ''himmet-i deniye''  denir.  

Himmetin hedefi; Allah'ı tanımak ve rızasını kazanmaktır. 

Himmet-i âli: Kendi nefsini terbiye etmek, imanını kemale erdirmek veya başkalarının terbiyesi ve  kemali gibi yüce bir gaye için  çaba sarf etmeye denir.
Himmet-i deniye: Dünyalık elde etmek ve nefsani istekleri tatmin etmek için çaba sarf etmeye denir. 

Her iki himmet sahibi salikte; ne kadar çok çabalarlarsa çabalasın, ilahi takdirin kendileri için belirlediği sınırın ötesine geçemez. 
İlahi takdir, herkese bir kader belirlemiştir ve onu aşmak mümkün değildir.
Şu halde, hayırlı bir yolda yüksek bir ideal için ciddi bir performans ile çalışmalı ve neticeye de kanaat etmelidir. Tıpkı bir çiftçinin zamanında tarlasını ekmesi , daha sonra sulaması ve gübresini vermesi ve en sonunda da ürünün meyve vermesini Allah'a bırakması gibi.
Zahiri sebeplere sarıldıktan sonra, neticeyi Allâh-u Teâlâ'dan beklemelidir. Elimizden gelenin en iyisini yaparak işlerimizi bitirip, takdiri Allâh-u Teâlâ'ya bırakmalıdır. Netice olumlu yahut olumsuz dahi olsa buna kanaat etmeli ve kaderin hükmü buymuş deyip rahat etmelidir.

Necm Suresi 39.Ayeti kerimede Allah (cc) şöyle buyuruyor: 



 Salik, çaba ve gayretiyle ilerleyebilir lakin bir mesafeden sonra; istenilen şeyin olup olmaması takdiri ilahiye kalmıştır. 

    Tasavvufta şöyle bir deyiş vardır: 


همة الرجال تقلع الجبال 
(Himmetü’r-ricâl takla’u’l-cibâl)

"Allah Dostları'nın himmeti, yani onlara verilen ilahi rahmet ve yetki ile Evliyaullah dağları yerinden oynatır." 

 İskender-i Zülkarneyn, dünyanın doğusuna ve batısına hükmetti oysa hayvanların derilerini temizleyen ve tabaklayan bir adamın oğlu idi.

Hz. Peygamber (a.s.m.) Hz. Muaviye'ye :

"Ya Muaviye! Bir gün ümmetimin başına emir olursan; onlara şefkatli davran. " buyurdu. 

Hz. Muaviye: "Ben Hz. Peygamber'den(a.s.m.) bu sözü işittikten sonra evlilik niyetim olmamasına rağmen evliliğe niyet ettim. Ve bu uğurda çaba ve gayret gösterdim." demiştir. 

Tevbe Suresi 105. Ayet-i Kerime'de Allâh-u Teâlâ şöyle buyurur:

Vekuli-’melû feseyera(A)llâhu ‘amelekum verasûluhu velmu/minûn(e)(s)

''De ki: Amel edin! Amelinizi Allah da Resûlü de müminler de görecektir.''

Bu Ayet-i Kerime'de; inananlara tüm himmet ve gayreti olumlu bir istikamette kullanmaları öğütlenmiştir.

Şeyh Abdulkadir Geylani Hazretleri'nin (ks.) gençlik yıllarında, nefsi bir gece vakti:

"Ya Abdulkadir! Bir saat dinlen, sonra kalkıp Kur'an okumaya devam edersin." dedi. 

Hz. Şeyh nefsine:  "Allah'a yemin olsun ki! Madem sen benden böyle bir şey istedin, tek ayak üzerinde sabaha kadar sana Kuran okutacağım." buyurdu. 

Ve sabaha kadar tek ayak üzerinde nefsine muhalefet ederek Kuran okudu.

Elinden geleni yap; tüm kapasiteni kullan ancak kaderin hükmünü unutma. Amacına tam olarak ulaşamadığında yıkılma. Sonucun Allah-u Teala'dan geldiğini düşünerek seve seve karşıla ve böylelikle rahat et.  Zahiri tüm sebeplere sarıldım, takdir Allah'ındır deyip; sana çizmiş olduğu kadere razı ol. 

İbn Atâullah el-İskenderî (ks.)  şöyle buyuruyor: 

"Himmet sahipleri bile kaderin surlarını delemez ve geçemez.''





Eğer arif kul  bir şeye kalbini yönlendirip talep ederse ve  salik çabasını o konuda kuvvetlendirirse, Allâh-u Teâlâ o anda kudretiyle istenileni meydana getirir. 
Bir anda salikin isteği ve talebi, Allah'u Teala' nın kudretiyle olur. Allâh-u Teâlâ  kulunun kalbine istemeyi verir. Vücuda getirmek istediğinde ise kul onu talep eder. Allâh-u Teâlâ'da o doğrultuda istenileni yaratır.  

Esbabı Nüzul'da, Hz. Ömer'in (ra.) şöyle bir talepte bulunduğu aktarılır.

"Keşke Allâh-u Teâlâ bize açık ve net bir şekilde içki hakkında hükmünü bildirse."

Bu sözün akabinde Maide Suresi 90-91 ayetler nazil olmuştur. 



                        


 


  

'Ey iman edenler! İçki, kumar, dikili taşlar ve fal okları, ancak, şeytan işi birer pisliktir. Onlardan kaçının ki kurtuluşa eresiniz. Şeytan, içki ve kumar­da ancak aranıza düşmanlık ve kin düşürmek, sizi Allah'ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık siz (hepiniz) vazgeçtiniz değil mi?" 

Hz. Ömer (ra.) hemen "Sakındık Ya Rabbi!" demiştir. 


 "O dostun talebi Allah'ın emriyle olur. "

Bir kudsi hadiste:  ''İnne lillahi ibaden izaşşau şaallah. ''
''Allâh-u Teâlâ'nın öyle kulları vardır ki onların istemesi Allâh-u Teâlâ'nın istemesi gibidir.'' buyurulmuştur.


عن أبي هريرة -رضي الله عنه- قال: قال رسول الله -صلى الله عليه وسلم-: « رُبَّ أَشْعَثَ أغبرَ مَدْفُوعٍ بالأبواب لو أَقسم على الله لَأَبَرَّهُ ».
[صحيح.] - [رواه مسلم.]

Ebu Hureyre –radıyallahu anh-’dan rivayet edildiğine göre, o şöyle demiştir: 
"Saçı-başı dağınık, toz toprak içinde ve kapılardan geri çevrilen nice insan var ki Allah adına yemin etse Allah yeminini yerine getirir."

Ebû Abdillâh Muhammed el-Arabî (Mevlâye):
 
"Sadık mürid Allah'ın isminde fâni olmuşsa, ne zaman ki bir şeyin olması için himmetini oraya yönlendirirse o iş olur. Eğer Allah'ın zatında fâniyse, bir şeye yönlenmeden de istediği olur. Allah (cc.)  kalbinden geçeni bilir ve onun istediğini verir.''
 Hz. İbrahim'in ateşe atılırkenki durumu, bu hakikate güzel bir örnektir.

Mancınığa konup ateşe atılmak üzere iken İbrâhîm -aleyhisselâm'a Cebrail (as.) geldi:

"Ya İbrahim! Bir dileğin var mı?"
İbrahim (as.) :
"Rabbim benim hâlimi bilmiyor mu?"
Cebrail (as.) :
"Biliyor, peki Rabbine söyleyeceğin bir şey var mı?"
İbrahim (as.) :
"Rabbimin benim halimi bilmesi, O'ndan bir şey istememe ihtiyaç bırakmıyor." dedi.

Ve Allâh-u Teâlâ İbrahim(as.) 'a kendinden hiçbir talepte bulunmadan ateşi serin ve selametli kıldı.

Bir kudsi hadiste Allâh-u Teâlâ şöyle buyuruyor:

"Ey kulum! Ben öyle bir Allah'ım ki bir şeye ol dediğimde olur." 

Yasin Suresi 82 ayet-i kerimede ise:

İnnemâ emruhu iżâ erâde şey-en en yekûle lehu kun feyekûn(u)
''Bir şeyi dilediği zaman, O'nun buyruğu sadece, o şeye "Ol" demektir, hemen olur.''



Allâh-u Teâlâ Hazretleri:

''Yaa Abdî! Ati`anî, ic-ağleke rabbâniyan tagûlu li-şeyyin kun fe yekûn.'' 
"Ey Benim kulum! Bana itaat et ve Ben seni rabbani yaparım; (eğer) bir şeye "OL" dersen olur." buyuruyor.

Burada mutlak fena, yani salikin bütün varlığından sıyrılarak  Allâh-u Teâlâ'da fena olması (yok olması)  anlatılır.

Bu hakikate, sahih hadis ışığında bakalım:


حَدَّثَنِى مُحَمَّدُ بْنُ عُثْمَانَ حَدَّثَنَا خَالِدُ بْنُ مَخْلَدٍ حَدَّثَنَا سُلَيْمَانُ بْنُ بِلاَلٍ حَدَّثَنِى شَرِيكُ بْنُ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ أَبِى نَمِرٍ عَنْ عَطَاءٍ عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم « إِنَّ اللَّهَ قَالَ مَنْ عَادَى لِى وَلِيًّا فَقَدْ آذَنْتُهُ بِالْحَرْبِ ، وَمَا تَقَرَّبَ إِلَىَّ عَبْدِى بِشَىْءٍ أَحَبَّ إِلَىَّ مِمَّا افْتَرَضْتُ عَلَيْهِ ، وَمَا يَزَالُ عَبْدِى يَتَقَرَّبُ إِلَىَّ بِالنَّوَافِلِ حَتَّى أُحِبَّهُ ، فَإِذَا أَحْبَبْتُهُ كُنْتُ سَمْعَهُ الَّذِى يَسْمَعُ بِهِ ، وَبَصَرَهُ الَّذِى يُبْصِرُ بِهِ ، وَيَدَهُ الَّتِى يَبْطُشُ بِهَا وَرِجْلَهُ الَّتِى يَمْشِى بِهَا ، وَإِنْ سَأَلَنِى لأُعْطِيَنَّهُ ، وَلَئِنِ اسْتَعَاذَنِى لأُعِيذَنَّهُ ، وَمَا تَرَدَّدْتُ عَنْ شَىْءٍ أَنَا فَاعِلُهُ تَرَدُّدِى عَنْ نَفْسِ الْمُؤْمِنِ ، يَكْرَهُ الْمَوْتَ وَأَنَا أَكْرَهُ مَسَاءَتَهُ » .


“Ben kulumu sevince de artık onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı mesabesinde olurum.”  (Buhârî, Rikâk, 38.)


Allâh-u Teâlâ  kaderinin ve hükmünün dahilinde olan şeyleri, dostunun elinden meydana getirir. 

Ârif himmetini bir şeye yönlendirir  ise, Allâh-u Teâlâ'nın kazası da o işe yazılmışsa; o iş gerçekleşir. Eğer kaderin surları işi engellemişse, ârifin duası gerçekleşmez. Ârif  de edebini bilir ve kendi kulluk vasfına döner. Ve sonuca üzülmez.

Seyyid Ali şöyle buyurur:
"Biz bir şey söylediğimiz zaman olunca bir defa seviniriz. Olmadığında on defa seviniriz. Çünkü Allâh-u Teâlâ'nın bizi kuşattığını marifetiyle bizimle beraber olduğunu biliriz.''

Tasavvuf ehli bazı kimselere dendi ki: 

"Rabbini ne ile tanıdın?" 
"Azimetlerimin kırılmasıyla ve taleplerim olmayınca benim üzerimdeki  kuvvet ve kudreti ile bildim ve tanıdım."

Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s.) :

"Her şey kaza ve kader iledir. Acizlik, tembellik, hareketlilik, fiilde rahatlık dahi Allah'ın kuvvet ve kudretiyledir. '' buyurmuştur.


Allah Teâlâ’nın muradı sebepler zincirini hiçbir zaman yok etmez. Her yapılacak  şeyin ve himmetin bir vakti vardır. 

Salik  bilmelidir ki:

“Hayır Allah'ın seçtiğindedir.''
Şeyhlerin himmeti, Allah Teâlâ’nın kaderini değiştirmez. 



Mevlana Hazretleri buyurdu ki: 

“Allah Teâlâ canibinden evliyanın öyle bir kudreti vardır ki atılmış  oku yolundan çevirirler.” (Mesnevi, c. I, b. 1669) 

Gavs-ül Azam Seyyid Abdülkadir Geylani Hazretleri:

“Ben kaza‐i Mübrem‐i (tedbir ve maharetin te‐ siri olmayan kaza) def ederim” Bu kaza Allah Teâlâ katındaki Muallâk   (değişebilen) kaza ile Melaikelerin katında bilinen mübrem (değişmeyen) görünen kaza‐i ilahidir. Asıl olan kaza‐i mübremde hiçbir türlü tasarruf olmaz. '' buyurdular.  

Hadis‐i şerif bu hakikate işaret eder. 

 “Kaza, kaza ile ret olunur.”   


Dünya üzerinde çeşitli müşküllerin görülmesi, perde arkasından hakikâtin suretlerinin gidip gelmesi hadisesidir. Dışarıdan bakanlar, suretin hareketine irade isnat ederler. Ama duruma vâkıf olanlar, hemen her meseleyi ilâhî iradeye havale etmektedirler.
 

Tedbîrini terk eyle, takdir Hudâ’nındır. 
Sen yoksun o benlikler hep vehm‐ü gümânındır. 
Birden bire bul aşkı bu tühfe bulanındır 
Devrân olalı devrân Erbâb‐ı safânındır. 
Âşıkta keder neyler gam halk‐ı cihânındır 
Şeyh Galib kuddise sırruhu’l‐azîz 

Yorum Gönder

0 Yorumlar