* Ey evlâd! İman yönünden zayıfladığını duyduğun an, nefsini sigaya çek. Onun iyiliğini bulmaya bak. İmanın tehlikede olduğu an, komşunu, akrabanı, beldeni ve iklimini bir yana at. Çünkü onlar seni kurtaramaz, iman kuvvetini bulunca da durma, ehline git. Halka koş, onlara doğruyu ve gerçeği anlat. Takva zırhına bürünmeden halka karışma. Ayrıca iman kalkanı ile de kalbini koru. Elinde daima tevhid kılıcı bulunsun. Yayında, duâ icabetine ait oklar hazır olmalı. Başarı kalesine gir. Kement atmayı, kaçmayı, dövmeyi, vurmayı öğren... Bundan sonra Allah düşmanlarına karşı çık. Bunları öğrendikten sonradır ki, her yerden sana yardım eli uzanır.
Bu yardım sayesinde halkı şeytandan alır, Hak kapısına götürürsün. Onlara cennet ehlinin yaptığı işleri tarif eder, cehennem ehline has işleri yapmaktan alıkoyarsın. Bu işleri yapman için nereden engel çıksın, çünkü her şeyi öğrendin. Cenneti tanıdın, cehennemi tanıdın, ayrıca onlara has işleri de anladın. Bu makama çıkanların kalbinden perdeler kalkar.
Altı yönden hangisine yönelse, bakışı etrafı deler ve ötelerde cereyan eden işleri görür. Kalp başını kaldırdığı zaman, arş ve semâlara bakar. Aşağı eğilince de yerin dibini görür. Ve oralarda yerleştirilmiş olan cin tayfalarını seyreder.
Bunların hepsi iman ve marifet yolu ile olur. İman sahibi, marifet hâline tam erer, hükümlerle amel ederse, bu hâlleri bulur. Anlatılan makama erince, halkı Hak kapısına davet et. Bu makamı bulmadan yapılan davete icabet olmaz. Halkı davet ederken manevî bir vazifen yoksa, sana vebal olur, büyük bir hata yapabilirsin. Her yaptığın harekette batar ve her yükselme talebinde inersin. Senin yanında salih kullardan haber yok. Sadece gürültüsün. Dilin var, kalbin yok. Dışın var, için yok. Zahirde bir işler yaparsın, yalnız kaldığında hatalara dalarsın. Kılıcın kuru ottan, okun kibrit çöpünden ibaret. Korkaksın, cesaretin yok. En ufak bir fiske, seni yere serebilir. Bir kurbağa, senin kıyametini kopartabilir.
Allah'ım, dinimize, imanımıza ve vücudumuza kuvvet ver. Yakınlığın hakkı için dileğimizi yerine getir.
«Bize dünyada iyilik ver. Âhirette iyilik ver ve bizi ateş azabından koru.» (Bakara/201) Âmin!
Bir kişi ile oturamam, oturacak olsam iki veya üç kişi ile otururum. Onlarında bana uyar olmasına bakarım. Allah yolcularına katıl, onlarla sohbet et. Onların öyle nazarı vardır ki, himmetlerini bir şahıs üzerinde toplayıp ciddî bir nazar kılsalar, onu manen diriltirler.
Bakılan adamın Yahudi, Nasranî ve Mecusî olması onlar için bir önem taşımaz. Büyüklerin himmetle baktığı kimse, şayet bir Müslümansa, İmanı artar, yakîni çoğalır, bulunduğu hâlde sebatlı olur. Bir kalp sağlık bulursa, nazarları da öyle olur. Kalp sıhhat bulunca Hak yakınlığı kazanır. Bir kul bakışlarını marifet ve iman çerçevesi dahilinde yaparsa o bakış Hak'dan olur.
Marifet âlemine geçen bir kulun kalbinde, Hak yakınlığı bulut, bakışları şimşek, yaptığı öğütler ise o yakınlığın yağmurudur. Konuşmaları, kalbinde olanı haber verir. Dili, bazı kere marifet divitine koşar ve ilim deryasına dalmak ister.
Sebebi, ilim ve marifet deryasının bizatihi kendi oluşudur. İçinde ateşler yanar, her kelâmı, her bakışı kalbindeki şimşeğin tezahürü olur. Gerek bakışı gerekse kelâmı, Hak tarafından geldiği için kavi temele dayanır. Her kim emirlere imtisal eder (uyar), yasakları bırakır ve Peygamberi (S.A.) hoşnut etme yolunu tutarsa... dediklerimiz o zâtta tahakkuk eder. Bu arada bazı hataları kalsa dahi yüzünü Peygamberin (S.A.) yoluna sererse gün olur onlar da gider; ilmi artar ve Hak yakınlığı duygusunu bulur.
Hak Teâlâ’yı gerçekten aramak duygusuna sahib olmak, yapılan iyi işlerin meyvesi sayılır. İyi iş, Allah’a lâyık olan iştir, içinde şirk kokusu olmayandır. İyi iş odur ki, seni Hakk'ın dilediği yola koya. Ve sen, sağ sol gözetmeden, kalbin, sırrın ve mâna alemindeki adımlarınla yol almaya bakasın.
Her şeyden soyunasın; yanında halk, dünya ve ukba olmaya... Yalnız O'nun vechini dileyenlerden olasın. Hakk'a koşasın; niçin koştuğun sorulunca da şöyle diyesin:
- «Ya Rabbi, razı olasın diye koştum.» (Ta-Ha/84)
Hak Teâlâ Musa Peygamber hakkında şöyle buyurur:
- «Biz ona, bundan önce bütün süt annelerinin sütünü haram etmiştik.» (Kasas/12)
Bunun gibi Hakk’ı candan arayana ve O'nun zâtına talib olana aynı kelâmın tecellisi zahir olur. Hakk’ı tam seven kulun kalbine bütün mahlûk şeyler haram olur. İlâhî gayret bunu gerektirir. Bütün sütler boğazında yığılsa damlası geçmez. Bu hâlde, olması muhal işler olur.
Bundan sonradır ki; kalbi Yaratan'dan ayıracak şeyler bir bir eriyip gider. O kul, kendini sevdiğinden ayıracak şeye bağlanamaz. İman sahibi bu hâlde devam edince Peygamber (S.A.) efendimiz ondan razı olur. Kalbini Hakk'a götürmek ister. Ve onun önünde bir talebe olur. Bu hâli taşıdığı içindir ki, o Resul, Hak Teâlâ'ya şöyle yalvarır:
- «Bu kulun kalbini sana vardırmam için bana izin ver.»
Kul, bu hâlde hizmetini devam ettirir ve bir gün:
- Ey üstadım, beni şaha ilet. O'nun kapısını göster; beni O'nunla olmaya bırak ve O'nun kapısına kadar götür. Elimi kollarına yapıştır ve öylece terk et. Ve öyle bir yere bırak ki, O'nu göreyim... der.
Bu talep üzerine Peygamber (S.A.) onun elinden tutar, kapıya yaklaştırır. Sonra, Peygamber'e bir hitap gelir:
- «Ey elçi, ey delil ve muallim, beraberindeki kim?»
Buna şu cevabı verir:
- «Sana malûm, hayli zamandır bunu yetiştirdim... Bu kapıya hizmet için onu gönüllü eyledim.»
Ve sonra o kulun kalbine döner:
- «İşte sen ve Yarâtan'ın,» deyip onu oraya teslim eder. Nasıl ki, Cibril de onu semâya çıkarırken aynı şeyi söylemişti..
Yaratan’a yaklaştırdı ve dedi:
- «işte sen ve Yarâtan'ın.» Ey evlâd! Ümitlerini kıs. Hırsını azalt. Sana emanet edilen namazları vaktinde kıl. Vasiyetini yazıp baş ucuna koymadan uyumak, iman sahibine yakışmaz, iman sahibi, her gece vasiyetini yazmalı, öyle yatmalı. Uyanırsa ne âlâ, aksi hâlde ehli onu bulur, faydalanır ve rahmet okur. Kendini bulunduğun yerde emanet bırakmış gibi gör. Yerken de öyle ol; ehlin arasında varlığın bir emanet gibi olsun. Kardeşlerinle karşılaşman yine öyle olsun. Kalbine, bir emanet olarak gezdiğini tattır. İşini iyiye yöneltmek, kötüye çevirmek gibi şeylere güçlü olmayan, ancak bir emanet olarak yaşayabilir. Lehine olan işleri bilen, kendinden zuhur edecek şeylere hâkim olan, ölüm anını sezebilen pek az kimse vardır. Onlar da bildiklerini kolayca açıklamaz, kalp hâzinelerine yerleştirirler. Onlar, bu hâllere güneşi görür gibi bakarlar. Siz güneşe nasıl bakarsanız, onlar da olacak durumlarına öyle bakar, görürler. Şu var ki, dilleri ondan haber veremez. Olacak bir işi önce sır duyar, sır kalbe aktarır, kalp itminan derecesine eren nefse bildirir ve iş orada saklanır.
Nefsin, bu gibi şeylere ehliyet kazanması için hayli zaman terbiye görmesi, kalbe hareket edebilmesi için de hayli zaman mücadele ve mücahede yolunu tutması, hayli zorluklara dayanması icab eder.
FETHU'R-RABBÂNÎ
Esseyyid Abdulkâdîr Geylâni (ks)
0 Yorumlar