Son yayınlar

6/recent/ticker-posts

TEFSİR DERSİ, TAKVA VE VERA (25.03.2021 dersi)


 
اَلْحَمْدُ رَبِّ الْعَالَمِينَ وَالصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ عَلَى رَسُولِنَا مُحَمَّدٍ وَعَلَى اٰلِهِ وَاَصْحَابِهِ اَجْمَعِينَ


صَلُّوا عَلَى رَسُولِنَا مُحَمَّدٍ


صَلُّوا عَلَى طَبِيبِ قُلُوبِنَا مُحَمَّد


صَلُّوا عَلَى شَفِيعِ ذُنُوبِنَا مُحَمَّدٍ


رَبِّ اشْرَحْ لِى صَدْرِى وَيَسِّرْ لِى اَمْرِى وَاحْلُلْ عُقْدَةً مِنْ لِسَانِى يَفْقَهُوا قَوْلِى


سُبْحَانَكَ لَاعِلْمَ لَنَا اِلاَّ مَا عَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ


سُبْحَانَكَ لاَ فَهْمَ لَنَا اِلاَّ مَا فَهَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْجَوَ ادُ الْكَرِيمُ


أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيم بسم الله الرحمن الرحيم

Sözlükte “sakınmak, kaçınmak, çekinmek” anlamındaki vera‘ kelimesi terim olarak “haram ve günah olup olmadığı şüpheli hususlardan özenle kaçınıp helâl ve mubahların bir kısmından feragat etmek” anlamında kullanılır. Bu sebeple vera‘ takvânın ileri ve özel bir şekli kabul edilir. Takvâ mahzurlu olanı, vera‘ ise helâl olması şüpheli olanı terk etmektir.


Allahu Teâlâ’ya hakkı ile itaat etmek! Emir ve yasakları hususunda dikkatli olmak! Ondan nasıl sakınılması gerekiyorsa öylece sakınmak lazım!

Âl-i İmrân Suresi 102.ayet-i kerimede şöyle buyurulmuştur.

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ حَقَّ تُقَاتِه۪ وَلَا تَمُوتُنَّ اِلَّا وَاَنْتُمْ مُسْلِمُونَ

Yâ eyyuhâ-lleżîne âmenû-ttekû(A)llâhe hakka tukâtihi velâ temûtunne illâ veentum muslimûn(e)

“Ey iman edenler! Allah’a karşı gereği gibi saygılı olun ve ancak müslüman olarak can verin.”(Ali İmran, 102)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا Ey iman edenler اتَّقُوا اللّٰهَ Allah'tan korkun  
حَقَّ تُقَاتِه۪ Hakkıyla O'na yaraşır biçimde وَلَا تَمُوتُنَّ Ölmeyin 
اِلَّا وَاَنْتُمْ dışında siz مُسْلِمُونَ Müslümanlar olarak



Bizlerin Müslüman olarak Takvaya sarılmamız lazım! Çünkü takva, Hak katında tek ölçüdür. Mevla Teâlâ’nın muhabbetini ve Resulullah’ın (s.a.v.) sevgisini celbeden, kulu Allah’a ve Resulüne adım adım yaklaştıran tek kıymet, yegâne özellik takvadır. Sahip olduğun nimet ve meziyetler, bir üstünlük ölçüsü değildir.

Nefsinin ayıpları ve bu ayıplardan kurtuluş reçetesi yine takvadır. Hak Teâlâ sadece takvalı kullarına feraseti nasip eder. Allahu Teâlâ’nın nuru ile bakıp, hakkı batıldan, hayrı şerden ayırmak sadece takvalı kullara has bir özelliktir.

Enfal Surei 8/29 ayet-i kerimede şöyle buyurulur:

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِنْ تَتَّقُوا اللّٰهَ يَجْعَلْ لَكُمْ فُرْقَانًا وَيُكَفِّرْ عَنْكُمْ سَيِّـَٔاتِكُمْ وَيَغْفِرْ لَكُمْۜ وَاللّٰهُ ذُو الْفَضْلِ الْعَظ۪يمِ


Meâli: Yâ eyyuhâ-lleżîne âmenû in tettekû(A)llâhe yec’al lekum furkânen veyukeffir ‘ankum seyyi-âtikum veyaġfir lekum(k) va(A)llâhu żû-lfadli-l’azîm(i)

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا Ey iman edenler

 اِنْ تَتَّقُوا اللّٰ Allah’a karşı takva sahibi olursanız

يَجْعَلْ لَكُمْ فُرْقَانًا Allah size bir furkan verir.

وَيُكَفِّرْ عَنْكُمْ سَيِّـَٔاتِكُمْ وَيَغْفِرْ لَكُمْۜ Takvanızı günahlarınıza kefaret ederek örter ve sizi affeder.

وَاللّٰهُ ذُو الْفَضْلِ الْعَظ۪يمِ Allah büyük lütuf sahibidir.


Vera, ihtiyacından fazlasında gözünün olmaması, dinin helal gördüğü şeylerde de ilahi hududu muhafaza etmektir. 

Resulullah (s.a.v.) bu konuda şöyle buyurmuştur:

«إنَ الْحَلاَلَ بَيِّنٌ وَإِنَّ الْحَرَامَ بَيِّنٌ وَبَيْنَهُمَا مُشْتَبِهَاتٌ لاَ يَعْلَمُهُنَّ كَثِيرٌ مِنَ النَّاسِ فَمَنِ اتَّقَى الشُّبُهَاتِ اِسْتَبْرَأَ لِدِينِهِ وعِرْضِهِ وَمَنْ وَقَعَ فِي الشُّبُهَاتِ وَقَعَ فِي الْحَرَامِ كَالرَّاعِي يَرْعَى حَوْلَ الْحِمَى يُوشِكُ أَنْ يَرْتَعَ فِيهِ، أَلَا وَإِنَّ لِكُلِّ مَلِكٍ حِمًى، أَلاَ وَإِنَّ حِمَى اللّٰهِ مَحَارِمُهُ، أَلَا وَإِنَّ فِي الْجَسَدِ مُضْغَةً إِذَا صَلَحَتْ صَلَحَ الْجَسَدُ كُلُّهُ وَإِذَا فَسَدَتْ فَسَدَ الْجَسَدُ كُلُهُ، أَلَا وَهِيَ الْقَلْبُ».



Nu’mân İbni Beşîr radıyallahu anhümâ Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken dinledim, dedi:

“Helâl olan şeyler belli, haram olan şeyler bellidir. Bu ikisinin arasında, halkın birçoğunun helâl mi, haram mı olduğunu bilmediği şüpheli konular vardır.

Şüpheli konulardan sakınanlar, dinini ve ırzını korumuş olur. Şüpheli konulardan sakınmayanlar ise harama düşer. Tıpkı sürüsünü başkasına ait bir arâzinin etrafında otlatan çoban gibi ki, onun bu arâziye girme tehlikesi vardır.

Dikkat edin! Her padişahın girilmesi yasak bir arâzisi vardır. Unutmayın ki, Allah’ın yasak arâzisi de haram kıldığı şeylerdir.

Dikkat edin! Cesette bir et parçası vardır. Eğer bu et parçası iyi olursa, bütün vücut iyi olur. Eğer o bozulursa, bütün vücut bozulur. İşte bu et parçası kalbdir.”

Buhârî, Îmân 39, Büyû’ 2; Müslim, Müsâkat 107, 108. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Büyû’ 3; Tirmizî, Büyû’ 1; Nesâî, Büyû’ 2, Kudât 11; İbni Mâce, Fiten 14


إنَ الْحَلاَلَ بَيِّنٌ “Helâl olan şeyler belli,
وَإِنَّ الْحَرَامَ بَيِّنٌ haram olan şeyler bellidir.
وَبَيْنَهُمَا مُشْتَبِهَاتٌBu ikisinin arasında, halkın birçoğunun helâl mi, haram mı olduğunu bilmediği şüpheli konular vardır.
لاَ يَعْلَمُهُنَّ كَثِيرٌ مِنَ النَّاسِ İnsanların çoğu o şüphelileri bilmezler.
فَمَنِ اتَّقَى الشُّبُهَاتِ Şüpheli konulardan sakınanlar,
اِسْتَبْرَأَ لِدِينِهِ وعِرْضِهِ dinini ve ırzını korumuş olur. (Mesela mahallede düğün var oradan geçerken gözün harama bulaşabilir. Diğer taraftan dolaşırsan şüpheli yerden uzaklaşmış olursun.)
وَمَنْ وَقَعَ فِي الشُّبُهَاتِ Şüpheli konulardan sakınmayanlar ise
وَقَعَ فِي الْحَرَامِ Harama düşer.
كَالرَّاعِي يَرْعَى حَوْلَ الْحِمَى يُوشِكُ أَنْ يَرْتَعَ فِيهِ Tıpkı sürüsünü başkasına ait bir arâzinin etrafında otlatan çoban gibi ki, 
أَلَا وَإِنَّ لِكُلِّ مَلِكٍ حِمًىDikkat edin! Her melikin (padişahın) girilmesi yasak bir sınırı vardır.
أَلاَ وَإِنَّ حِمَى اللّٰهِ مَحَارِمُهُ Dikkat edinAllâh-u Teâlâ'nın da sınırları haram kıldığı şeylerdir. 
أَلَا وَإِنَّ فِي الْجَسَدِ مُضْغَةً Dikkat edin! Cesette bir et parçası vardır. 
إِذَا صَلَحَتْ صَلَحَ الْجَسَدُ كُلُّهُEğer bu et parçası iyi olursa, bütün vücut iyi olur. 
وَإِذَا فَسَدَتْ فَسَدَ الْجَسَدُ كُلُهُEğer o bozulursa, bütün vücut bozulur.
أَلَا وَهِيَ الْقَلْبُ Dikkat edin! O et parçası kalptir.

Yine Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

 وعن الحَسَنِ بن عَليٍّ رضّيَ اللَّهُ عنهما ، قال : حَفِظْتُ مِنْ رَسُول اللَّهِ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم : «دَعْ ما يَرِيبُكَ إِلى مَا لا يرِيبُك » رواهُ الترمذي وقال حديث حسن صحيح.

ومعناهُ : اتْرُكْ ما تَشُكُّ فِيهِ ، وخُذْ ما لا تَشُكَّ فِيهِ .

Hasan İbni Ali radıyallahu anhümâ şöyle dedi:

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu kendisinden duyup ezberledim:

“Sana şüphe veren şeyi bırak, şüphe vermeyene bak!”

Tirmizî, Kıyâmet 60. Ayrıca bk. Buhârî, Büyû’ 3; Nesâî, Kazâ 11


Takva ehli, şüphelilerden kaçınmalıdır. Hatta mübah görülmüş, dini anlamda bir sakıncası olmayan durumlardan da kaçınmalıdır. Ancak bu şekilde vera sahibi olunabilir. Allah Resulü (s.a.v.) ve ashabının izlediği yol bu yoldur.


Bu anlamda Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

وعن عطِيَّةَ بنِ عُرْوةَ السَّعْدِيِّ الصَّحَابِيِّ رضيَ اللَّه عنهُ قالَ . قال رسول اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم « لايبلغ العبدُ أَنْ يكون من المتقين حتى يَدَعَ مالا بَأْس بِهِ حَذراً مما بِهِ بَأْسٌ )).

رواهُ الترمذي وقال : حديثٌ حسن .


Atıyye İbni Urve es-Sa’dî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Bir kul günaha girerim korkusuyla, yapılması sakıncalı olmayan bazı şeylerden bile uzak durmadıkça, müttakîler derecesine çıkamaz.”


Tirmizî, Kıyâmet 19. Ayrıca bk. İbni Mâce, Zühd 24

Resulullah Efendimiz (s.a.v.), eşref’il vera’dır. Vera ehlinin Seyyidi ve Allah’tan insanlar içinde en çok korkanı, yasak ve şüphelilerden en çok sakınanı idi. 

Hazreti Aişe (r.anha) anamıza efendimizin dediği gibi;

فَوَ اللَّهُ إِنِّي لَأَعْلَمُهُمْ بِاللَّهِ، وَأَشَدُّهُمْ لَهُ خَشْيَةً

"Allah’a yeminler olsun ki, muhakkak ki ben, Allah’ı onların arasında en iyi bileniyim! Ve Allah’tan, onların en çok korkanıyım" buyurmuştur.

Bir gün yolda yürürken efendimiz bir hurma buldu. Hurmayı yemedi ve vera konusunda ne kadar üstün meziyetlere sahip olduğunu bildiren şu sözlerini bildirdi:

“Eğer bu hurmanın sadaka hurması olması ihtimalinden korkmasaydım, muhakkak onu yerdim.”

Hz. Ömer (r.a.) “Bizler harama düşeriz korkusuyla, helallerin onda dokuzunu terk ederdik” demiştir. 
*
Hazreti Ebubekir (r.a.) ise “Biz harama düşeriz diye yetmiş tane helali terk ederiz.” sözü ile veraya işaret etmiştir.

*

Hazreti Ebû Bekir'in başından geçen şu olayda ne kadar ibret vardır.  Hazreti Ebu Bekir’in (r.a.) bir kölesi vardı. Bu köle kazancının belli bir kısmını Ebu Bekir’e verir, o da bundan yerdi. Yine bir gün köle kazandığı bir şeyi getirdi, Ebu Bekir de onu yemeğe başladı. Köle, Hz. Ebu Bekir’e:

– Yediğin şeyin ne olduğunu biliyor musun? diye sordu. Ebu Bekir de:

– Söyle bakalım, neymiş? diye açıklamasını istedi. Köle şunları söyledi:

– Falcılıktan anlamadığım halde, Câhiliye devrinde birine falcılık yaparak adamı aldatmıştım. Bugün onunla karşılaştık. Adam o yaptığım işe karşılık, işte bu yediğin şeyi çıkarıp verdi.

Bunun üzerine Ebu Bekir parmağını ağzına sokarak yediklerinin hepsini kustu.
*

“Ebu Hanîfe hazretleri, ticaretle geçinen servet sâhibi zengin bir kimse idi. Ancak ilimle meşgul olduğundan ticarî işlerini vekili vasıtasıyla yürütür, kendisi de yapılan ticaretin helâl dairesi içinde olup olmadığını kontrol ederdi. Bu mevzuda o derece duyarlı idi ki, bir defasında ortağı Hafs bin Abdurrahman’ı kumaş satmaya göndermiş ve ona:

“Ey Hafs! Malda şu şu özürler var. Bunu müşteriye söylemeyi unutma ve şu kadar da ucuza sat!” demişti. Hafs da malı imamın belirttiği fiyata satmış, ancak ondaki özrü müşteriye söylemeyi unutmuştu. Durumu öğrenen Ebu Hanife hazretleri, Hafs bin Abdurrahman’a:

– Kumaşı alan müşteriyi tanıyor musun? diye sordu. Hafs’ın, müşteriyi tanımadığını belirtmesi üzerine İmam, helâl kazancının lekeleneceği ve şüphe karışacağı endişesiyle, satılan maldan elde edilen otuz bin dirhemlik kazancın tamamını sadaka olarak dağıttı ve ortağından ayrıldı.
*
Yine İmam-ı Azam Ebu Hanife bir gün bir alacağını istemeğe gitmiş, alacaklısının evinin önünde bir ağaç varmış. Kızgın güneşe rağmen, Ebu Hanife ağacın gölgesinde değil, güneşte durarak borcunu istemiştir. Kendisine: 
“Ağacın altında bekleyemez misin?” denildiğinde şunları söyler: 
“Hayır, çünkü sahibinden alacağım var.”


Hadiste şöyle buyurulmuştur:
“Her menfaat sağlayan borç faizdir.” (Feyzü'l-Kadir, 5:27. Hadis No:6336)

*

Ahmed bin Hanbel (ra)kovasını Mekke’de bir bakkala rehin bırakmıştı. Mekke’den ayrılacağı zaman bakkal ona iki kova verdi ve bunlardan hangisi senin ise seç al, dedi. İmam Ahmed bunlardan hangisinin kendisine ait olduğu hususunda şüpheye düştü ve bakkala, 
“Para da kova da senin olsun” dedi. 
Bakkal: “Senin kovan şudur, seni tecrübe etmek için böyle davranmıştım” dediyse de İmam Ahmed, “Katiyen almam” dedi. 
Kovayı orada bıraktı ve çıkıp gitti.

*

Allah’ı unutmaya atılan ilk adım ve harama açılan ilk kapı verayı terktir.

Kufe şehrinin köylerini haydutlar basıp koyunları çalmışlardı. İmam-ı Azam bu çalınan koyunlar şehre getirilip satılır düşüncesiyle, “koyunun en fazla yedi sene yaşadığını” bildiği için, yedi sene koyun eti yemedi.

*

Râbiat’ül Adeviyye gömleğinin yırtığını devlete ait bir lambanın ışığında dikmiş, bunun üzerine kalp huzurunu bir zaman yitirmiş, vaziyeti hatırlayınca gömleğini yırtmış ve kalbinin manevî neşesini bulmuştu.
*
"Vera ehli ol, insanların en abidi olursun.” (bk. İbni Mace, Zühd, 24)

“Veradan daha kolay ve sağlam bir yol görmedim.” (Buharî, Büyu, 3)

*

Ahirette hesabın hafif olması, veranın neticesidir. Dünyada aziz, ahirette sultan olmak istiyorsan, yolun veradan geçmektedir. Küçümsediğin her davranış seni hakkın yardımından bir adım daha uzaklaştırmaktadır. Azimete sarıldığın müddetçe Hakkın yardımı seninle olacaktır. Mevla Teâlâ bizlere vera ehli olarak haşr eylesin.



Yorum Gönder

0 Yorumlar