Duâ, Allah’ın azameti ve ulviyeti karşısında kulun aczini itiraf etmesi, muhabbet ve tazim duyguları içinde Allah’ın lütuf ve yardımını talep etmesidir. Dua için ellerimizi kaldırdığımızda bir işiten ve icabet eden olduğunu biliyoruz. Rabbimizin bize şah damarımızdan daha yakın olduğu şuuruyla hacetimizi O'na arz ediyoruz.
Mü'min Suresi 40/60.ayet-i kerimede
Bir hadisi şerifte Peygamber efendimiz (sav) buyurdular ki:
Kul elini kaldırıp üç defa "Ya Rabbi, Ya Rabbi" dediğinde, ALLAH o kimseye: "Lebbeyk, Kulum İste; İstediğin Sana verilecektir," Buyurur.
«Her gece, gecenin son üçte biri kaldığı zaman Rabbimiz -Tebâreke ve Teâlâ- dünya semasına iner ve: "Bana kim dua eder ki onun duasına icabet edeyim! Benden kim bir hacet ister ki ona dileğini vereyim! Benden kim mağfiret diler ki onun için mağfiret edeyim!' buyurur.»
[Sahih Hadis] - [Muttefekun Aleyh]
DUA ile igili beyitler de İmam-ı Şafîi şöyle demektedir..
Duayla alay eder, onu küçümser misin
Dua nelere kadir, nereden bileceksin
Gecenin okları hedefi şaşmaz ama
Zamanı vardır
Ulaşır yerine saati dolduğunda
Rabbim istemezse tutar okları
Kaderin hükmü varsa, açar yolları.
Kul ile Rabbi arasında ki en büyük bağlantı duadır.
Cürmüm ile geldim sana
Ben eyledim hadsiz günah
Cürmüm ile geldim sana
İhlâs, samîmiyet ve gözyaşlarıyla yapılan duâlar, ilâhî rahmetin zuhûruna bir dâvettir. Duâda kalbe huzur bahşeden, Rabb’e teslîmiyet sırrı gizlidir.
ALLAHU TEALA kuranı kerimde kendisine dua etmemizi emreder ve şöyle buyurur.
اُج۪يبُ دَعْوَةَ الدَّاعِ اِذَا دَعَانِۙDuanın adabını şartlarını yerine getirirler haram yemezlerse yaptıkları dualara icabet ederim.
(Veysel Karani'nin duası makbuldü. Sokaklarda hurma çekirdeği toplar satardı. Sonra iki ekmek alır o mahallenin en fakir ailesine verir. Şehrin çöplüğüne gider yenilmesi mümkün olan ekmek kırıntılarından karnını doyurur ve şöyle dua ederdi. "Ya Rabbi! Benim gücüm buna yetti. Kıyamet gününde ümmeti Muhammedin acılarından dolayı beni hesaba çekme." diye ağlardı. O nedenle Veysel Karani'nin duasına icabet ediliyordu.
قُلْ مَا يَعْبَؤُ۬ا بِكُمْ رَبّ۪ي لَوْلَا دُعَٓاؤُ۬كُمْۚ Eğer dualarınız olmasa sizin ne ehemmiyetiniz var. Demekle Rabbimiz kulun duaya iltica etmesini Rabbi'l-âlemîne hacetini arz etmesini buyuruyor.
A'raf Suresi, 7/180 ayet-i kerimede ise
وَلِلّٰهِ الْاَسْمَٓاءُ الْحُسْنٰى فَادْعُوهُ بِهَاۖ En güzel isimler Allâh-u Teâlâ'nındır. O'nunla Rabbinize dua edin. Onları (esmaları) vesile kılarak. Rahman esması ile rahmetini, Gaffar esması ile O'nun bağışlayıcılığı, Seddar esması ile ayıb örten ile tevessül ediliyor. Abdulkadir Geylani hazretleri (ks) bu konuda çok güzel Esmaul Husna duası (kasidesi) vardır. 99 isimle dua ediyor.
Seyyid Abdulkadir Geylani Hazretleri’nin Esmaü’l Hüsna ile Yaptığı Münacattan kısa bir bölüm:
Ey Allah’tan izzet ve yücelik hazinesine ulaşmak isteyen kimse, O’nun (c.c) yüce isimleriyle dua ve münacatta bulun. Abdest alıp seni Allah’a yaklaştıracak 2 rekât namaz kıldıktan sonra tevazu ve kırık bir kalple de ki:
“Allahım, Esmaü’l Hüsna hakkı için senden hemen yardımını dilerim.”
er-Rahmân
Esirgeyici, bütün mahlukatına rahmetiyle muamele eden. Kullarına acıyıp, dünyada merhamet eden Rahman Allah’ım! Kuşatıcı olan rahmetinin hakkı için bana merhamet eyle.
er-Rahîm
Bağışlayıcı, sevdiklerine ve müminlere merhamet eden. Ey ahiret hayatında yalnız müminlere sonsuz merhamet eden Rahim Allah’ım! Bana merhamet ederek halimi güzel eyle.
el-Melik
Mülkün sahibi, mülk ve saltanatı devamlı olan. Ey alemlerin tek sahibi, herşeye hükümran ve melik Allah’ım! Bütün işlerim bir düzen içerisinde yürütmeyi nasip eyle.
el-Kuddûs
Her türkü eksiklik ve ayıplardan münezzeh olan. Ey bütün noksan sıfatlardan, ayıp ve kusurlardan münezzeh Kuddüs Allah’ım! Kalp ve sırrımı bütün kötü sıfatlardan temizleyerek mukaddes kıl.
وَاذْكُرْ رَبَّكَ ف۪ي نَفْسِكَ:Rabbini, O'nun azamet ve celalini görüyormuşsun gibi gizlice an.
تَضَرُّعًا وَخ۪يفَةً:Yalvarıp yakararak ve O'ndan korkarak (تَضَرُّعًا yalvara yalvara)
وَدُونَ الْجَهْرِ مِنَ الْقَوْلِ:Gizli ile açık arasında orta bir sesle onu,
بِالْغُدُوِّ وَالْاٰصَالِ:sabah akşam an.
وَلَا تَكُنْ مِنَ الْغَافِل۪ينَAllah'ı anmaktan gafil olma.
İnsan, hayra dua ediyormuş gibi şerre de dua eder. İnsan, çok acelecidir.
"İnsan hayra dua ediyormuş gibi" Rabbine, kendisine afiyet ihsan etmesi için dua etmesi gibi,
“şerre de dua eder." İbn Abbâs ve başkalarının dediklerine göre bu, kişinin kendisi ve çocukları hakkında dadanıp sıkıldığı esnada, kabul olunmasını arzulamadığı şekilde, Allah'ım onu helâk et ve benzeri ifadelerle beddua etmesidir. Şayet Allah, o kimsenin kendisi hakkında yaptığı bedduayı kabul edecek olursa, o kişinin helâk olması gerekirdi. Ancak, yüce Allah lütfuyla bu konuda onun bedduasını kabul etmez. Bu âyetin bir benzeri de şu âyet-i kerimedir:
"Eğer Allah insanlara hayrı çabukça istedikleri gibi şerri de çabucak veriverseydi..." (Yûnus, 10/11)
Denildiğine göre bu âyet-i kerîme en-Nadr b. el-Hâris hakkında inmiştir. O; dua eder ve bu arada şöyle derdi:
"Allah'ım, eğer bu Senin tarafından gelmiş bir hak ise Sen, üzerimize semadan taş yağdır, yahut bize can yakıcı bir azâb gönder." (el-Enfal, 8/32)
Şöyle de denilmiştir. Kasıt, bir kimsenin mubah olan bir şeyi isterken dua ettiği gibi, yasak olan bir şeyi istemek için dua etmesidir.
"Tavaf edenler arasında ben de Beyt'i tavaf ediyorum.
Ve elbisemin yere sürünen eteklerini de yukarı çekerek,
Geceleyin sabaha kadar secde ediyorum.
Ve o indirilmiş muhkem (Kur'ân) dan okuyorum.
Yusuf'un kederini gideren olur ki,
Bana da o mahmili (hevdeci) içinde bulunan kadını müsahhar kılar diye."
Âyet-i kerimedeki İnsan... dua eder" âyetinin hem lâfzında hem de hatta "vav" hazfedilmekle birlikte, mana itibariyle hazf edilmemiştir. Çünkü bu ref mahallindedir. Burada "vav"in hazfediliş sebebi, ondan sonra sakin bir "lâm"ın gelmesidir.
Yüce Allah'ın şu âyetinde olduğu gibi:
"Biz de Zebanileri çağırıveririz." (el-Alak, 96/18);
"Allah, bâtılı mahveder." (eş-Şûrâ, 42/24);
"Allah, mü’minlere... verecektir." (en-Nisa, 4/146);
"Nida edenin... sesleneceği" (el-Kâf suresi, 50/41);
"Uyarılar ise fayda vermiyor." (el-Kamer, 54/5)
"İnsan pek acelecidir." Acelecilik onun karakteridir. O bakımdan, hayrı isterken acelecilik yaptığı gibi, şerri isterken de acelecilik yapmaktadır.
Şöyle de açıklanmıştır: Bununla yüce Allah, Âdem (aleyhisselâm)a ruhu tamamiyle yerleştirmeden önce kalkmak istemesine işaret etmektedir.
Selman der ki: Yüce Allah'ın, Âdem'den ilk yarattığı şey, onun başıdır. Yüce Allah, onun bedenin sair bölümlerini yaratırken, o bakıp duruyordu. İkindi vaktinde ayakları onlara ruh üflenmemiş halde kalmıştı. Bu sefer: Rabbim, gece olmadan acele buyur, dedi. Yüce Allah'ın;
"İnsan pek acelecidir" âyeti buna işaret etmektedir. İbn Abbâs da der ki: Ona üflenen ruh göbeğine ulaşınca, bedenine bakmaya başladı ve kalkmak istedi, ancak güç yetiremedi. İşte Allah'ın; "İnsan pek acelecidir" âyeti buna işaret etmektedir.
İbn Mes'ûd da şöyle demektedir; "Ruh, Âdem'in gözlerine girince, cennet meyvelerine bakmaya başladı, Karnına gelince canı yemek istedi. Ruh ayaklarına ulaşmadan acele edip cennet meyvelerine kavuşmak için yerinden kalkmak istedi. İşte yüce Allah'ın:
"İnsan aceleden yaratılmıştır" (el-Enbiya, 21/37) âyeti bunu anlatmaktadır. Bunu da el-Beyhakî zikretmiştir.
Müslim'in Sahih'inde Enes b. Malik'ten rivâyete göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Yüce Allah, Âdem'e cennette suret verince, onu Allah dilediği kadar bir süre öylece bıraktı. İblis onun etrafında dolaşır ve ona; nedir diye bakıyordu. Onun karnının boş olduğunu görünce, böylelikle kendisine hakim olamayacak bir yaratık olarak halk edileceğini anladı." Müslim, Bin- 111; Müsned, III, 152, 229. 240. 254. Bu hadis daha önceden de geçmiş bulunmaktadır.
Müslim'in Sahih'inde de Ebû Hüreyre'den şöyle dediği nakledilmektedir: Ben, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ı şöyle buyururken dinledim: "Allah'ım, Muhammed de ancak bir beşerdir. O da sair insanların gazap ettiği gibi gazap eder. Ben, Senin nezdinde asla caymayacağın bir ahid almış bulunuyorum. Herhangi bir mü’mine (haksız yere) eziyet eder, yahut hakaret eder veya sopa vuracak olursam onu Sen o kimseye bir keffaret ve kıyâmet gününde kendisi sebebiyle Sana yakınlaşma vesilesi kıl”
Bu hususta Hazret-i Âişe ve Hazret-i Cabir'den de hadisler rivâyet edilmiştir.
"İnsan pek acelecidir" âyetinin şu anlamda olduğu da söylenmiştir: O, az da olsa âcil olanı, çok dahi olsa sonradan verilecek olana tercih eder.
Meâli şerifi: Dediler ki: “Rabbimiz! Biz kendimize zulüm ettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz.”
Nuh dedi ki: "Ey rabbim, bundan sonra, gerçek yüzünü bilmediğim bir şeyi senden istemekten sana sığınırım. Eğer beni affetmez, rahmetinle merhamet etmezsen, hüsrana uğrayanlardan olurum".
Nuh, oğlunun kurtarılmam asının sebebini sormakla hata ettiğini anlayınca, rabbine yalvararak: "Ey rabbim, bundan sonra gerçek yüzünü bilmediğim bir şeyi sana sormaktan sana sığınırım. Eğer sen beni bu hatamdan dolayı bağışlamaz ve beni rahmetinle merhamet etmezsen, şüphesiz ki ben, hüsrana uğrayanlardan olurum" dedi.
25.قَالَ رَبِّ اشْرَحْ ل۪ي صَدْر۪يۙ:Musa dedi ki: Ey Rabbim! Kalbimi iman ve peygamberlik nuruyla aydınlat ve onu genişlet.
26.وَيَسِّرْ ل۪ٓي اَمْر۪يۙ: Bana yüklediğin peygamberlik ve davet sorumluluğunu yerine getirmemi kolaylaştır.
27,28.وَاحْلُلْ عُقْدَةً مِنْ لِسَان۪يۙ,يَفْقَهُوا قَوْل۪يۖ:Dilimde meydana gelen şu kekemeliği gider ki sözümü anlasınlar. Tefsirciler şöyle der: Musa Firavun'un evinde büyüdü. O küçükken bir defa Firavun onu kucağına aldı. Hz. Musa eliyle onun sakalını çekti. Bunun üzerine Firavun, Musa'yı öldürmek istedi. Eşi Asiye dedi ki: Şüphesiz onun aklı ermez. Bunu sana izah edeceğim. Onun önüne iki ateş parçası ile iki inci koy. Eğer inciyi alırsa, aklının erdiğini, eğer ateş parçalarını alırsa, onun aklı ermez bir çocuk olduğunu anlarsın. Firavun bunları Musa'nın önüne koydu. O da ateş parçasını aldı ve ağzına koydu; dolayısıyle dilinde tutukluk meydana geldi.
'Kur'anı Kerimin Türkçe Meali Alisi ve Tefsiri' Yâkub Aleyhisselâm da kendisinin öyle fazla üzüntüsünden bahseden cemaate cevaben (dedi ki:) Ben hüzn ve kederimden dolayı sizlere şikâyetde bulunmuyorum (ben derdimi ve üzüntümü ancak Allah Teâlâ'ya arzederim) ona sığınırım, uğradığım dert ve elemden beni kurtamasını ancak O Kerem Sahibi Mâbud'dan dua ve niyazda bulunurum (ve ben Allah Teâlâ'dan) hakkımda tecellî edecek olan lütuf ve merhameti beklemekteyim ve (sizin bilmeyeceğiniz şeyi bilirim.) O Kerem Sahibi Yaratıcı, sizce bilinmeyen bir şeyi bana bildirmiştir.
Hz. Yakub'un bu ifadesi gösteriyor ki: O, Hz. Yûsuf'un hayatta olduğunu ve ona bir gün kavuşacağını bilmiş bulunuyordu. Bu bilgisi ilâhî bir vahiy ile olmuş idi. Hz. Yûsuf'un rüyası da henüz gerçekleşmemiş olduğundan bu da onun hâlâ hayatta, olduğuna bir delil demekti. Hattâ deniliyor ki: Hz. Yâkub, rüyasında ölüm meleğini görmüş, Yûsuf'un canım aldın mı? Diye ondan sormuş, o da: Ey Allah'ın Peygamberi!. Ben onun canını almadım demiş, sonra Mısır tarafına işaret ederek onu o tarafta ara diye buyurmuştur. Bununla beraber Hz. Yâkub oğulları hakkında Mısır Âziz'inin ne kadar güzel muamelede bulunduğunu ve o Azîz'in hâl ve durumunu öğrenince onun Hz. Yûsuf olduğundan ümitli idi.
*Zünnûn’u da hatırla. Hani öfkelenerek (halkından ayrılıp) gitmişti de kendisini asla sıkıştırmayacağımızı sanmıştı. Derken karanlıklar içinde, “Senden başka hiçbir ilâh yoktur. Seni eksikliklerden uzak tutarım. Ben gerçekten (nefsine) zulmedenlerden oldum” diye dua etti.
ÂYETİN TEFSİRİ SAFVETÜ'T-TEFASIR
87.وَذَا النُّونِ:Kavmine, balığın yuttuğu Yunus' un kıssasını da anlat. Nfın, balık demektir. Balık Yunus (a.s.)'u yuttuğu için ona nisbet edilmiştir.اِذْ ذَهَبَ مُغَاضِبًاHani o kavmine kızarak yurdundan çıkmıştı. Çünkü onları imana çağırıyor, onlar ise inkar ediyorlardı. Neticede onların bu davranışlarından sıkıldı ve aralarından çıkıp gitti. Bunun içindir ki Yüce Allah: "Balık sahibi gibi olma"buyurdu.[Kalem suresi, 68/48] "Rabbine kızarak çıktı" diyenlerin sözü doğru değildir. Ebû Hayyan şöyle der: "Rabbine kızarak çıktı, diyenlerin sözünü kabul etmemek gerekir. Çünkü o, peygamberlik makamına uygun değildir.'[el-Bahr, VI, 335]
Razi ise şöyle der: "Allah'a kızdı" demek caiz değildir. Çünkü bu, Allah'ın emredici ve yasaklayıcı olduğunu bilmeyenlerin sıfatıdır. Allah'ı tanımayan, bırakın peygamber olmayı, mü'min bile olamaz. Yunus (a.s.)'un, kavmine kızması ise Allah rızası ve dininin haysiyetini korumak, küfre ve kafirlere buğz içindir. [et-Tefsiru'l-kebir XXII, 214]
فَظَنَّ اَنْ لَنْ نَقْدِرَ عَلَيْهِ:Yunus, ceza olarak onu sıkıntıya sokmayacağımızı sandı. "Rızkı daraltılmış bulunan"[Talak süresi, 65/7]mealindeki ayette olduğu gibi قْدِرَ kelimesi burda daraltmak manasına kullanılmıştır. Burada bu kelime القدرةkelimesinden türetilmemiştir.
Fahreddin Razi şöyle der: "Kim Allah'ın aciz olduğunu zannederse, o kafirdir. Bunun, mü'minlerden herhangi birine nisbet edilmesinin dahi caiz olmadığında ihtilaf yoktur. Hal böyleken, bu, peygamberlere nasıl nisbet edilir! Rivayete göre Abdullah b. Abbas (r.a.) Muaviye'nin yanına girdi. Muaviye dedi ki:
"Dün gece, Kur'an dalgaları bana çarptı. Dalgalar içinde kaldım. Senden başka kurtuluş vesilesi bulamadım." İbn Abbas: "Nedir o dalgalar? dedi. Muaviye: "Allah'ın peygamberi Yunus, O'nun kendisine güç yetiremeyeceğini sanıyor" dedi. İbn Abbas: Ayetteki يقدرkelimesi,قدر kökündendir.قدرة kökünden değildir" diye cevap verdi.[et-Tefsiru'l-kebir XXII, 215]
فَنَادٰى فِي الظُّلُمَاتِ:O, balığın karnındayken, gece karanlığında Rabbine seslendi.
İbn Abbas şöyle der: "Karanlıklar bir araya geldi. Bu karanlıklar gecenin karanlığı, denizin karanlığı, balığın karnının karanlığıdır."اَنْ لَٓا اِلٰهَ اِلَّٓا اَنْتَYunus: "Ey Rabbim! Senden başka ilah yoktur" diye seslendi.
سُبْحَانَكَۗ اِنّ۪ي كُنْتُ مِنَ الظَّالِم۪ينَۚ "Ey Rabbim! Sen, noksanlık ve zalimlikten uzaksın. Ben ise, kendime zulmettim. Şimdi tevbe edip pişman oldum. Bu sıkıntıyı benden gider." Hadiste şöyle buyurulmuştur: "Sıkıntıya uğrayan her kim bu duayı ederse, duası kabul olunur" [Ahmed b. Hanbel, el-Müsned 1 /170; Tirmizi, Da'vat, 81]
ÂYETİN TEFSİRİ SAFVETÜ'T-TEFASIR
فَنَادَتْهُ الْمَلٰٓئِكَةُ وَهُوَ قَٓائِمٌ يُصَلّ۪ي فِي الْمِحْرَابِۙ اَنَّ اللّٰهَ يُبَشِّرُكَ بِيَحْيٰى:Zekeriya (a.s.) Mihrapta namaz kılarken Cebrail ona "Allah sana Yahya isminde bir çocuğu müjdeliyor" diye seslendi.
Meâli şerifi:(Resûlüm!) De ki: Ey mülkün Maliki olan Allah'ım! Sen mülkü dilediğine verirsin ve mülkü dilediğinden geri alırsın. Dilediğini aziz, dilediğini de zelil kılarsın. Her türlü iyilik senin elindedir. Sen herşeye kudreti yetensin. (Âl-i İmrân - 26)
“Allâh’ım! Sen’in gazabından rızâna, azâbından affına ve Sen’den yine Sana sığınırım! Sen’i lâyık olduğun şekilde medh-ü senâdan âcizim! Sen kendini nasıl medh-ü senâ etmişsen öylesin!” diyerek, acziyet duyguları içinde Cenâb-ı Hakk’a ilticâ ederdi.
Ayrıca duânın ehemmiyetini şöyle ifâde buyururlardı:
“Duâ, ibâdettir. İbâdetin iliği ve özüdür. Allâh katında O’na duâ etmekten daha kıymetli bir şey olamaz. Allâh, kendisinden bir şey istemeyeni (duâ etmeyi kendisine yediremeyeni) azâba uğratır. Sıkıntı ve darlık zamanında duâsının kabûl olmasını isteyen kimse, bolluk ve rahatlık zamanında da duâyı bol yapsın. Rabbiniz Hayy-ü Kerîm’dir; bir kul elini açınca onu boş bırakmaz. Kime ki duâ kapıları açılmıştır, ona hikmet kapıları açılmış demektir.
Duâ, rahmet kapılarının anahtarı, mü’minin silâhı, dînin direği, göklerin ve yeryüzünün nûrudur..
Ben de hemen diğer elimde soğuktan donmuş buz gibi tası verdiğimde, tasla beraber elimin derisinin kavladığını gören annem, çok üzülerek ağlamaya başladı.
Bir yandan ağlıyor, bir yandan da Allah’a şöyle dua ediyordu:
"Yâ Rabbî! Benim oğlumu ariflere sultan eyle." deyip elini yüzüne sürdü ve ‘amin’ dedi.
O geceden itibaren bende bazı değişiklikler olduğunu fark etmeye başladım. Eğer Cenab-ı Hak katında bir mertebem varsa bunun annemin duası hürmetine olduğuna kâniyim." der.
Kıyamete kadar kendisine şeref olan Sultan'ül arifin makamını annesinin duasıyla alır.
Annenin Bedduası ve Cüreyc'in ibretlik hadisesi ise şöyledir:
عَنْ أبِي هُرَيْرَةَ رَضْيَ اللَّهُ عَنْهُ، قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: «لَمْ يَتَكَلَّمْ في المَهْدِ إِلَّا ثَلَاثَةٌ: عِيْسَى ابْنُ مَرْيَمَ، وَصَاحِبُ جُرَيْجٍ، وَكَاْنَ جُرَيْجُ رَجُلاً عَابِدَاً، فَاتَّخَذَ صَوْمَعَةً فَكَاْنَ فِيْهَا، فَأتَتْهُ أُمُّهُ وَهُوَ يُصَلِّي، فَقَالتْ: يَا جُرَيْجُ!، فَقَالَ: يَارَبِّ! أُمِّي وَصَلَاتِي؟، فَأقْبَلَ عَلَى صَلَاتِهِ، فَانْصَرَفَتْ. فَلَمَّا كَاْنَ مِنَ الغَدِ أتَتْهُ وَهُوَ يُصَلِّي، فَقَالتْ: يَا جُرَيْجُ!، فَقَالَ: أيْ رَبِّ! أمِّي وَصَلَاتِي؟، فَأقْبَلَ عَلَى صَلَاتِهِ، فَلَمَّا كَاْنَ مِنَ الغَدِ أتَتْهُ وَهُوَ يُصَلِّي، فَقَالتْ؟ يا جُرَيْجُ! فَقَالَ: أيْ رَبِّ! أمِّي وَصَلَاتِي؟ فَأَقْبَلَ عَلَى صَلَاتِهِ، فَقَالتْ: اللَّهُمَّ لَا تُمِتْهُ حَتَّى يَنْظُرَ إلَى وُجُوْهِ المُوْمِسَاتِ. فَتَذَاكَرَ بَنُو إِسْرَائِيلَ جُرَيْجَاً وَعَبِادَتَهُ، وَكَاْنَتِ امْرأَةٌ بَغِيٌّ يُتَمَثَّلُ بحُسْنِهَا، فَقَالتْ: إِنْ شِئْتُمْ لَأفْتِنَنَّهُ! فَتَعَرَّضَتْ لَهُ، فَلَمْ يَلْتَفِتْ إِلَيْهَا، فَأَتَتْ رَاعِياً كَاْنَ يَأوِي إِلى صَوْمَعَتِهِ، فَأَمْكَنَتْهُ مِن نَّفْسِهَا فَوَقَعَ عَلَيْهَا، فَحَمَلَتْ. فَلَمَّا وَلَدَتْ قالتْ: هُوَ مِنْ جُرَيْجٍ، فَأتَوْهُ فَاسْتَنْزَلُوْهُ وَهَدمُوا صَوْمَعَتَهُ وَجَعلُوا يَضْرِبُوْنَهُ، فَقَالَ: مَا شَأْنُكُمْ؟، قَالُوا: زَنَيْتَ بِهَذِهِ البَغِيِّ فَوَلَدَتْ مِنْكَ. قَالَ: أَيْنَ الصَّبِيُّ؟! فَجَاؤُوا بِهِ فَقَالَ: دَعُوْنِي حَتَّى أُصَلِّي، فَصَلَّى، فَلَمَّا انْصَرَفَ أَتَى الصَّبِيَّ فَطَعَنَ في بَطْنِهِ وَقَالَ: يَا غُلَامُ! مَنْ أبوْكَ؟! قَالَ: فُلَانٌ الرَّاعِي!!، فَأقْبَلُوا عَلَى جُرَيْجٍ يُقَبِّلُوْنَهُ، وَيَتَمَسَّحُوْنَ بِهِ، وَقَالوا: نَبْنِي لَكَ صَوْمَعَتَكَ مِنْ ذَهَبٍ، قَالَ: لَا، أَعِيْدُوْهَا مِنْ طِيْنِ كَمَا كَاْنَتْ فَفَعَلُوا
Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Beşikte sadece üç kişi konuştu. Bunlardan biri Meryem’in oğlu Hz. Îsâ, diğeri Cüreyc ile macerası olan çocuktur.
Cüreyc ibadete düşkün bir kimseydi. Bir mâbede yerleşip orada ibadet etmeye başladı. Bir gün annesi geldi:
- Cüreyc! diye seslendi.
Cüreyc kendi kendine: “Yâ Rabbî! Anneme cevap mı versem, yoksa namazıma devam mı etsem?” diye söylendi. Sonra namazına devam etti. Annesi de dönüp gitti.
Ertesi gün annesi yine Cüreyc namaz kılarken geldi ve:
- Cüreyc! diye seslendi.
Cüreyc yine kendi kendine: “Rabbim! Anneme mi cevap vermeliyim, yoksa namazıma mı devam etmeliyim” diye söylendi. Sonra namazına devam etti. Bir gün sonra annesi yine Cüreyc namaz kılarken geldi ve:
- Cüreyc! diye seslendi.
Cüreyc içinden: “Rabbim! Anneme cevap mı versem, yoksa namazıma devam mı etsem” diye söylendi. Sonra da namazına devam etti.
Bunun üzerine annesi:
- Allah'ım! Fâhişelerin yüzüne bakmadan onun canını alma! diye beddua etti.
Birgün İsrailoğulları Cüreyc ve ibadete düşkünlüğü hakkında konuşuyorlardı. Güzelliği ile meşhur bir fâhişe de oradaydı:
- Eğer isterseniz ben onu baştan çıkarabilirim, dedi. Vakit kaybetmeden Cüreyc’in yanına gitti. Fakat Cüreyc onun yüzüne bile bakmadı.
Cüreyc’in ibadethânesinde yatıp kalkan bir çoban vardı. Kadın onunla ilişki kurarak çobandan hâmile kaldı. Çocuğunu dünyaya getirince, onun Cüreyc’den olduğunu ileri sürdü. Bunu duyan halk Cüreyc’in yanına gelerek onu alaşağı ettiler ve ibadethânesini yıkarak kendisini dövmeye başladılar. Cüreyc:
- Niçin böyle davranıyorsunuz? diye sorunca:
- Sen bu fâhişe ile zina etmişsin ve senin çocuğunu doğurmuş, dediler. Cüreyc:
- Çocuk nerede? diye sordu. Çocuğu alıp ona getirdiler. Cüreyc: “Yakamı bırakın da namaz kılayım” dedi. Namazını kılıp bitirince çocuğun yanına geldi ve karnına dokundu: “Söyle çocuk! Baban kim?” diye sordu.
Çocuk:
- Babam falan çobandır, diye cevap verdi.
Bunu gören halk Cüreyc’in ellerine kapanarak öpmeye ve ellerini onun vücuduna sürerek af dilemeye başladılar:
- Sana altın bir mâbed yapacağız, dediler. Cüreyc:
- Hayır, eskiden olduğu gibi yine kerpiçten yapın, dedi. Ona kerpiçten bir mâbed yaptılar.
[Müslim, Birr, 7, 8]
Açıklamalar:
Hz. Îsâ’dan sonra yaşayan Cüreyc’in zamanında insanların çoğu, Allah Teâlâ’nın emrettiği şekilde bir hayat sürmüyordu. Bazı rivayetlerden ticaretle uğraştığını öğrendiğimiz Cüreyc, hayatın düzensizliğini görerek daha kârlı bir ticaret yapmak istedi.
İnsanların yaşadığı bölgeden uzak bir yere bir manastır yaparak orada ibadete başladı. Arada bir ziyaretine gelen annesiyle konuşuyor, onun gönlünü hoş tutmaya çalışıyordu. Fakat annesi üst üste üç defa onun ibadet saatinde geldi.
Cüreyc de Allah’ın huzurundan ayrılmanın uygun olmayacağı düşüncesiyle ibadetini kesmedi. Bu durumu bilmeyen annesi, Cüreyc’in artık kendisine değer vermediğini zannederek ona beddua etti.
Fakat bedduasını son derecede şefkatli ve ölçülü bir şekilde yaptı. Oğlunun zina suçu işlemesini bile istemedi. Sadece fâhişelerin yüzünü görmesini diledi. Bedduası da tuttu. Demekki Cüreyc, annesi seslendiği zaman farz değil, nâfile ibadet ediyordu. Bu sebeple ibadetini kesmeli ve ona cevap vermeliydi. Böyle yapmamakla hata etti.
Namaz kılan bir kimseyi anne veya babası yanına çağırırsa, nasıl davranması gerekir?
Farz namaz kılınıyorsa anne ve babaya cevap verilmez. Kılınan namaz farz değilse, kendilerine cevap verilmediği takdirde anne veya baba da gücenecekse, namazı kesip onlara cevap vermek uygun olur. İslâm âlimlerinin büyük çoğunluğunun görüşü böyledir. Bazı âlimler namazın farz veya nâfile olmasına bakmadan, anne veya baba seslendiği vakit, onları gücendirmemek için namazın bozulması gerektiğini söylemişlerdir. Yani o anda selam vererek namazdan çıkar, o namazı tekrar kılar.
İnsanoğlu Allah Teâlâ’ya Cüreyc gibi gönül bağlarsa, Cenâb-ı Hak ona yardımcı olur. Aleyhinde hazırlanan tuzakları bozar. Hatta onun eliyle kerâmetler bile gösterir. Konuşması âdet olmadığı hâlde bir çocuğu konuşturarak, samimi kulunu sıkıntılardan kurtarır.
1. Anne ve babaya itaat, evlâdın en önemli görevidir. Üstelik bu Allah’ın emri olduğu için farzdır.
2. Kılınan namaz farz olmamak şartıyla, anne veya baba çağırdığı zaman, namazı bozup onlara cevap vermelidir.
3. Anne ve baba evlâdına beddua etmek zorunda kaldığında, Cüreyc’in annesi gibi ölçülü davranmalıdır.
4. İnsanın özü doğru olursa, aleyhinde kurulacak tuzaklar ona zarar vermez. Böyle kimseler hayatta yalnız olduklarını düşünmemeli, arkalarında Allah Teâlâ’nın bulunduğunu bilmelidir.
5. Cenâb-ı Hak dilediği zaman veli kullarının kerâmet göstermesine izin verir.
6. Anneler yavrularını kendilerine tercih ederler. Onların her iyi şeye sahip olmasını isterler.
Namaz kılarken anne-babanın seslenmesi durumunda namaz bozulmalı mıdır?
Nafile namaz kılmakta olan bir kimseyi, anne veya babası çağırdığında ise, ciddi bir ihtiyaç olmasa bile kişi namazını bozar ve anne-babasına itaat eder. Ancak anne-baba çocuklarının namaz kılmasına karşı olduklarından dolayı ve onun namazını bozmak gayesiyle çağırırlarsa onlara itaat etmek gerekmez. Bu istisna dışındaki hâllerde anne-babaya itaat etmek nafile namaza devam etmekten önce gelir. Bu hükmün delili ise Cüreyc kıssasıdır
0 Yorumlar