TEVHİD
Bu konuşma, cuma sabahı medresede yapıldı.
Konuşma tarihi: Hicrî, 546 Recep ayının sonu, (Milâdî 1151).
Bu sohbette; Tevhid nedir? Allah'ı nasıl birlemek gerekir?
Aziz ve Celil olan Allah kuluyla ne zaman övünür?
Halkı Allah'a ortak tanımaktan ve şirke düşme tehlikesinden nasıl kurtulunur?
Allah dostlarına tabi olmak, onlara hizmet etmek ne gibi faydalar sağlar?
Aziz ve Celil olan Hakk'ı tevhid et; her şeyde, her varlıkta O'nun nurunu gör. Şöyle ki, kalbinde ne dâr kalsın ne diyar... Hatta iç âleminde, fâni eşyadan zerrenin dahi yeri olmasın... Tevhid, (Allah’ı birlemek) her şeyi yok eder. Bütün şifa tevhiddedir. Ve bütün şifa tevhide sarılıp dünya ejderinden kaçmaktadır
Havva ana gelinceye kadar dünya yılanından kaç. O gelsin, dişlerini söksün, zehrini akıtsın, zararsız hâle getirsin, sana yaklaştırsın. Ve bu işin yolunu, bu işteki hünerini de sana belletsin... Sonra o dünyanın zehirli yaratığını sana teslim etsin. Artık bundan sonra onun sana gücü yetmez, eziyet edemez. Onda istediğin ameliyeyi yaparsın; dokunmaya güç bulamaz. Hak Teâlâ'yı seversen, O da seni sever.
Bu sevgi dolayısiyle dünya, şehvet, yersiz lezzet, nefis, hevâ ve şeytanların şerrinden seni korur. O'nun bu koruması, sana yeter. Hâl böyle olunca, kısmetlerini zararsız ve kedersiz alırsın.
Ey şahitsiz davacı, kalbinde Hakk'a şirk beslediğin hâlde daha ne kadar tevhid iddiasında bulunacaksın?.. Güçlü isen gel. Sen eline bir silâh al, ben de silâhsız olayım; en korkunç yerlere gidelim. Bu gidiş geceleyin olsun, bakalım orada kim feryadı basacak?.. Sen mi, ben mi? Bakalım, kim kimin cübbesine sığınacak?.. İçin nasıl dışa çıkacak!.. Sen nifakla terbiye oldun, ben imanla...
Ey cemaat! Size dünya bir şey versin diye onun ardından koşarsınız. Halbuki o, velî kullara bir şey kabul ettirebilmek için peşlerinde gezer. Onların önüne gelir, başını eğer, onlara bir şey verebilmek için sızlanır. Nefsine tevhid kılıcı ile vur. Onun ıslâhı için başarı zırhını giy. O nefsi mücahede okuyla yere sermeye bak. Hele takva korkusunu ondan uzak etme. Yakîn (tam iman) kılıcı elinden hiç düşmesin.
Nefse, gâh mızrağınla dürt, gâh onu sopanla döv. Sözünü dinler hâle gelinceye kadar bu hâlin devam etsin. Onun üstüne çıkıp ağzına gem geçirinceye ve yularını ele alıncaya kadar tarif ettiğimiz işleri yap. Nefsi, bu hâle getirdikten sonra, onun sırtında denizi, deryayı, karayı dolaşman kabil olur. Nefsi bu hâle getiren kimse ile Rabbi iftihar eder; sonra onu nefsin belini kıran, halâsı bu yolda bilen, başka yol tanımayan kimselere katar. Nefsini anlayan, ona göç yükünü taşıtır. Ona her ağırlığını vurduğu hâlde karşı gelmez ve emrini dinler; yanlış hareket etmez.
Sende hayır yok. Nefsi, kötü arzulardan beri alıp onu iyi anladıktan sonra hakkını verirsen, hayrını bulursun. İşte bundan sonradır ki, o nefis, kalbin himayesine girer. Kalp nefsin elinden tutar, sırra gider. Sır da onlarla birlikte Hak Teâlâ'ya varır.
Cihad asasını nefsin üstünden kaldırmayınız; onun yalancı iyiliklerine aldanmayasınız. Onun yalandan uyuklaması sizi kandırmasın. Nefsin uyuklaması, yırtıcı hayvanın uyuklamasına benzer; daldınız mı biner. O kendini uyur göstermeyi sever. Şu nefis var ya, uyarlık gösterebilir; yumuşak başlı, engin halli olduğunu ve hayrı takip ettiğini belirtebilir; ama biliniz ki, içinde bunların aksini saklar. Nefse karşı daima dikkatli ol. İşlerin hayırla bitmesi için, onu başı boş bırakma. Allah yolcularının, halktan ırak bir başka meşguliyetleri vardır. Bununla beraber, halka bakmak için onlara vazife verilmiştir. Bu yüzden onlarla oturur, kalkar, emir verir ve yasakları bildirirler. Halkla Hak yolcularının durumuna şu hikâye bir misaldir.
Şöyle ki:
- Birtakım yolcular, deniz aşırı yerlere gitmek istediler. İçlerinde yoldan anlayanlar geçti ve şaha vardı. Öbürleri, önce gidenlerin geçtiği yolu bilmedikleri için tuhaf oldular ve boğulmaya ramak kaldı. Bu durumu iyi bilen şah önce gelenlerden dilediğini yol göstermek üzere geri saldı. Onlar da gelip yol üzerinde durdular ve yolda kalan kulları doğru yola davet ettiler:
- işte yol burada; kurtuluş şurada... dediler. Bunu duyup gelen elini verdi ve kurtuldu. Bu hikâyenin aslı Hak Teâlâ’nın şu kelâmına dayanır:
- «O kimse ki, imanlı idi, gitti ve ey cemaat bana uyunuz, sizi doğra yola götüreceğim, dedi.» (Gafir(Mümin)/38)
Sizden aklı başında olan, dünya ile ferahlık duyamaz. Çocuklarına güvenemez. Mal, mülk, akraba onun için bir dayanak olamaz. Yemek, içmek, nikâh gibi işler, ona bir sevinç duygusu getiremez. Çünkü bunların hepsi birer hevesten ibarettir. İman sahibi bunu bilir.
Dolayısiyle iman sahibinin ferah duygusu, yalnız iman kuvvetinden, kalbin, Yaratan’a vasıl olmasından hasıl olur. Ayık olunuz ve dinleyiniz: Dünyanın ve öbür âlemin sultanları, Hakk'a arif olup O'nun emirleriyle amel edenlerdir. Ey evlâd! Kalbin ne zaman temiz olur ve sırrın ne zaman safa âlemine geçer ki, hâlâ halkı Hakk'a ortak koşmaktasın. Sen nasıl felah bulabilirsin ki, her gece sabah olunca, kimi şikâyet edecek, kime dert yanacak ve kimden dünyalık koparacaksın onları hesap edersin. Ve kalbinde tevhidin zerresi bile olmadığını bilirsin.
Bu hâlinle kalp güzelliğini nasıl arzularsın? Tevhid nurdur; şirk karanlıktır. Sen nasıl iflah olursun ki, kalbinde takvadan zerre dahi yok... Ve sen, Hakk'ı halkla perdeledin. Sebepleri gördün, onların sahibine kapalı kaldın. Halka dayanmakta ve halka güvenmektesin. Bu hâlinle mücerret bir dâvadan ibaretsin... Üzerinden yararı alınan ot köküsün. Şahit, ispat getirmeden yalnız kuru dâva ile bir şey olacağını sanma.
Hakikî tevhid ve safa âlemine geçmek iki şekilde olur: Birincisi, mücahede, zor işlere katlanıp riyazet yolunu tutmak, nefse ağır gelen birçok güç ibâdetlere katlanmaktır ki, bu, salih kullar arasında ma’ruf ve meşhur bir yoldur.
İkincisine gelince... O İlâhî bir vergi olarak gelir. Bu, nadir olan bir vakıadır. Hak Teâlâ istediği kulun kalbine sevgisini ve marifetini verir. Ehlini alır, san'atını bıraktırır ve o kulunda, kuvvetini, kudretini gösterir. Bir zamanlar yol kesip eşkıya olan zâtı, az zaman sonra bir mabede müdavim kılabilir. Yakınlık kapısını o kula açar, bulunduğu yaramaz hâllerden onu beri eder. Önce, dünyanın tümü eline girse doyması kabil olmayan bu zât Hakk’ın bir tecellisi sayesinde azla yetinmeye başlar. Hak, bu kuluna anlayış, hikmet, izzet ihsan eder. Gördüğü her şeyden ibret, işittiği her şeyden öğüt alır. Yaptığı işler, yalnız Hak yakınlığına ileten olur. Bu hâli benliğinde bulduktan sonra hidayet yolunu gösterir, kullara yardım eder. Bu sebeple bir an bile ondan ayrıldığı olmaz. Hak, onu bütün kötülükten korur.
Nasıl ki, Hz. Yusuf hakkında: - «Biz ondan, böylece kötülükleri beri aldık; çünkü o, bizim hâlis, kullarımızdandı.» (Yusuf/24) buyrulur.
İşte bunun gibi o kuldan da bütün kötülükler alınır. Ve bütün işlerinde başarı verilir. İlâhî sevgiye eren ve O'na arif olan kimseden herkes öğüt alır. Her şeyden ve her ilim dalından o zât herkese bilgi dağıtır. O zât, öğüdü ve verdiği bilgileri bazen sözle, bazen hareketleriyle yapar. Bazen de manevî bir himmetle yapar. Kullar onun verdiği öğüdün yönünü bazen tâyin edebilir, bazen de tâyin edemez.
FETHU'R-RABBÂNÎ
0 Yorumlar