Son yayınlar

6/recent/ticker-posts

KURANDA KİBRİN ZARARLARI,ŞEYH AHMED EL KADİRİ, TEFSİR ,18/03/2021 perşembe sohbetleri


اَلْحَمْدُ رَبِّ الْعَالَمِينَ وَالصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ عَلَى رَسُولِنَا مُحَمَّدٍ وَعَلَى اٰلِهِ وَاَصْحَابِهِ اَجْمَعِينَ

صَلُّوا عَلَى رَسُولِنَا مُحَمَّدٍ

صَلُّوا عَلَى طَبِيبِ قُلُوبِنَا مُحَمَّد

صَلُّوا عَلَى شَفِيعِ ذُنُوبِنَا مُحَمَّدٍ

رَبِّ اشْرَحْ لِى صَدْرِى وَيَسِّرْ لِى اَمْرِى وَاحْلُلْ عُقْدَةً مِنْ لِسَانِى يَفْقَهُوا قَوْلِى

سُبْحَانَكَ لَاعِلْمَ لَنَا اِلاَّ مَا عَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ

سُبْحَانَكَ لاَ فَهْمَ لَنَا اِلاَّ مَا فَهَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْجَوَ ادُ الْكَرِيمُ

أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيم بسم الله الرحمن الرحيم



Sözlükte “büyüklük” anlamına gelen kibir (kibr-ﻛﺒﺮ), tevazuun karşıtı olarak “kişinin kendini üstün görmesi ve bu duyguyla başkalarını aşağılayıcı davranışlarda bulunması” demektir;


Kur’an’da kibir kelimesi terim anlamıyla bir âyette geçmektedir aynı anlamda (sekiz yerde değişik isim ve fiil kalıplarında tekebbür) kırk dokuz yerde de istikbâr kavramları yer almıştır.

Kur’an’da bu tür kavramların genelde câhiliye dönemi anlayışıyla benzer soyluluk, zenginlik, siyasî-içtimaî statü üstünlüğü gibi motiflerle beslenen zorbalık ve barbarlık ruhunun yansımaları olarak ortaya konulduğu görülür.

KİBRİN ZARARLARI NEDİR?

Kibir, diğer günahlardan niçin daha büyüktür? Çünkü kibir, yani büyüklük ancak Allahü teâlâya mahsus iken, kulun kibirlenmesi, bir kölenin hükümdarın tacını başına geçirerek onun tahtında oturup hükmetmesine benzer. Hükümdarın bir emrini yapmayarak suç işlemekle, hükümdarlığına sahip çıkmak arasında elbette büyük fark vardır. İşte kibirlenmek, Allah’ın emrini yapmamak gibi bir suç değil, bizzat ilah olmak gibi büyük suç oluyor.

Kur'an'ı Kerim de Kibrin Zararları Şöyle Anlatılır


Bakara Suresi, 34. ayet-i kerimede

واِذْ قُلْنَا لِلْمَلٰٓئِكَةِ اسْجُدُوا لِاٰدَمَ فَسَجَدُٓوا اِلَّٓا اِبْل۪يسَۜ اَبٰى وَاسْتَكْبَرَ وَكَانَ مِنَ الْكَافِر۪ينَ


Ve-iż kulnâ lilmelâ-iketi-scudû li-âdeme fesecedû illâ iblîse ebâ vestekbera vekâne mine-lkâfirîn(e)


(meleklere)لِلْمَلٰٓئِكَةِ (demiştik)قُلْنَا (hani) وَاِذْ
(Adem'e)لِاٰدَمَ (secde edin)اسْجُدُوا
(İblis) اِبْل۪يسَۜ(hariç) اِلَّٓا(hemen secde ettiler)فَسَجَدُٓوا
 (ve oldu)وَكَانَ(Ve kibirlendi)وَاسْتَكْبَرَ(kaçındı)اَبٰى
(inkarcılardan)مِنَ الْكَافِر۪ينَ 
Meâli Şerifi: Ve hani meleklere: 'Adem'e secde edin' dedik. İblis hariç (hepsi) secde ettiler. O ise, diretti ve kibirlendi, (böylece) inkarcılardan oldu.


Bakara Suresi 34 ayet-i kerimenin sebeb-i nüzulu:

Yine bir zaman meleklerimin, Âdeme secde etmelerini istedim. Meleklerin hepsi Ademe secde ettiler. Fakat İblis secde etmekten kaçındı. Bana ita­at etmekten kibirlendi ve nimetime nankörlük edenlerden oldu.

Taberi bu âyet-i kerimenin önceki âyetlerle irtibatını şöyle izah etmiş­tir: Allah teala, Resulullah'ın hicret ettiği Medine'nin çevresinde yaşayan Yahu­dilere ve onların atalarına verdiği nimetleri hatırlatmakta, onlara demektedir ki: 

"Yeryüzünde yarattığım bütün şeyleri sizin faydalanmanıza tahsis ederek, atanız Âdemi yeryüzünde halife yapıp onu üstün kılarak ve bütün melekle­ri ona secde ettirip onu yücelterek size ve atanıza lütfettiğim nimetleri ha­tırlayın. Böylece azgınlık ve sapıklıkta inat etmekten vaz geçin, kurtuluş yoluna yönelin. Aksi takdirde sizler de İblis gibi, cezaya çarptırı­lırsınız.

Meleklerin Âdem'e secde etmeleri, ona ibadet için değil saygı göstermeleri ve Allah'ın emrine itaat etmeleri içindir.

Buradaki "İblis" kelimesi "İblas" kelimesinden türetilmiş bir kelimedir. "Hayırdan., pişmanlıktan ve üzüntüden kesilmiş, hayrı olmayan" anlamına ge­lir. 
İblis'in melek olduğuna dair gelen rivayetlere, Hasan-ı Basri'nin şöyle söylediği bildirilmektedir.
 " İblis, hiçbir an meleklerden olmamıştır. Âdem insanların atası olduğu gibi o da cinlerin atasıdır. Onlar da Âdemoğulları gibi doğum yoluyla ço­ğalırlar

a- İblis, meleklerden olsaydı Allah Teâla'ya isyan etmezdi. Çünkü Allah Teâla melekler hakkında
"Allah'ın emrine karşı gelmeyen, verilen emirleri olduğu gibi yerine getiren melekler vardır. [Tahrim suresi, 66/6] buyurmaktadır.

b- Melekler evlenmezler ve çocuk sahibi olmazlar. İblisin ise soyu vardı. Bu hususta Allah teala şöyle buyurmaktadır:

"Beni bırakıp ta İblisi ve soyunu mu ortaklar ediniyorsunuz? [Kehf suresi, 18/50]

c- Meleklerle cinlerin yaratılış özellikleri farklıdır. Melekler nurdan yara­tılmışlardır. Cinler ise ateşten yaratılmışlardır. Bir hadis-i şerifte şöyle buyurul­maktadır:

"Melekler nurdan yaratılmış, cinler de saf ateşten yaratılmışlardır. Âdem ise size vasfedildiği şekilde yaratılmıştır." [Müslim, K. ez-Zühd, hah: 60, Ilndis No: 2996/Ahmcıİ b. HAnbel, Müsned, c. 6, s. 153

Âyet-i kerimede de: "Al­lah, cinleri de dumansız saf ateşten yarattı. [Rahman suresi, 55/15] buyurulmaktadır. 

İblisin kendisi de Kur'an-ı kerimin beyanına göre,
"Hz. Âdeme secde etme emrine itiraz ederek" şöyle demiştir:
"Ben ondan hayırlıyım. Çünkü beni ateşten onu ise çamurdan yarattm. [A'raf suresi, 7/12] İblis kendisini bizden daha iyi bilmektedir. Kur'an da bunun böyle olduğunu şöyle açıklamaktadır. "Cinleri de daha önce, insan vü­cudunun gözeneklerinden geçebilen bir ateşten yarattık. [Hicr suresi, 15/27]

d- Kur'an-ı Kerim, Kehf suresinde, İblisin, Cinlerden biri olduğunu açık­ça beyan etmektedir. 
"Hani bir zaman biz meleklere: "Âdeme secde edin." de­miştik de İblisin dışında bütün melekler secde etmişlerdi. Cinlerden olan İblis ise rabbinin emrinden çıkmıştı. [Kehf suresi, 18/50] Bu ifade, İblisin meleklerden olmadığını açıkça göstermektedir.

Taberi, Allah Teâlâ'nın, meleklerin bir kısmını nurdan, diğer bir kısmını ateşten yarattığının söylenemeyeceğini, ayrıca meleklerin nurdan yaratıldığına dair açık bir nass bulunmadığını beyan etmiş, meleklerin bir kısmının evlenip çoğalacaklarını söylemenin de onları melek olmaktan çıkarmayacağını, bu ne­denle birinci görüşü tercih etmenin daha uygun olacağını söylemiştir.

Âyet-i kerimenin sonunda: "İblis hariç o diretti." buyurulmaktadır. Bu-. un mânâsı: "İblis, Ademe secde etmemekte diretti. Allah'ın emrine boyun eğme­ye karşı böbürlendi ve büyüklük tasladı." demektir.

Taberi diyor ki: "Her ne kadar bu âyet-i kerime, özellikle İblisi zikredi­yorsa da, Allah'ın emir ve yasaklarına, böbürlenerek boyun eğmeyen ve Alla­h'ın birbirlerine karşı, yerine getirmelerini emrettiği vazifeleri yerine getirme­yen herkesi de kapsamına almaktadır."

Allahın emirlerine boyun eğmeyen ve ona itaate teslim olmayan ve baş­kalarına karşı olan vazifelerini yerine getirme hükmüne razı olmayan kavimler­den biri de Yahudilerdir. Yahudiler, Resulullah'ın hicret ettiği topraklarda yaşa­malarına, hahamlarının Resulullah'ın sıfatlarını daha önceden bildirdikleri için onun hak peygamber olduğunu anlamalarına rağmen, onun Peygamberliğini ka­bul etmeye karşı böbürlenmişler ve sırf kıskançlıklarından dolayı Allah'ın emir­lerine boyun eğmemişlerdir. 

İşte Allah Teâlâ, kıskanması ve kibri yüzünden Adem'e secde etmeyen İblisi bu Yahudilere örnek göstererek onların da kıskan­ma ve böbürlenmelerinden dolayı, Hz. Muhammedin (s.a.v.) hak Peygamber ol­duğunu itiraf etmediklerini bildirmekte, onları da, İblis gibi cezalandırılmakla tehdit etmektedir.

İblis, Allah'ın kendisine verdiği, nimetlere karşı nankörlük etmiş, rabbinin emrine boyun eğmemiş, Yahudiler de kendilerine ve önceki atalarına verilen kudret helvası ve bıldırcın eti gibi çeşitli nimetlere karşı nankörlük etmişler. Hz. Muhammed'in hak Peygamber olduğunu kabullenmemişlerdir. [ Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 1/181-184.]

 

Nisa Suresi, 173. ayet:


فَاَمَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ فَيُوَفّ۪يهِمْ اُجُورَهُمْ وَيَز۪يدُهُمْ مِنْ فَضْلِه۪ۚ وَاَمَّا الَّذ۪ينَ اسْتَنْكَفُوا وَاسْتَكْبَرُوا فَيُعَذِّبُهُمْ عَذَابًا اَل۪يمًاۙ وَلَا يَجِدُونَ لَهُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَلِيًّا وَلَا نَص۪يرًا



Feemmâ-lleżîne âmenû ve’amilû-ssâlihâti feyuveffîhim ucûrahum veyezîduhum min fadlih(i)(s) veemmâ-lleżîne-stenkefû vestekberû feyu’ażżibuhum ‘ażâben elîmen velâ yecidûne lehum min dûni(A)llâhi veliyyen velâ nasîrâ(n)



(inanan)اٰمَنُوا(kimselere)الَّذ۪ينَ(gelince)فَاَمَّا

(iyi işler)الصَّالِحَاتِ(ve yapanlara)وَعَمِلُوا

(mükafatlarını)اُجُورَهُمْ(eksiksiz ödeyecektir)فَيُوَفّ۪يهِمْ

(ve daha fazlasını da verecektir)وَيَز۪يدُهُمْ
(kendilerine)لَهُمْ(ve onlar bulamayacaklardır)وَلَا يَجِدُونَ
(bir dost)وَلِيًّا(Allah'tan başka)مِنْ دُونِ اللّٰهِ
(ve bir yardımcı)وَلَا نَص۪يرًا



Meâli şerifi: İman edip iyi işler yapanlara (Allah) ecirlerini tam olarak verecek ve onlara lütfundan daha fazlasını da ihsan edecektir. Kulluğundan yüz çeviren ve kibirlenenlere gelince onlara acı bir şekilde azap edecektir. Onlar, kendileri için Allah'tan başka ne bir dost ve ne de bir yardımcı bulurlar. (Kendilerini Allah'ın azabından kurtaracak bir kimse bulamazlar.)

Elmalılı Tefsirinde Nisa suresi 171-172-173 ayetler ile ilgili sebeb-i nüzul olarak şöyle yazar. Onlar görevlerini yapıp kendisine tevekkül ederek ve dayanarak işlerini ona havale ettikleri takdirde, onları düzeltmek, arzu ve emellerini tatmin etmek için kendilerini başka bir vekile muhtaç da etmez. Özetle O, bütün yaratıkların işlerini düzeltmeye ve kendisine dayanmasına yeterlidir ve işinde bir vekile muhtaç değildir. O, her şeyin yerini tutar, hiç bir şey O'nun yerini tutamaz ve O'na dayanmadan duramaz. Şu halde Allah'ın mülkü dışında bir şey, Allah'ın yerini tutacak bir çocuk, yerini dolduracak bir vekil, Allah'tan başka işleri havale edecek bir merci, bir mabud düşüncesi muhal (mümkün olmayan)in tasavvurudur. Bu gibi şeyler, ancak faniler ve acizler hakkında düşünülür. "Peygamber" denildiği zaman da bir "vekil" değil, ancak sözü nakleden bir emir kulu anlamalıdır. Buna karşı ey hıristiyanlar, "Mesih nasıl kul olur?" demeyiniz. Mesih, hiç bir zaman Allah'a kul olmaktan çekinmez.

Hıristiyanlar Peygamberimize gelmişler, 
"Bizim sahibimize niçin ayıp isnad ediyorsun?" demişler. 
"Sahibiniz kim?" buyurmuş. 
"İsa" demişler. 
"Ne dedim" buyurmuş, 
"O Allah'ın kulu ve resulüdür diyorsun" demişler. (Bunun üzerine) : 
"Allah'a kul olmak bir âr değildir" buyurmuş ve bu âyet bunun üzerine inmiştir, diye rivâyet edilmiştir.

A'râf Suresi 36.ayet-i kerime

وَالَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا وَاسْتَكْبَرُوا عَنْهَٓا اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ
Velleżîne keżżebû bi-âyâtinâ vestekberû ‘anhâ ulâ-ike ashâbu-nnâr(i)(s) hum fîhâ ḣâlidûn(e)



(yalanlayan)كَذَّبُوا(kimseler)وَالَّذ۪ينَ

(ve büyüklenenler)وَاسْتَكْبَرُوا(ayetlerimizi)بِاٰيَاتِنَا

(halkıdır)اَصْحَابُ(işte onlar)اُو۬لٰٓئِكَ(onlara karşı)عَنْهَٓا
(orada)ف۪يهَا (onlar)هُمْ(ateş)النَّارِۚ

(sürekli kalacaklardır)خَالِدُونَ


Velleżîne keżżebû bi-âyâtinâ vestekberû ‘anhâ ulâ-ike ashâbu-nnâr(i)(s) hum fîhâ ḣâlidûn(e)
Âyetlerimizi yalanlayanlar ve onlara uymayı kibirlerine yediremeyenlere gelince, işte onlar cehennemliklerdir. Onlar orada ebedî kalacaklardır.

A'râf Suresi 40.ayet-i kerime

اِنَّ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا وَاسْتَكْبَرُوا عَنْهَا لَا تُفَتَّحُ لَهُمْ اَبْوَابُ السَّمَٓاءِ وَلَا يَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ حَتّٰى يَلِجَ الْجَمَلُ ف۪ي سَمِّ الْخِيَاطِۜ وَكَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُجْرِم۪ينَ


İnne-lleżîne keżżebû bi-âyâtinâ vestekberû ‘anhâ lâ tufettehu lehum ebvâbu-ssemâ-i velâ yedḣulûne-lcennete hattâ yelice-lcemelu fî semmi-lḣiyât(i)(c) vekeżâlike neczî-lmucrimîn(e)

Meâli şerifi: Şüphesiz ayetlerimizi yalanlayanlar ve onlara karşı büyüklenenler, onlar için göğün kapıları açılmaz ve halat (ya da deve) iğnenin deliğinden geçinceye kadar cennete girmezler. Biz suçlu-günahkarları işte böyle cezalandırırız.

A'râf suresi/40: Taberi Tefsirinde şöyle izah edilmektedir. Şüphesiz ki âyetlerimizi, delillerimizi yalanlayan, onlara uymaya ve onla­ra karşı boyun eğmeye kibirlenenlerin amellerine, dualarına ve ruhlarına gökle­rin kapılan açılmayacaktır. Onlar, deve iğnenin deliğinden geçmedikçe, Al­lah'ın, müminlere hazırlamış olduğu cennete giremeyeceklerdir.

Yani, devenin, iğne deliğinden geçmesi nasıl mümkün değilse kafirlerin cennete girmeleri de öylece mümkün değildir.

Âyet-i Kerime'de geçen, "Göğün kapılan açılmaz" ifadesi

Taberi'nin tercih etmiş olduğu görüşe göre ve demiştir ki:

"Kâfirler Öldükten sonra onların ruhları için göklerin kapılan açılmayacağı gibi hayatta oldukları zamanda da onların sözleri ve amelleri için göklerin kapıları açılmaya­caktır. Çünkü onların amelleri murdar şeylerdir. Halbuki Allah Teâlâ, ancak gü­zel sözlerin ve salih amellerin, kendisine yükseleceğini belirtmiştir.

Taberi bu görüşü tercih etmesinin sebebi olarak ayet-i kerimenin ifadesi­nin genel bir ifade olduğunu zikretmiş bir de Resulullah'tan bu hususta Bera b. Âzîb ve Ebu Hureyre'den hadisler nakledildiğini söylemiştir.


Bera b. Âzib diyor ki:

"Resulullah (s.a,v.) ile beraber Ensar'dan bir adamın cenazesinde bulun­duk. Kabre vardığımızda kabrin henüz lahdi yapılmamıştı. (İçi tam olarak hazır­lanmamıştı.) Resulullah (s.a.v.) oturdu. Biz de onun çevresinde, başlarımızda sanki kuşlar varmış gibi sükunetle oturduk. Resulullah'ın elinde bir ağaç parçası vardı ve onunla yeri eşeliyordu. Başını kaldırdı ve şöyle buyurdu: 

"Kabir ezabından Allah'a sığının." 

Bu sözü iki veya üç defa tekrarladı. Ve sonra şöyle bu­yurdu: "Mümin bir kulun dünyadan kopup âhirete yönelme vakti gelince, onun yanına gökten, yüzleri güneşe benzeyen beyaz yüzlü Melekler iner. Yanlarında cennet kefenlerinden bi kefen ve cennet kokularından bir koku bulunur. O Me­lekler, can vermekte olan kişinin gözünün göreceği kadar bir uzaklıkta oturur­lar. Sonra Ölüm Meleği (Azrail a.s.) gelir, onun başucuna oturur ve şöyle der: "Ey pâk ve temiz can, vücuttan çık. Allah'ın affına ve rızasına kavuş."

Bunun üzerine su kabından bir damlanın akması gibi ruh vücuttan akıp çıkar. Melek onu alır ve diğer Melekler o ruhu, ölüm Meleğinin elinden, göz açıp kapayıncaya kadar bile bekletmeksizin alırlar. Cennetten getirdikleri o ke­fenin ve kokunun içine koyarlar. O ruhtan, yeryüzündeki en güzel misk'in koku­su gibi bir koku çıkar. Ve Melekler bu ruhu alıp yukarı çıkarlar. Hangi Melek topluluğuna uğrarlarsa onlar: 
"Bu güzel ruh kimin?" diye sorarlar. O ruhu taşı­yan Melekler, kişinin, dünyada çağırıldığı en güzel adını söyleyerek:

"Bu, falan oğlu falandır." derler. Nihayet o ruhla birlikte dünya göğüne varırlar ve kapının açılmasını isterler. Kapı onlara açılır. Her katta bulunan ileri gelen kimseler o ruhu bir üst kata kadar yolcu ederler. Nihayet yedinci kat göğe ulaşırlar. Orada Allah Teâlâ şöyle buyurur:


"Bu kulumun amelini yüksek katlarındakinin içine yazın. Ve kendisini yeryüzüne gönderin. Çünkü ben onları oradan yarattım ve oraya döndürürüm. Tekrar oradan çıkaracağım."

Bu kişinin ruhu tekrar vücuda döndürülür. İki Melek gelip yanma oturur ve ona şu sorulan sorarlar: (Aralarında şu konuşma geçer)

— Rabbin kimdir?

— Rabbim Allah'tır.

— Dinin nedir?

— Dinim İslamdır.

— Size gönderilen bu adam kimdir?


— O Allah'ın Peygamberidir.

— Amelin nedir?

— Allah'ın kitabını okudum. Ona iman ettim ve onu tasdik ettim.

Bunun üzerine gökten: 
"Kulum doğru söyledi. Onun altına Cennetten ser­giler serin ve onu cennetten giydirin. Ona, cennete bakan bir kapı açın." diye bir ses gelir. O kişiye cennetin havası ve kokulan gelir. Kabri, gözün görebileceği kadar genişler. Yanına güzel yüzlü temiz elbiseli, hoş kokulu bir adam gelir. Ve ona: "Ben seni, sevindirici bir şeyle müjdeleyeyim. İşte sana vaadedilen gün bu­gündür." der. Ölen kişi ona: "Sen kimsin? Yeryüzünden bile hayırlı bir haber getirdiğin belli oluyor." der. O kişi: "Ben senin, dünyada işlediğin güzel ameli­nim" der. Bunun üzerine ölen kişi şöyle demeye başlar. "Ey rabbim, kıyameti kopar da ileme ve cennetteki ebedi nimetlere kavuşayım."

Kâfir bir kulun, dünyadan kopup âhirete yönelme vakti gelince de onun yanma gökten, siyah yüzlü Melekler iner. Yanlarında bir paçavra vardır. O Me­lekler can vermekte olan kişinin gözünün görebileceği kadar bir uzaklıkta otu­rurlar. Sonra ölüm Meleği (Azrail) gelir, onun başucuna oturur. Ve şöyle der:

"Ey habis can, bedenden çık ve Allah'ın gazabına uğra. "Bunun üzerine ruh, ki­şinin vücudunun her tarafına yayılır. Melek o ruhu, ıslak yünün içinden kebap şişini çekercesine çekip alır. Ve diğer Melekler, göz açıp kapayıncaya kadar bile bekletmeksizin onu Ölüm Meleğinden alırlar. Ve onu, getirdikleri paçavranın içine koyarlar. O paçavradan, yeryüzündeki en pis kokulu leşten çıkan koku gi­bi bir koku çıkar. Melekler onu alıp yukarı çıkarırlar. Hangi Melek topluluğuna uğrarlarsa onlar "Bu habis ruh kimin?" diye sorarlar, O ruhu taşıyan Melekler,. kişinin dünyada çağırıldığı en kötü adını söyleyerek. "Bu falan oğlu falandır." derler. Nihayet o ruhla dünya göğüne varırlar ve onun için kapıların açılması is­tenir. Fakat kapı ona açılmaz."
 

Resulullah (s.a.v.) sözünün bu noktasında bu âyet-i kerimeyi okudu: "Şüphesiz ki âyetlerimizi yalanlayan ve onlara karşı büyüklük taslayanlara gö­ğün kapılan açılmaz. Ve deve iğnenin deliğinden geçmedikçe onlar cennete gi­remezler.." 

Resulullah (s.a.v.) sözlerine devamla buyurdu ki: "Aziz ve Celil olan Al­lah Teâlâ şöyle der: "Bunun amelini, yerin en alt katında bulunan siccîn'e ya­zın." Bundan sonra onun ruhu aşağıya atılır."

Resulullah (s.a.v.) sözünün bu noktasından şu âyet-i kerimeyi okudu. "Kim Allah'a ortak koşarsa sanki o, gökten düşüp kuşlar tarafından kapılmış ve­ya rüzgarla uzaklara sürüklenmiş gibidir. 
[ Hac suresi, 22/31]Ve sonra şöyle buyurdu: "Bu ada­mın ruhu vücuduna döndürülür. İki Melek gelip yanma oturur ve ona şöyle der­ler. (Aralarında şu konuşa geçer)

— Rabbin kimdir?

— Ha, ha, bilmiyorum.

— Dinin nedir?

— Ha, ha, bilmiyorum.

— Size gönderilen bu adam kimdir?

— Ha ha bilmiyorum.
 
Bunun üzerine gökten: "Kulum yalan söyledi. Altına ateşten yaygılar se­rin, kendisine, cehenneme bakan bir kapı açın." diye bir ses gelir. Bu kişiye ce­hennemin sıcağı ve alevi gelir. Kabri sıkıştırıldıkça sıkıştırılır, kaburgaları birbi­rine girer. Yanına, çirkin yüzlü, pis kokulu bir kişi gelir ve ona:

"Seni, hoşuna gitmeyecek bir şeyle müjdeleyeyim. İşte sana vaadedilen gün bugündür." der. Ölen kişi de ona şöyle der:

"Sen kimsin? Yüzün bile kötülüğü ifade ediyor." O da: "Ben senin pis amelinim." der. Ölen kişi: "Ey rabbim, sen kıyameti koparma." der. 
[Ahmed b. Hanbel, Müsned, C:4, S:287 / Ebu Davud, K. es-Sunne, bab: 27 HN:4753]Ayet-i kerimede geçen ve "Deve iğnenin deliğinden geçmedikçe onlar cennete giremezler" şeklinde tercüme edilen ifadesi, müfessirler tarafından çeşitli şekillerde izah edilmiştir:'Bunun sebebi ise burada zikredilen ve "Deve" diye tercüme edilen kelimesinin çe­şitli şekillerde okunmasındandır.


A'râf Suresi 48.ayet-i kerime


وَنَادٰٓى اَصْحَابُ الْاَعْرَافِ رِجَالًا يَعْرِفُونَهُمْ بِس۪يمٰيهُمْ قَالُوا مَٓا اَغْنٰى عَنْكُمْ جَمْعُكُمْ وَمَا كُنْتُمْ تَسْتَكْبِرُونَ


Venâdâ ashâbu-l-a’râfi ricâlen ya’rifûnehum bisîmâhum kâlû mâ aġnâ ‘ankum cem’ukum vemâ kuntum testekbirûn(e)
(A'râf)الْاَعْرَافِ(halkı)اَصْحَابُ(ve seslendiler)وَنَادٰٓى
(tanıdıkları)يَعْرِفُونَهُمْ(bir takım adamlara)رِجَالً

(dediler ki)قَالُوا(yüzlerinden)بِس۪يمٰيهُمْ

(size)عَنْكُمْ(hiçbir yarar sağlamadı)مَٓا اَغْنٰى

(size)كُنْتُمْ(ne de)وَمَا (topluluğunuzun)جَمْعُكُمْ

(büyüklük taslamanız)تَسْتَكْبِرُونَ


Meâli şerifi: A'raftakîler, yüzlerinden tanıdıkları kişilere seslenerek şöyle der­ler: 'Topluluğunuz ve büyüklük taslamanız size fayda vermedi."



A'rafta bulunan kişiler, yüzlerindeki alametlerinden tanıdıkları cehen­nemliklerden bazılarına seslenerek şöyle derler: "Dünyada topluluğnuzun çok­luğu ve biriktirdiğiniz mallar ve kibirlenmeniz size hiçbir fayda vermedi. İçinde bulunduğunuz azaba düştünüz." [Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/55.]

A'râf Suresi 49.ayet-i kerime



اَهٰٓؤُ۬لَٓاءِ الَّذ۪ينَ اَقْسَمْتُمْ لَا يَنَالُهُمُ اللّٰهُ بِرَحْمَةٍۜ اُدْخُلُوا الْجَنَّةَ لَا خَوْفٌ عَلَيْكُمْ وَلَٓا اَنْتُمْ تَحْزَنُونَ

Ehâulâ-i-lleżîne aksemtum lâ yenâluhumu(A)llâhu birahme(tin)(c) udḣulû-lcennete lâ ḣavfun ‘aleykum velâ entum tahzenûn(e)




(yemin ettiğniz)اَقْسَمْتُمْ(kimseler)الَّذ۪ينَ(bunlar mıydı?)اَهٰٓؤُ۬لَٓاءِ

(Allah onları erdirmeyecek diye)لَا يَنَالُهُمُ اللّٰهُ
(cennete)الْجَنَّةَ(girin)اُدْخُلُوا(hiçbir rahmete)بِرَحْمَةٍۜ
(siz değilsiniz)وَلَٓا اَنْتُمْ (artık size)عَلَيْكُمْ(korku yoktur)لَا خَوْفٌ
(üzülecek de)تَحْزَنُونَ


A'râf suresi 49.ayet-i kerime Taberi Tefsirinde şöyle izah edilmektedir."Allah rahmetine kavuşturmayacak" diye yemin ettiğiniz kimse­ler bunlar mıdır? Halbuki onlara: "Girin cennete, sizin için bir korku yok­tur. Mahzun da olmayacaksınız." denir.

Ey, dünyada büyüklük taslayan mal sahipleri, dünyada iken, zayıf kulla­ra bakarak: "Allah, rahmetine kavuşturmayacak." diye yemin ettiğiniz kimseler bunlar mıydı? Ben onları lütfumla ve merhametimle bağışladım. Onlara: "Girin cennete" cezalandırılacağınıza dair bir korkunuz olmasın. Sizler, dünyada geçen şeylerden dolayı üzülecekte değilsiniz." diyorum.

Müfessirler, âyet-i kerimenin tümünün Allah Teâlâ tarafından mı söy­lendiği yoksa ilk bölümünün melekler son bölümünün de Allah Teâlâ tarafından söylenmiş olduğu hususunda iki görüş zikretmişlerdir.

a- Abdullah b. Abbas, Dehhak, Süddi ve Huzeyfetül Yeman'dan nakledi­len bir görüşe göre âyetin tümü, Allah Teâlâ'nın konuşmasıdır. Allah Teâlâ bu âyetle, cehennemlikleri kınamış ve onların, A'rafta bulunan insanlar için, dünya­da iken Allah'a yemin ederek Allah'ın rahmetine kavuşmayacaklarını söyledik­lerini hatırlatmış, A'rafta bulunanlara da, korkusuz ve üzüntüsüz olarak cennete girmelerini buyurmuştur.

Bu hususta Huzeyfetül Yeman'dan özetle şunlar rivayet edilmiştir. "A'rafta bulunan kişiler, günanlan ile sevapları eşit olan bu yüzden cennete de cehenneme de gidemeyen kimselerdir. Kullar arasında hüküm verildikten sonra bunlara kendileri için şefaatçi bulmalarına dair izin verilecektir. Bunlar da sıra­sıyla Hz. Âdem'e, Hz. İbrahim'e, Hz. Musaya ve Hz. îsaya, şefaat etmeleri için baş vuracaklar bu Peygamberlerden her biri kendi özel durumlarıyla meşgul ol­duklarını ve onlara şefaatçi olamayacaklarını söyleyeceklerdir. Nihayet onlar,


Hz. İsanın yol göstermesiyle Hz. Muhammed (s.a.v.)'e gidecekler Resulullah, onlar için şefaatçi olacak onlar, hayat suyunda yıkandıktan sonra parlayan yıldız halini alacaklar, göğüslerinde beyaz benler oluşacak, onlar bu benlerle tanına­caklardır. Onlara, "Cennetin miskinleri" denilecektir.

b- Ebu Micleze göre ise bu âyet-i kerime'nin ön kısmı, cehennemliklerin cehhenme girmelerinden sonra meleklerin onları ayıplamaları ve dünyada iken müminlere söylediklerini hatırlatmalarıdır.

Âyetin, "Girin cennete, sizin için bir korku yoktur. Mahzun da olmayacaksı­nız." bölümü ise, Allah Teâlâ'nin cennetliklere söyleceği sözdür. [
 Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/55-56.]

 

A'râf Suresi 146.ayet-i kerime

سَاَصْرِفُ عَنْ اٰيَاتِيَ الَّذ۪ينَ يَتَكَبَّرُونَ فِي الْاَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّۜ وَاِنْ يَرَوْا كُلَّ اٰيَةٍ لَا يُؤْمِنُوا بِهَاۚ وَاِنْ يَرَوْا سَب۪يلَ الرُّشْدِ لَا يَتَّخِذُوهُ سَب۪يلًاۚ وَاِنْ يَرَوْا سَب۪يلَ الْغَيِّ يَتَّخِذُوهُ سَب۪يلًاۜ ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا وَكَانُوا عَنْهَا غَافِل۪ينَ


Seasrifu ‘an âyâtiye-lleżîne yetekebberûne fî-l-ardi biġayri-lhakki ve-in yerav kulle âyetin lâ yu/minû bihâ ve-in yerav sebîle-rruşdi lâ yetteḣiżûhu sebîlen ve-in yerav sebîle-lġayyi yetteḣiżûhu sebîlâ(en)(c) żâlike bi-ennehum keżżebû bi-âyâtinâ vekânû ‘anhâ ġâfilîn(e)

(ayetlerimden)عَنْ اٰيَاتِيَ(uzaklaştıracağım)سَاَصْرِفُ
(büyüklenenleri)يَتَكَبَّرُونَ(kimseleri)الَّذ۪ينَ
(hak)الْحَقِّۜ(olmaksızın)بِغَيْرِ(yeryüzünde)فِي الْاَرْضِ
(her ayeti)كُلَّ اٰيَةٍ(onlar görseler)يَرَوْا(ve eğer)وَاِنْ
(görseler)وَاِنْ يَرَوْا(yine ona inanmazlar)لَا يُؤْمِنُوا بِهَاۚ
(onu edinmezler)لَا يَتَّخِذُوهُ(doğru yolu)سَب۪يلَ الرُّشْدِ
(görseler)يَرَوْا(ama eğer)وَاِنْ(yol)سَب۪يلًاۚ
(yol)يَتَّخِذُوهُ(onu edinirler) سَب۪يلًاۜ(azgınlık yolunu)سَب۪يلَ الْغَيِّ
(yalanladılar)كَذَّبُوا(çünkü onlar)بِاَنَّهُمْ(öyle)ذٰلِكَ
(onları)عَنْهَا(ve oldular)وَكَانُوا(ayetlerimizi)بِاٰيَاتِنَا
(gafil umursamaz)غَافِل۪ينَ


Seasrifu ‘an âyâtiye-lleżîne yetekebberûne fî-l-ardi biġayri-lhakki ve-in yerav kulle âyetin lâ yu/minû bihâ ve-in yerav sebîle-rruşdi lâ yetteḣiżûhu sebîlen ve-in yerav sebîle-lġayyi yetteḣiżûhu sebîlâ(en)(c) żâlike bi-ennehum keżżebû bi-âyâtinâ vekânû ‘anhâ ġâfilîn(e)


 

A'râf suresi 146.ayet-i kerimeTaberi Tefsirinde şöyle izah edilmektedir. Yeryüzünde haksız yere böbürlenenleri ayetlerimden uzaklaştı­racağım. Onlar, her âyeti görseler yine ona iman etmezler. Doğru yolu gör­dükleri zaman onu kendilerine yol edinmezler. Fakat azgınlık yolunu gör­düklerinde onu kendilerine yo! edinirler. Bunun sebebi ise, âyetlerimizi ya­lanlamaları ve onlardan gafil kalmalarıdır.
Yeryüzünde haksız yere böbürlenerek bana itaat etmeyenleri gururlanma­larının cezası olarak, yüceliğimi gösteren delillerimi anlamaktan mahrum edece­ğim. Onlar, ibret alıp düşünmeyeceklerdir. Onlar, Allah'ın varlığını ve birliğini gösteren herhangi bir delil ve alâmeti gördükleri zaman ona inanmayacaklar ona "Bu bir sihirdir." veya "Efsanedir" şeklinde iftiralarda bulunacaklardır. Onlar, doğru yolu gördüklerinde onu takıbetmeyecekler, sapıklık ve bozgunculuk yo­lunu gördüklerinde ise ona sahip çıkıp onu takibedeceklerdir.

Bizim, onları, âyetlerimizi düşünüp ibret almalarından mahrum etmemiz, âyetlerimizi yalanlamalarından ve onlara kayıtsız kalmalarındandır.

Âyet- kerime'de geçen ve "Âyetlerimden uzaklaştıracağım" diye tercü­me edilen ifadesi, iki şekilde izah edilmiştir.


İbn-i Uyeyne'ye göre bu ifadenin mânâsı şöyledir. "Yeryüzünde haksız yere böbürlenen kâfirlerin kalbinden Kur'ân'ı anlama kabiliyetini çekip olaca­ğım ve onları, ayetlerimi anlamaktan uzaklaştıracağım. Çünkü onların, iman etmeyecekleri kesindir. Buna göre âyet, Resulullah dönemindeki ve günümüzdeki kafirlere hitab etmektedir.

İbn-i Cüryc ise bu ifadenin şu manayı içerdiğini zikretmiştir. "Yeryüzün­de haksız yere böbürlenenleri gerçekleri gösteren delillerden öğüt ve ibret al­maktan uzaklaştıracağım. Onlar, göklerin ve yerin yaratılışındaki delillerden ve onlardan bulunan çeşitli alemetlerden uzak kalacaklar, düşünüp ibret almaya­caklardır." Bu izaha göre âyet, bütün kafirlere hitab etmektedir.

Taberi bu son görüşün âyetin genel ifadesine uygun olması hasebiyle da­ha evla olduğunu söylemiştir. Çünkü Allah Teâlâ, kullarına emrettiği ibadetlerin hak olduğunu gösteren, kendisinin birliğini ve âdil olduğunu ortaya koyan delil ve alametlerini, yeryüzünde haksız yere böbürlenenlerden uzaklaştıracağını, on­ların artık iman etmeyeceklerini beyan etmiştir. Elbetteki, gökler, yer ve bütün yarattıklar, Alllah'ın, bu türden olan delillerindendir. Kur'an-ı Kerim de bu delil­lerden biridir. İmam etmeyecekleri kesinleşen kâfirler, bunların hiç birinden ib­ret olmazlar. [
Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/118-119.]


Arâf Suresi, 147.ayet-i kerime

وَالَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا وَلِقَٓاءِ الْاٰخِرَةِ حَبِطَتْ اَعْمَالُهُمْۜ هَلْ يُجْزَوْنَ اِلَّا مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ۟

Velleżîne keżżebû bi-âyâtinâ velikâ-i-l-âḣirati habitat a’mâluhum(c) hel yuczevne illâ mâ kânû ya’melûn(e)

(yalanlayanların)كَذَّبُوا (ve kimselerin)وَالَّذ۪ينَ
(ahirete)الْاٰخِرَةِ(ve kavuşmayı)وَلِقَٓاءِ(ayetlerimizi)بِاٰيَاتِنَا
(yaptıkları)اَعْمَالُهُمْۜ(boşa çıkmıştır)حَبِطَتْ
(şeyler ile)مَا(dışında)اِلَّا(onlar ceza mı görüyorlar)هَلْ يُجْزَوْنَ
(yapıyor)يَعْمَلُونَ۟(oldukları)كَانُوا

A'râf Suresi 147.
ayet-i kerimeTaberi Tefsirinde şöyle izah edilmektedir. - Âyetlerimizi ve âhiret gününe kavuşmayı yalanlayanların amel­leri boşa gitmiştir. Onlar, yaptıklarından başka şeyle mi cezalandırılacak­lardır?

Yeryüzünde haksız yere böbürlenenlerin ve Allah'ın delillerini ve âyetlerini yalanlayanların, öldükten sonra kıyamet gününde dirilip Allah'ın hu­zurunda varılacağını inkâr edenlerin amelleri boşa gitmiştir. Çünkü onlar, Al­lah'tan başkası için amel işlemişler, kendilerini, Allah'ın razı olmadığı şeylerle yormuşlar, böylece amelleri, aleyhlerine bir vebal olmuştur. Bu gibi insanlar, yaptıkları amellerin karşılığı olan şeyler dışında başka şeylerle mi cezalandınlacaklardır? Hayır, onların amelleri, Allah'a ittat değil şeytana itaat idi. Karşılığı da çevresi surlarla çevrilmiş olan cehennemdir. [
Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/119.]
İsrâ Suresi, 37. ayet-i kerime

. وَلَا تَمْشِ فِي الْاَرْضِ مَرَحاًۚ اِنَّكَ لَنْ تَخْرِقَ الْاَرْضَ وَلَنْ تَبْلُغَ الْجِبَالَ طُولاً
Velâ temşi fî-l-ardi merahâ(an)(s) inneke len taḣrika-l-arda velen tebluġa-lcibâle tûlâ(n)
(kabara kabara)مَرَحًاۚ(yeryüzünde)فِي الْاَرْضِ(yürüme)وَلَا تَمْشِ
(yeri)الْاَرْضَ(yaramazsın)لَنْ تَخْرِقَ(çünkü sen)اِنَّكَ
(boyca)طُولًا(dağlara)الْجِبَالَ(erişemezsin)وَلَنْ تَبْلُغَ


İsrâ suresi 37.ayet-i kerimeyi Taberi Tefsirinde şöyle izah edilmektedir. - Yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Çünkü sen, elbette yeri yara­mazsın, Boyca da dağlara ulaşamazsın.

Allah teala bu âyet-i Kerimede, böbürlenmeyi, yürürken çalımlı yürümeyi yasaklıyor, bunları yapan bir insanın, Allah teâlanın, kâinata koymuş olduğu kanunlarda herhangi bir değişiklik yapamayacağını, dolayısıyla kendisini yormaktan ve günah işlemekten başka bir iş yapmış olmayacağım beyan ediyor.

Peygamber efendimiz (s.a.v.), böbürlenen insanlar için şöyle buyuruyor.

"Kalbinde zerre kadar kibir bulunan kişi cennete giremez."  Resulullahın bu sözünü duyan bir adam: 
"Kişi elbisesinin ve ayakkabısının güzel olmasını ister." deyince 
Resulullah: "Şüphesiz ki Allah güzeldir, güzelliği sever. Kibir, hak yemek ve insanları hakir görmektir." cevabını verdi. [Müslim, K. el-İman, bab: 147, HN: 91 / Ebu DâvÛd, K. el-Libas, bab: 29 HN: 4091 Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/284.]

 

Mü'min Suresi, 69. ayet-i kerime

اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ يُجَادِلُونَ ف۪ٓي اٰيَاتِ اللّٰهِۜ اَنّٰى يُصْرَفُونَۚۛ
Elem tera ilâ-lleżîne yucâdilûne fî âyâti(A)llâhi ennâ yusrafûn(e)
(kimseleri)اِلَى الَّذ۪ينَ(görmedin mi?)اَلَمْ تَرَ
(Allah'ın ayetleri hakkında)ف۪ٓي اٰيَاتِ اللّٰهِۜ(tartışanları)يُجَادِلُونَ
(çevriliyorlar)يُصْرَفُونَۚۛ(nasıl da)اَنّٰى


Mü'min Suresi 69.ayet-i kerimeyi Taberi Tefsirinde şöyle izah edilmektedir. - Ey Muhammed, Allah'ın âyetleri üzerinde münakaşa edenleri görmez misin? (Haktan) nasıl da çevriliyorlar.

Ey Muhammed, Allah'ın âyetleri ve delilleri hakkında seninle tartışan kavminin şu müşriklerini görmez misin? Haktan nasıl yüz çeviriyor ve olgunlaş­madan uzaklaşıyorlar.

Muhammed b. Şîrîn bu âyet-i kerimenin, kader hususunda tartışanlar hakkında nazil olduğunu söylemiş, İbn-i Zeyd ise bu âyetin, müşrikler hakkında nazil olduğunu söylemiş, Taberi de bu görüşü tercih ederek bundan sonra gelen âyetlerin bu hususu açıkladığım söylemiştir. [
Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/236-237.]

Mü'min Suresi 70.ayet-i kerime
اَلَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِالْكِتَابِ وَبِمَٓا اَرْسَلْنَا بِه۪ رُسُلَنَا۠ۛ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَۙ
Elleżîne keżżebû bilkitâbi vebimâ erselnâ bihi rusulenâ(s) fesevfe ya’lemûn(e)
(kitabı)بِالْكِتَابِ(yalanlayanlar) كَذَّبُوا(kimseler)اَلَّذ۪ينَ
(onunla)بِه۪ (gönderdiğimiz)اَرْسَلْنَا(ve şeyi)وَبِمَٓا
(bileceklerdir)يَعْلَمُونَۙ(fakat yakında)فَسَوْفَ(elçilerimizi)رُسُلَنَا۠ۛ


Mü'min Suresi 70.ayet-i kerimeyi Taberi Tefsirinde şöyle izah edilmektedir. Onlar, Kur'anı ve peygamberlerimizle gönderdiklerimizi yalan­layanlardır. Yakında bileceksiniz.

Allah'ın âyetleri hakkında tartışanlar, Allah'ın kitabı olan Kur'an'ı ve pey­gamberlerimizle gönderdiğimiz Tevhid inancını ve öldükten sonra dirilmeyi ya­lanlayan kimselerdir. Allah'ın âyetleri hakkında tartışmaya giren ve Allah'ın kita­bını ve peygamberlerinin getirdiği tevhid inancını yalanlayan bu kimseler ya­kında neyin ne olduğunu bilecekler ve senin haber verdiğin şeylerin gerçek ol­duğunu anlayacaklardır.

Bu âyet-i kerime, Allaha ortak koşanları tehdit etmekte, bundan sonra gelen âyetler ise geleceği haber verilen azabın nasıl olacağını bildirmektedir. [
Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/237.]

Mü'min Suresi 71.ayet-i kerime

اِذِ الْاَغْلَالُ ف۪ٓي اَعْنَاقِهِمْ وَالسَّلَاسِلُۜ يُسْحَبُونَۙ
İżi-l-aġlâlu fî a’nâkihim ve-sselâsilu yushabûn(e)
(demir halkalar)الْاَغْلَالُ(o zaman)اِذِ
(ve zincirler)وَالسَّلَاسِلُۜ(boyunlarında)ف۪ٓي اَعْنَاقِهِمْ
(sürükleneceklertir)يُسْحَبُونَۙ


Mü'min Suresi 72.ayet-i kerime

فِي الْحَم۪يمِ ثُمَّ فِي النَّارِ يُسْجَرُونَۚ
Fî-lhamîmi śümme fî-nnâri yuscerûn(e)

(ateşte)فِي النَّارِ(sonra)ثُمَّ(kaynar su)الْحَم۪يمِ(içinde)فِي

(yakılacaklardır)يُسْجَرُونَۚ


Mü'min Suresi 71 ve 72.ayet-i kerimeler, Taberi tefsirinde şöyle izah edilmektedir. 71-72- O zaman onlar, boyunlarında halkalar ve zincirler olduğu halde önce kaynar suda süründürülecekler sonra da ateşte yakılacaklardır.


Mü'min Suresi 73.ayet-i kerime

ثُمَّ ق۪يلَ لَهُمْ اَيْنَ مَا كُنْتُمْ تُشْرِكُونَۙ
Śumme kîle lehum eyne mâ kuntum tuşrikûn(e)
(nerede?)اَيْنَ(onlara)لَهُمْ(denilecektir)ق۪يلَ(sonra)ثُمَّ
(ortak koşuyorlar)تُشْرِكُونَۙ(olduğunuz)كُنْتُمْ(şeyler)مَا


Mü'min Suresi 74.ayet-i kerime

مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ قَالُوا ضَلُّوا عَنَّا بَلْ لَمْ نَكُنْ نَدْعُوا مِنْ قَبْلُ شَيْـٔاًۜ كَذٰلِكَ يُضِلُّ اللّٰهُ الْكَافِر۪ينَ

Min dûni(A)llâh(i)(s) kâlû dallû ‘annâ bel lem nekun ned’û min kablu şey-â(en)(c) keżâlike yudillu(A)llâhu-lkâfirîn(e)
(diyecekler ki)قَالُوا(Allah'tan başkaları)مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ
(değilmişiz)لَمْ نَكُنْ(hayır)بَلْ(bizden)عَنَّا(kayboldular)ضَلُّوا
(hiç bir şeye)شَيْـًٔاۜ (önceden)مِنْ قَبْلُ(biz tapmıyor)نَدْعُوا
(Kafirleri)الْكَافِر۪ينَ(Allah şaşırtır)يُضِلُّ اللّٰهُ(işte böyle)كَذٰلِكَ




Mü'min Suresi 73ve 74.ayet-i kerimeler, Taberi tefsirinde şöyle izah edilmektedir. Sonra onlara: "Nerede Allaha ortak koştuğunuz şeyler?" de­nilecektir. Onlar da: "Bizi bırakıp kayboldular. Meğer dünyada biz hiçbir şeye ibadet etmiyor muşuz." derler. İşte Allah, kâfirleri böyle şaşırtır.

Allah'ın âyetleri hakkında tartışmaya girişen, Allah'ın kitabı Kur'an'ı ve peygamberiyle gönderdiği tevhid inancını yalanlayanların boyunlarında demir halkalar ve zincirler olduğu halde kaynar suların içinde çekilip sürüklendiklerini sonra da üzerlerinde ateşler yakıldığını bir görsen. İşte o zaman onlar neyin ne olduğunu bileceklerdir. Sonra onlara şöyle denecektir:
"Nerede sizin, Allaha ibadet ederken ona ortak koştuğunuz putlarınız? Yardımınıza koşup ta sizi, için­de bulunduğunuz bu perişanlıktan kurtarsınlar. Zira kendisine kulluk edilen ilah, kulunu ve hizmetçisini kurtarmaya koşar.

Perişan durumda olan müşrikler ise şu cevabı vereceklerdir. "Allah'a or­tak koştuğumuz şeyler kaybolup gittiler. Bizi bu azabın içinde bıraktılar. Daha doğrusu biz dünyada iken, gerçekte ibadete layık olan hiçbir şeye kulluk etme­mişiz."

Evet, Allah, kâfirleri işte böyle sapıklığa düşürür. Onlara merhamet edip cehennem azabından kurtarmaz ve onların azaplarını da hafifletmez. [
Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/238.]

Mü'min Suresi 75.ayet-i kerime
ذٰلِكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَفْرَحُونَ فِي الْاَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّ وَبِمَا كُنْتُمْ تَمْرَحُونَۚ
Żâlikum bimâ kuntum tefrahûne fî-l-ardi biġayri-lhakki vebimâ kuntum temrahûn(e)
(sizin)كُنْتُمْ(ötürüdür)بِمَا(bu durum)ذٰلِكُمْ
(yeryüzünde)فِي الْاَرْضِ(şımarmanızdan)تَفْرَحُونَ
(ve ötürüdür)وَبِمَا(hakkı)الْحَقِّ(olmaksızın)بِغَيْرِ
(böbürlenmiş)تَمْرَحُونَۚ(olmanızdan)كُنْتُمْ

Mü'min Suresi 76.ayet-i kerime
اُدْخُلُٓوا اَبْوَابَ جَهَنَّمَ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۚ فَبِئْسَ مَثْوَى الْمُتَكَبِّر۪ينَ
Udḣulû ebvâbe cehenneme ḣâlidîne fîhâ(s) febi/se meśvâ-lmutekebbirîn(e)

(cehennem)جَهَنَّمَ(kapılardan)اَبْوَابَ(girin)اُدْخُلُٓوا
(ne kötüdür)فَبِئْسَ(orada)ف۪يهَاۚ(ebedi kalacaksınız)خَالِد۪ينَ
(kibirlenenlerin yeri)مَثْوَى الْمُتَكَبِّر۪ينَ


Mü'min Suresi 75ve 76.ayet-i kerimeler, Taberi tefsirinde şöyle izah edilmektedir. O gün kâfirlere: "İçinde bulunduğunuz bu azap, yeryüzünde haksız yere sevindiğiniz ve çılgınca şımardığınız içindir. Ebedi kalacağınız cehenneme kapılarından girin." denilecektir. Kibirlenenlerin yeri ne kötü­dür.

O kâfirlere âhirette şöyle denecektir: "Ey insanlar, bugün içinde bulun­muş olduğunuz azap sizin, dünyada iken, Allah size izin vermediği halde, yer­yüzünde batılın peşinden gidip günah işleyerek sevinmenizden ve böbürlenip şı­marmanızdan dolayıdır. Şimdi sizler cehennemin yedi kapısından ve her biriniz için ayrılmış olan kapılardan içeri girin. Sizler orada ebedi olarak kalacaksınız. Dünyada iken Allah'ı birlemeyi ve peygamberlerine iman etmeyi gururlarına ye­diremeyen kibirli kâfirlerin yeri ne kötüdür. [
Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/238-239.]                                              

Efendimiz (s.a.v.) buyuruyor: 

“Cennet ile Cehennem, delil getirerek birbirine üstünlük tasladılar.
Cehennem:
– (Ben senden üstünüm, çünkü) cebbarlar (zor kullananlar,zorbalar), mütekebbirler (büyüklenenler) hep bendedir dedi,
Cennet:
– (Hayır ben daha üstünüm, çünkü) mütevâzı’ (alçak gönüllü) Müslümanlar ve yoksullar bendedir, dedi.
Allâh'u Teâlâ, aralarında şöyle hükmetti:
– Ey cennet, sen benim rahmetimsin, dilediklerime seninle
rahmet ederim.
– Ey Cehennem, sen de benim azâbımsın, dilediğime seninle azâb ederim. Her ikinizi de doldurmak bana âittir.”

(Müslim, Cennet, 36, III, 2187)

Efendimiz (sav) buyuruyor:
“O kul ne kötü bir kuldur ki zalimlik eder, haddi aşar, Cebbar olan yüce Allah’ı unutur. O kul ne kötü bir kuldur ki kibirlilik yapar, Kebir olan Yüce Allah’ı unutur. O kul ne kötü bir kuldur ki gaflete düşer ve kabri unutur çürümeyi unutur. O kul ne kötü bir kuldur ki zalimlik eder cabbarlık eder başını ve sonunu unutur.”
Ravi: Hz. Esma Binti Umeys (r.a.)
Kaynak: Ramuz el e-hadis, 242. sayfa, 6. hadis

Efendimiz (sav) buyuruyor:

“ Kıyamet günü, mütekebbirler (kibirliler, büyüklenenler) küçük karıncalar gibi haşrolunurlar. Onları her yönden zillet bürümüştür. Cehennemde Bûles denen bir hapishaneye sevkedilirler. Ateşlerin ateşi onları bürür. Cehennem ehlinin irinleri kendilerine içecek olarak verilir. Bu içeceğe tînetu’l-habâl denir.”
(Tirmizi, Kıyamet 48)

Kibir, kendisini başkasından üstün görmektir.

Efendimiz (sav) buyuruyor:

(Kibir, hakka, razı olmamak ve insanları küçük görmektir.) [Müslim]


(Allahü teâlâ, kibirliyi alçaltır, tevazu sahibini yükseltir.) [Taberani]


(Kalbinde zerre kadar kibir olan Cennete giremez.) [Müslim] 

(Kibirliler kıyamette zerre gibi ayak altında kalır. Herkes onları çiğner.) [Tirmizi]

(Kendisine el pençe divan durulmasını isteyen Cehenneme hazırlansın!) [İ. Ahmed]

(Allahü teâlâ buyurdu ki: Kibriya ve azamet bana mahsustur. Bu ikisinde bana ortak olanı hiç acımadan Cehenneme atarım.)
 [Müslim]


KİBİRDEN KURTULMAK İÇİN NE YAPILMALIDIR?

Kibirden kurtulmanın çaresi insanın ilk önce kendi mahiyetini tanıması sonra da kibrin dehşet verici neticelerini düşünüp anlamasıyla mümkündür.

İmam Ali kerremellahu vecheh: "Başlangıcı nutfe (erkek ve kadın menisinin karışımı), sonu ise murdar bir leş olan insanoğlunun kibirle ne işi var?" demiştir.

Hazret-i Ebu Bekir (Ra)buyuruyor ki:
Kibirden sakının. Topraktan yaratılıp, yine toprağa dönecek olan bir varlığın kibirlenmesi, bugün var, yarın yok olan bir varlığın kendini beğenmesi ne kadar anlamsızdır.

Kibir İblisin işlediği ilk günahtır. Allah Celle Celaluh da kendisini lanetleyerek gökler ve yerler kadar geniş olan cennetten cehennem azabına kovmuştur..

Yorum Gönder

0 Yorumlar