Son yayınlar

6/recent/ticker-posts

61.meclis, Sözlerimi işitiniz ve bana dönünüz, Ben şahın davetçisi ve Peygamber’in vekili olarak aranızdayım,FETHU'R-RABBÂNÎ,



Her işini Allah için yap. Bir işe kimin için başlarsan neticesi yine onun için olur. İlmini halk için tahsil edersen eline halk geçer. Allah için ilim yoluna koyulursan sonunda O'nu bulursun. Dünyaya dair bilgi toplarsan, dünyayı bulursun. Âhiret işlerini öğrenirsen ona kavuşursun. Hâsılı neye çalışıyorsan ona nail olursun. Her şey böyle... Yaptığını görür, ettiğini bulursun. 

Her kap, içindekini sızdırır. Kabını neft yağı ile doldurunca, gül yağı akmasını beklemek olur mu? Sende hayır yok. Dünyada dünya için amel edersin. Dünya oğulları uğruna çalışırsın, ama âhiret âlemini de talep edersin, olur mu? Bugün bütün işlerini halka tahsis ettin; yarın için de Yaratan'ı bulmak emelindesin, bu nasıl olur? Sana göre olur, çünkü varlığında iyilik kalmamış. 

O'na bakmak ve O'na yakın olmak için hiç iyi yönün yok. Söylediklerimiz dış hükümleri ilgilendirir ve galip olan budur. Ama Hak dilerse, bu hâlinle birçok şeyleri sana ihsan eder, hatalarından geçer; bu O'na ait... 

Bize göre tâat cennetlik iştir, isyan da cehennemlik. İşin bundan ötesi sahibine... Hak Teâlâ'ya... Dilerse yapılan işe karşılık verir; dilerse azap eder. Bizden herhangi birinin Hak tarafından ceza vermek ve dargın yüz göstermek babında işlerimiz bir önem taşımaz. O yaptığımıza bakmadan hem döver hem de sever. O dilediğini yapar; yaptığından sorguya maruz kalmaz. Şayet o bir peygamberi ve sâlihlerden birini ateşe atacak olsa zalim olamaz; âdil olur. Mal, mülk, hüküm onun olduğuna göre kim karışır? Herkes mülkünde istediği tasarrufa sahip değil mi? 
Bu hâllerde bize düşen, Hakk'a ait işlerin doğruluğunu tasdiktir. Bizim için, bu nasıl olur, neden ve niçin gibi sözler ve bunun olması caizdir veya değildir gibi laflar yaramaz. Allah, bir işi yapıyorsa o adalettir ve haktır. “Allah bu gibi işleri yapamaz ve böyle işler olamaz” gibi lafların bize ne yararı olabilir? 

Sözlerimi işitiniz. Ağzımdan çıkan her kelâmın manasına akıl erdirmeye çalışınız. Şunu katî bilesiniz ki, ben, evvel zamanda gelip geçen büyük zâtların çocuğuyum. Onların kudreti ve kuvveti önünde dururum. Onların metaını satmaya çalışırım. Bağırmam, çağırmam, onların malını satmak için. O mallara hıyanet etmem, kendiminmiş gibi göstermek de istemem. İşlerime onların sözüyle başlarım. Onların metaını överim. Yaptığım işlerin bereketini Allah verir. Peygamber'e (s.a.v) uyduğum, anama, babama iyilik ettiğim için Allah bu işlere beni ehil kıldı. Allah, anamın babamın üzerinden rahmetini eksik etmesin. Babam zengindi, dünyalığı vardı. Fakat ona karşı bir yeterlik duygusuna sahipti. Annem de ona uydu. Yaptığı her işe razı oldu. Hiçbir zaman babamın yaptığına anam itiraz etmedi. Babam ve annem ehl-i din olup daima iyilik ederlerdi. Kalplerinde halka karşı bir şefkat duygusu vardı. 
Üzerimde gördüğünüz iyilik onlarındır, başkalarının değil. Allah'ın ve Peygamberin (s.a.v) huzuruna onlarla birlikte varacağım. Onları ben götüreceğim... Zaferimi onların sayesinde bulacağım. Her hayrım ve bulunduğum nimet onların sayesinde oluyor. Her iyiliğimi onların yanında görüyorum. Hazret-i Rasûl (s.a.v) hariç halkın hiçbirinden beklediğim şey yok. Esas Yaratıcımdan gayri kendini yaratıcı tanıtanların hiçbirinden umduğum bir şey yok Ey bilgin kişi, sözün sadece dilde; kalbinden akıp gelen bir şey yok. 

Her şey suretten ibaret, için bozulmuş. İçinde yararlı hâl taşıyan kalp, dilden gelen, içsiz sözü bırakır, kaçar. İyi kalbe sahip olan, manasız sözü duyunca âdeta kafese konmuş gibi çırpınmaya başlar. Münafık mescitte nasıl darlık duyarsa o iyi kalp sahibi de o sözleri dinlerken o hâli duyar. Bir mecliste, doğrulardan biri münafık bilginlerden birini görürse, hayat emniyetini oradan kaçmakta bulur. İçi temiz ve doğru olan zât, deccâl kılıklı, bidatçi ve Allah'ın, Peygamber’in düşmanı ile nasıl oturabilir? 

Allah yolcuları içi bozuk münafıkları tanır. Onların çeşitli alâmetleri vardır. Allah yolcusu, münafığı yüzünden ve sözünden tanır. İçi bozuk adam: 

“Bir sâlih kimseye teslim olup halâs bulmaktansa, aslanın ağzına yem olayım!” der. 

Şayet bir münafık kişi gelecek olsa, sâlihin nuru onu yakar. Melekler, içi bozukları, sâlih kullardan uzak tutar. Onların, doğrular arasında yeri yoktur. Varsa bir geçici payeleri, o da avam halk arasındadır. Avam halk, onları belki bir adam sanır, ama Allah yolcuları katında onlar, yırtıcı bir kediden daha aşağıdır, zerre kadar değer taşımazlar. Doğru kimse, ilâhî nurla bakar. Baş gözündeki görme duygusu güneş ışığı ve ay aydınlığı onun için önem taşımaz. Güneş ışığı, ay aydınlığı ve gözündeki görme duygusu olmasa da görür. Bu nur, bir nevi umumî sayılır. Bir de özel nur vardır ki, onu ancak Hak, seçtiği kimselere verir. Bu nuru almak için hükümlere uymak, onlara tam iman sahibi olmak Kitab’a -Kur'ân'a-, Sünnet’e -Peygamberin âdetlerine- göre amel etmek gerekir. Hem kim ki, Kitap ve Sünnet’e göre amel etti. Allah Teâlâ ilmin nurunu ona verdi. Allah'ım, bizi hilmine ve yakınlığına nasip eyle. Âmin! 

Ey içi bozuk münafıklar! Allah size meymenet vermedi. Hayret ne kadar da çoksunuz? Bütün telâşınız, halkla iyi geçinmeyi temin için... Dolayısıyla de Hak'la olan bağlarınızı koparmak... 
Bundan başka hiçbir çabanız yok. Allah'ım, beni o münafıkların başına sal. Tâ ki, yeryüzünü onlardan temiz kılayım. 

Şu zamanda münafık adamın işareti odur ki: Yanıma gelemeye ve bana selâm veremeye... Selâm vermek zorunda kalsa, ancak zorlukla vere... O içi bozuk adam ister ki, bu dini çökerte. Allah'ım, din binasını yapmak için bana yardımcılar ver. 

* Ey içi bozuklar, bu din elinizle yapılmaz. Sizde onu yapacak iyilik yoktur. Onu nasıl yaparsınız ki, bina işinden anlamadığınız gibi, onu yapacak âletiniz de yok. 
Ey cahiller! Din evinizi yapınız. Size elzem olan önce bu binadır; sonra başkaları. Bana düşmanlık etmeyiniz, bunu yapacak olursanız, ben de size yaparım. Sonra felah bulamazsınız. Çünkü Allah'ın, Peygamber’in yardımı bana kuvvet verir. Yapacağım her işi onlarla yaparım. Düşmanlık etmeye kalkmayınız: Allah yapacağı her işte galiptir. Hatırlayınız. Yusuf Peygamber’i... Kardeşleri öldürecekti; ama güçleri yetmedi. Nasıl öldürebilirdi ki, Hak katında o bir şahtı ve hak peygamberlerden biriydi. Doğrulardan bir zâttı. Hak Teâlâ ezelde öyle yazmıştı ki, halka onun vasıtasıyla iyilikler ola..

Ey şu zamanın münafıkları bu hikâye sizedir. Beni öldürmek istersiniz, ama bu olmayacak. Böyle bir iyiliği (!) bulmanız kabil değil. Bu bapta elleriniz kusurlu. Ezelde verilen bir hüküm olmasaydı, sizi teker teker hesaba çeker, azarlamayı da bilirdim. 

Her işin kökü hükümledir. Ayakta durmak da hükümle olur, ilmin gereğini yapmak da o ezelî hükme bağlıdır. Allah yolcuları halktan korkmaz. Çünkü onları Allah kefaletine almıştır. Onları Allah saklar ve idare eder, her kötülükten esirger. 
Allah yolcuları da buna inanır; bu sebeple halktan gelecek bir yaramaz işe aldırmaz. Bilirler ki, yakında halkın eli tutamayacak, ayakları yürüyemeyecek ve dili de söz edemeyecek. Halkın âciz olduğuna ve yokluk içinde bulunduğuna inanmışlardır. Bilirler ki, halk öldüremez ve bir paye veremez. Bilirler ki halkın elinde ne fayda ne de zarar vardır. Hak yolcuları mülk olarak yalnız Hakk’ın varlığını bilirler. Ondan başkasında güç olmadığına, veren, alan, faydalı olan ve zarar veren yalnız O olduğuna inanırlar. 
Bu imanlarıdır ki onları şirk yükünden alır. Onları Hak öz olarak seçmiştir. Dolayısıyla daima huzur içinde ve Zât’ı ile ülfet hâlinde olurlar. Rahatları O'nunladır. O'nun verdiği rahatlık içinde kalır, lûtfuna uğrar, kalpten O'na münacat ederler. Bu hâli bulduktan sonra dünya olmuş veya olmamış aldırmazlar. Âhiret ister olsun ister olmasın bir şey ummazlar. Hayra şerre aldırış etmezler. Allah yolcuları kötü işleri bırakmak için ilk zamanda kendilerini biraz zorladılar. Sonraları Hak onlara acıdı. Kötülüğü terki tabiî kıldı ve bu duyguyu bir hibe olarak verdi. Hakkın verdiği hedefe varınca, zühdün özüne erdiler. Tabiatın da ne demek olduğunu anladılar. Her şeyi Hak'tan öğrendiler. 

Her şeyi o büyüklerden belleyiniz. Şimdilik ibadeti, içinizden gelmese bile zorla yapınız. Kötü işleri terke gayret ediniz. Yasaklara yakın olmayınız. Bir zaman sonra göreceksiniz ki, zorla yaptığınız işler tabiî bir hâl almış. Rabbinizin kelâmını anlayınız; anladığınızla amel ediniz, amellerinizde ihlâsı bırakmayınız. 

* Ey evlat! Sen nefis, tabiat ve boş arzudan ibaret kaldın. Yabancı sıbyanla ve yabancı kadınlarla oturmaktasın. Sonra da 

“Ben onlara aldırış etmem, kalbim bozulmaz” dersin. 

Bunu nasıl dersin bilmem; yalancı oluyorsun. Bu sözlerinde sana ne din uyar ne de akıl. Yakında konuk olacaksın. Nereye biliyor musun? Bir ateşten öbürüne... Bir odundan öbürüne... Din ve iman evin, İslâm yolunu inkârla ışıldamakta. Bunu inkâr etmeye kimsenin dili varmaz. Hâlin böyle olduğunda herkes ittifak eder. Ve derler ki: “Şunun her yanı inkârla dolu” Önce iman ve Hak Teâlâ'ya karşı irfan sahibi ol. Sonra Hakk'a nâib olarak halkı tedavi et, onlara tabip ol. Yazık sana... Yılanlarla geleceksin. Hâlbuki Havva validenin sanatını da bilmezsin. Onların öldürücü zehrine karşı tiryak da alamadın. Bu hâlde halkı nasıl tedavi edersin?

Gözü kör olan halkın gözünü nasıl tedavi edebilir? Dilsiz halka nasıl laf öğretebilir? Bilgiden yoksun olan, dinin emirlerini nasıl yerine getirebilir? Şaha kapıcı olmayan, halkı ona hangi hakla götürebilir? 
Sen Allah'ı bu hâlinle anlayamazsın. O'nun kudretini sezemezsin; yakınlığını bilemezsin ve halkı idare şekline aklın ermez. Hakk'ın siyasetini ben de bilemem. Onun kudretini benim de aklım zapt edemez. Bunlar ancak teville anlaşılır ki, tevilini de ancak Hak Teâlâ bilir. 
Sözlerimi işitiniz ve bana dönünüz. Ben şahın davetçisi ve Peygamber’in vekili olarak aranızdayım. Halkı dine yerleştirmeye gayret ederim. Allah'ın ve Peygamber’in (s.a.v) emrini yaparken sizden utanmam. Ben onların fermanı ile çalışan bir tahsildarım ve işlerimi onların kudreti ve kuvveti içinde görmekteyim; intisabım onlaradır. Şu dünya fena bulup gidecek. Burası âfet ve belalarla doludur. Hiç kimsenin onda geçimi hoş olmaz. Hele hâkim bir Zât’ın onda hiç de rahatı iyi değildir. 

Derler ki: “Hâkim Zât’ın gözü, dünyada bir an bile aydın olmaz, onun gözü ölümü bekler.” 

Bir kimsenin ki, karşısına yırtıcı hayvan dikilir, yaklaşır ve ağzını açar ondan nasıl kaçılır ve göz yumulup uyunur? Ey gafiller! Kabir ağzını açıyor. Ölüm canavarı ve ejderhası da ağzını açmış. Şu hanın cellatları kılıcı ellerine almış, emir bekler. Hâl bu iken, nedir bu gafletiniz? Bu işleri tam mânası ile anlayıp gerektiği gibi ayık olan ancak milyonda bir kişi çıkar. 
Bulunduğun hâlden kurtulup ayık kimse olman için bazı şartlar lazım. İlk defa kazanıp yemek için bir sanat sahibi olmalısın. İmanın tam kuvvetini buluncaya kadar bu lazım. Çalışmaya devam eder, sebat bulursan, Hak Teâlâ seni tevekkül yoluna atar; sebepleri bildirmeden yedirir ve içirir. 

Ey sebeplerle Hakk'a şirk koşan, tevekkül yolu ile alıp yemenin hoşluğunu tatmış olaydın Hakk'a eş koşmazdın. O'nun kapısında oturur, tevekkül eder, kaynaktan akıp geleni alır yerdin. Dünya geçimi için iki şeye aklım erer: Biri dış sebepler yolu ile çalışmak, öbürü de tevekküle dayanmak. Yazıklar olsun, çalışmıyorsun, halka yük olup gitmektesin. Bu hâlin için utanç duyduğun yok. İşin başı çalışmak, sonrası da tevekkül, yâni işi oluruna bırakmak. Sende ne sonu var ne de önü. Ben daima gerçeği söylerim; bunu yaparken senden utanmam. Sözümü işit ve kabul et. Bilgisiz hâlin için benimle çekişme, öyle yersiz çekişme yaparsın ki, görenler, gerçek senin tarafından olduğunu sanacak. Halktan yana bir yeterlik duygusuna sahibim. Onların elinde olana göz atmadığım gibi övmelerine ve yermelerine de aldırış etmem. 
Sizden bir şey alacak olsam, benim için değil, başkası için alırım. Sözlerim tam yerinde ve zamanında söylenir. Hangi sözü edersem o bana emredilmiştir. Ağzımı açınca, söyleyeceğim sözün gerçek olduğunu önceden kestirmiş olurum. İlâhî hükümleri değiştirecek biri olmadığı gibi onun yerine gelmesini önleyecek biri de çıkmaz. Yazık oluyor sana. Halkın iyi demesi seni aldatıyor. Halk sana iyi der; hâlbuki içinde bulunduğun hâlin gerçeğe uymadığını bilirsin. 

Bu hususta Hak Teâlâ şöyle buyurdu: 
“İnsan, nefsini çok iyi bilir.” (el-Kıyâme, 75/14) 

Tuhafsın. Avam halk arasında o kadar güzel (!) oluyorsun ki, hepsi seni övüyor. Ama ilâhî nurla münevver zatlar arasında hiç de öyle değil. Onlar senin saklamakta olduğun gerçek yüzü bilir. Öbür tarafta iyi gözüktüğün kadar burada kötüsün 
Ey dünyaya dalıp gidenler ve onunla ferah duyanlar, hâliniz nereye varır? Dünyaya dalanlar, akıllı olduklarını iddia ederler. Her şeyi iyi kavradıklarını sanırlar. Yazık oluyor, yapmayın. Siz, Rabb’inizin şu kelâmını duymadınız mı: 

“Biliniz ki, dünya yalancı oyuncak ve geçici süstür.” (el-Hadîd, 57/20) 

Cıncık boncuk, kadınlara, mümeyyiz olmayan yavrulara yaraşır; aklı başında olan erkekler onları neyler ki? Size anlatmak isterim ki, dünya metaı, aklı kıt olan cahil kişiler için olur. Şunu da anlatmak isterim ki, Hak Teâlâ sizi oyuncak için yaratmadı. 
Âhireti bırakıp dünyanın geçici işleri ile meşgul olan, ömrünü boşa harcamış sayılır. Dünyalığınızı şehvet, nefis ve nefsin eli ile alırsanız, yılan, akrep almış olursunuz. 
Âhiret işlerine dönünüz. Kalpten Rabb’inize yöneliniz. Onunla olunuz; sonra onun fazlı ve ihsanı icabı size gönderdiğini de alınız. Hem dünyayı hem de âhireti düşününüz, anlayınız; sonra ikisi arasında tercih yapınız. Öğrendiğini mi sanırsın; ne öğrendin ki? Bende bilmediğin daha çok şeyler var, onları da bellemeye çabala. Ektiğim şeyler yetişti, kol attı. Seninki, bittikçe yanar. 
Akıllı ol, baş olmayı bırak; ayrıl. Yanıma gel, cemaatimden biri gibi şurada otur. Sözlerimin, kalbinde yeşermesi için böyle yap. Aklın olsaydı sohbet için yanımda otururdun. Benimle yetinmiş olsaydın, her gün bir lokmacık alır ve sert sözlerimi sabırla dinler, fayda bulurdun. Her kimin ki imanı var, o yanımda oturur, sözlerimi dinler ve her kimin ki imanı yok, o da kaçar.

FETHU'R-RABBÂNÎ,

Yorum Gönder

0 Yorumlar