Son yayınlar

6/recent/ticker-posts

Şanıurfa Kadiri Asitanesi Tefsir Dersleri 5, Kuran da Dua ve Fazileti nedir ?

 
   

اَلْحَمْدُ رَبِّ الْعَالَمِينَ وَالصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ عَلَى رَسُولِنَا مُحَمَّدٍ وَعَلَى اٰلِهِ وَاَصْحَابِهِ اَجْمَعِينَ


صَلُّوا عَلَى رَسُولِنَا مُحَمَّدٍ


صَلُّوا عَلَى طَبِيبِ قُلُوبِنَا مُحَمَّد

صَلُّوا عَلَى شَفِيعِ ذُنُوبِنَا مُحَمَّدٍ


رَبِّ اشْرَحْ لِى صَدْرِى وَيَسِّرْ لِى اَمْرِى وَاحْلُلْ عُقْدَةً مِنْ لِسَانِى يَفْقَهُوا قَوْلِى


سُبْحَانَكَ لَاعِلْمَ لَنَا اِلاَّ مَا عَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ


سُبْحَانَكَ لاَ فَهْمَ لَنَا اِلاَّ مَا فَهَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْجَوَ ادُ الْكَرِيمُ


أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيم بسم الله الرحمن الرحيم


Duâ, Allah’ın azameti ve ulviyeti karşısında kulun aczini itiraf etmesi, muhabbet ve tazim duyguları içinde Allah’ın lütuf ve yardımını talep etmesidir. Dua için ellerimizi kaldırdığımızda bir işiten ve icabet eden olduğunu biliyoruz. Rabbimizin bize şah damarımızdan daha yakın olduğu şuuruyla hacetimizi O'na arz ediyoruz.

Mü'min Suresi 40/60.ayet-i kerimede

وَقَالَ رَبُّكُمُ ادْعُون۪ٓي اَسْتَجِبْ لَكُمْۜ

Vekâle rabbukumu-d’ûnî estecib lekum(c)
Meâli şerifi:Rabbiniz şöyle buyurdu: Bana dua edin, kabul edeyim.

(kabul edeyim)اَسْتَجِبْ(bana du'a edin)ادْعُون۪ٓي(Rabbiniz)رَبُّكُمُ(ve dedi ki)وَقَالَ
(sizden)لَكُمْۜ

AYETİN TEFSİRİ SAFVETÜ'T-TEFASiR (MÜ'MlN (GAF1R) SÜRESİ 60.ayet)

60.وَقَالَ رَبُّكُمُ ادْعُون۪ٓي اَسْتَجِبْ لَكُمْۜ:Rabbiniz buyurdu ki: Bana dua edin, size istediğinizi vereyim. İbn Kesir şöyle der: Yüce Allah, kullarını, kendisine duaya çağırdı ve kendisinden bir lütuf ve ikram olarak, dualarına cevap vereceğine söz verdi.[et-Tefsiru'l-kebir, 27 /80]
اِنَّ الَّذ۪ينَ يَسْتَكْبِرُونَ عَنْ عِبَادَت۪ي سَيَدْخُلُونَ جَهَنَّمَ دَاخِر۪ينَ۟:Kibirlenip de Allah' a ibadeti terk edenler var ya, onlar hor ve hakir olarak Cehenneme gireceklerdir. Bundan sonra Yüce Allah, birliğinin ve gücünün alametlerinden, ibadet ve şükrün, sadece kendisine yapılmasını gerektirecek şeylerden bahsetti:

Duâ kelimesinde, “çağırmak, seslenmek, istemek ve yardım talep etmek” mânâları olup, daha çok, “küçükten büyüğe, aşağıdan yukarıya vâki olan talep ve niyaz” anlamında kullanılır.

Bir hadisi şerifte Peygamber efendimiz (sav) buyurdular ki:
Kul elini kaldırıp üç defa "Ya Rabbi, Ya Rabbi" dediğinde, ALLAH o kimseye: "Lebbeyk, Kulum İste; İstediğin Sana verilecektir," Buyurur.
[Hadis-i Şerif, Ramüz-ül Ehadis:C:1,S:56/11]


عن أبي هريرة -رضي الله عنه-: أن رسول الله -صلى الله عليه وسلم- قال: «ينزلُ ربُّنا تبارك وتعالى كلَّ ليلةٍ إلى السماء الدنيا، حين يبقى ثُلُثُ الليل الآخرُ يقول: «مَن يَدْعُوني، فأستجيبَ له؟ مَن يسألني فأعطيَه؟ مَن يستغفرني فأغفرَ له؟».
[صحيح.] - [متفق عليه.]
المزيــد ...

Ebû Hureyre –radıyallahu anh-'den rivayet edildiğine göre, Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:

«Her gece, gecenin son üçte biri kaldığı zaman Rabbimiz -Tebâreke ve Teâlâ- dünya semasına iner ve: "Bana kim dua eder ki onun duasına icabet edeyim! Benden kim bir hacet ister ki ona dileğini vereyim! Benden kim mağfiret diler ki onun için mağfiret edeyim!' buyurur.»
[Sahih Hadis] - [Muttefekun Aleyh]

DUA ile igili beyitler de İmam-ı Şafîi şöyle demektedir..

Duayla alay eder, onu küçümser misin
Dua nelere kadir, nereden bileceksin
Gecenin okları hedefi şaşmaz ama
Zamanı vardır
Ulaşır yerine saati dolduğunda
Rabbim istemezse tutar okları
Kaderin hükmü varsa, açar yolları.

Kul ile Rabbi arasında ki en büyük bağlantı duadır. 

Ahmed Kuddûsî hzleri beytinde ise hacetini şöyle sunmaktadır.  

Ey rahmeti bol padişah
Cürmüm ile geldim sana
Ben eyledim hadsiz günah
Cürmüm ile geldim sana


Yüksek ruhların lisânı ve sözlerin en güzeli olan samîmî duâlar, nûrdan ve sevdâdan doğar. Ümitsize hayat verir, kırık kalbleri tesellî eder.

İhlâs, samîmiyet ve gözyaşlarıyla yapılan duâlar, ilâhî rahmetin zuhûruna bir dâvettir. Duâda kalbe huzur bahşeden, Rabb’e teslîmiyet sırrı gizlidir.


ALLAHU TEALA kuranı kerimde kendisine dua etmemizi emreder ve şöyle buyurur.

A'râf Suresi 7/55. ayet-i kerimede
 
اُدْعُوا رَبَّكُمْ تَضَرُّعًا وَخُفْيَةًۜ اِنَّهُ لَا يُحِبُّ الْمُعْتَد۪ينَۚ

Ud’û rabbekum tedarru’en veḣufye(ten)(c) innehu lâ yuhibbu-lmu’tedîn(e)
Meâli şerifi:Rabbinize yalvara yakara ve gizlice dua edin. Bilesiniz ki O, haddi aşanları sevmez.
  (Ve gizlice)وَخُفْيَةًۜ (yalvararak)تَضَرُّعًا(Rabbinize)رَبَّكُمْ(dua edin)اُدْعُوا
(haddi aşanları)الْمُعْتَد۪ينَۚ(sevmez) لَا يُحِبُّ(çünkü O)اِنَّهُ


Allâh-u Teâlâ biza duanın adabını öğretiyor. Önce güzel bir abdest alınmalı ve yaptıklarına pişman olup bol bol tevbe edilmelidir. Müsaitseniz Allah Rızası için iki rekat namaz kılınmalıdır. Alnın secdede iken ellerini açarak dua edilmeli ve her şeyden önce hulusi bir kalple manevi bir rabıta ile kimin huzurunda olduğunun şuur ve idrakiyle Rabbine halini arz etmelidir. Ayetteki Yalvara yalvaradan maksat manevi bağı kopartmadan  kalbinle ve dilinle Allâh-u Teâlâ'nın huzurunda ol! demektir. 
Bakara Suresi 186.ayet-i kerimede Allâh-u Teâlâ şöyle buyuruyor.


وَاِذَا سَاَلَكَ عِبَاد۪ي عَنّ۪ي فَاِنّ۪ي قَر۪يبٌۜ اُج۪يبُ دَعْوَةَ الدَّاعِ اِذَا دَعَانِۙ فَلْيَسْتَج۪يبُوا ل۪ي وَلْيُؤْمِنُوا ب۪ي لَعَلَّهُمْ يَرْشُدُونَ

Ve-iżâ seeleke ‘ibâdî ‘annî fe-innî karîb(un)(s) ucîbu da’vete-ddâ’i iżâ de’ân(i)(s) felyestecîbû lî velyu/minû bî le’allehum yerşudûn(e)

Meâli şerif:Kullarım sana Beni sorarlarsa, bilsinler ki Ben, şüphesiz onlara yakınım. Benden isteyenin, dua ettiğinde duasını kabul ederim. Artık onlar da davetimi kabul edip Bana inansınlar ki doğru yolda yürüyenlerden olsunlar.

(benden) عَنّ۪ي(kullarım)عِبَاد۪ي(sana sorarlarsa)سَاَلَكَ(ve ne zaman) وَاِذَا
(karşılık veririm) اُج۪يبُ(onlara yakınım) قَر۪يبٌۜ(şüphesiz ben)فَاِنّ۪ي
(bana du'a ettiği zaman)  اِذَا دَعَانِۙ(du'a edenin)الدَّاعِ(du'asını) دَعْوَةَ
 (bana)ل۪ي (o halde onlar da karşılık versinler) فَلْيَسْتَج۪يبُوا
(böylece onlar) لَعَلَّهُمْ(bana)ب۪ي(inansınlar ki)وَلْيُؤْمِنُوا
(doğru yola erişirler)يَرْشُدُونَ 


AYETİN TEFSİRİ SAFVETÜ'T-TEFASiR (Bakara Suresi 186.ayet-i kerime)

وَاِذَا سَاَلَكَ عِبَاد۪ي عَنّ۪ي فَاِنّ۪ي قَر۪يبٌۜ:Kullarım sana beni sorarlarsa, ben yakınım, onlarla beraberim, dualarını işitir, yakarmalarını görür ve hallerini bilirim. "Biz ona şah damarından daha yakınız"
[Kâf sûresi 50/16]
اُج۪يبُ دَعْوَةَ الدَّاعِ اِذَا دَعَانِۙ:Bana iman ve kalp huzuru ile dua edenin duasını kabul ederim.
فَلْيَسْتَج۪يبُوا ل۪ي وَلْيُؤْمِنُوا ب۪ي لَعَلَّهُمْ يَرْشُدُونَ:O halde kullarım da benim davetime uysunlar ve bana inansınlar ki, doğru yolu bulsunlar. Yani madem ki, ben sizin Rabbinizim ve size muhtaç değilim, buna rağmen duanızı kabul ediyorum. Öyleyse siz de bana iman edip itaat ederek davetime icabet ediniz ve imanda sebat ediniz ki, doğru yolu bulan bahtiyar kimselerden olasınız. Yüce Allah, kendisinin yakınlığını ve duayı kabul edeceğini bildiren ayetleri zikrettikten sonra, orucun hükümlerini tamamlayan ayetleri açıklamaya başlar.
*
وَاِذَا سَاَلَكَ عِبَاد۪ي عَنّ۪ي Kullarım senden beni soracak olurlar ise (Ya Muhammed (sav) Rabbin uzak mıdır bağıralım mı? Nasıl du'a edelim? diye sorduklarında Allâh-u Teâlâ bu ayeti indirdi.)
فَاِنّ۪ي قَر۪يبٌۜ Ben onlara şah damarlarından daha yakınım.
اُج۪يبُ دَعْوَةَ الدَّاعِ اِذَا دَعَانِۙDuanın adabını şartlarını yerine getirirler haram yemezlerse yaptıkları dualara icabet ederim.
(Veysel Karani'nin duası makbuldü. Sokaklarda hurma çekirdeği toplar satardı. Sonra iki ekmek alır o mahallenin en fakir ailesine verir. Şehrin çöplüğüne gider yenilmesi mümkün olan ekmek kırıntılarından karnını doyurur ve şöyle dua ederdi. "Ya Rabbi! Benim gücüm buna yetti. Kıyamet gününde ümmeti Muhammedin acılarından dolayı beni hesaba çekme." diye ağlardı. O nedenle Veysel Karani'nin duasına icabet ediliyordu.
Başka bir hadisi şerifte "Bir kimse (hac gibi) uzun yolculuğa çıkar, saçları dağılmış, toz toprak içinde kalmış bir halde ellerini semaya kaldırarak; “Ey Rabbim, Ey Rabbim” diye dua eder (ve dileklerde bulunur). Hâlbuki yediği haram, içtiği haram, giydiği haram ve haramla beslenmiş, böylesinin duası nasıl kabul edilir?”
[Müslim, Zekât, 20; Tirmizî, Tefsiru’I-Kuran, 3.]

فَلْيَسْتَج۪يبُوا O zaman Şeriatin sınırlarını muhafaza etsinler
وَلْيُؤْمِنُوا ب۪ي Bana iman etsinler
لَعَلَّهُمْ يَرْشُدُونَ İşte onlar irşad olunur kurtuluşa ererler.



Furkan Suresi 77.ayet-i kerimede ise
قُلْ مَا يَعْبَؤُ۬ا بِكُمْ رَبّ۪ي لَوْلَا دُعَٓاؤُ۬كُمْۚ فَقَدْ كَذَّبْتُمْ فَسَوْفَ يَكُونُ لِزَامًا

Kul mâ ya’beu bikum rabbî levlâ du’âukum(s) fekad keżżebtum fesevfe yekûnu lizâmâ(n)
Meâli şerifi:(Ey Muhammed!) De ki: “Duanız olmasa, Rabbim size ne diye değer versin! Siz yalanladınız. Öyle ise azap yakanızı bırakmayacak.”

 (Rabbim)رَبّ۪ي (size) بِكُمْ(değer versin)يَعْبَؤُ۬ا(ne diye)مَا(de ki)قُلْ 
  (fakat,ama)فَقَدْ(duanız ibadetiniz)دُعَٓاؤُ۬كُمْۚ(olmadıktan sonra)لَوْلَا 
(olacaktır)يَكُونُ (bu yüzden)  فَسَوْفَ (yalanladınız)كَذَّبْتُمْ
  (azab kacınılmaz)لِزَامًا 


قُلْ مَا يَعْبَؤُ۬ا بِكُمْ رَبّ۪ي لَوْلَا دُعَٓاؤُ۬كُمْۚ Eğer dualarınız olmasa sizin ne ehemmiyetiniz var. Demekle Rabbimiz kulun duaya iltica etmesini Rabbi'l-âlemîne hacetini arz etmesini buyuruyor.

AYETİN TEFSİRİ SAFVETÜ'T-TEFASiR
قُلْ مَا يَعْبَؤُ۬ا بِكُمْ رَبّ۪ي لَوْلَا دُعَٓاؤُ۬كُمْۚ: Ey Peygamber! Onlara de ki: Eğer sizin Allah'a yalvarmanız ve sıkıntılı anlarda O'ndan yardım dilemeniz olmasa, Rabbim size aldırış etmez
فَقَدْ كَذَّبْتُمْ فَسَوْفَ يَكُونُ لِزَامًا:Ey kafirler! Peygamber'i ve Kur'an'ı yalanladınız. Ahirette sizin için azap devamlı olacaktır.


  A'raf Suresi, 7/180 ayet-i kerimede ise


وَلِلّٰهِ الْاَسْمَٓاءُ الْحُسْنٰى فَادْعُوهُ بِهَاۖ وَذَرُوا الَّذ۪ينَ يُلْحِدُونَ ف۪ٓي اَسْمَٓائِه۪ۜ سَيُجْزَوْنَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
Veli(A)llâhi-l-esmâu-lhusnâ fed’ûhu bihâ(s) veżerû-lleżîne yulhidûne fî esmâ-ih(i)(c) seyuczevne mâ kânû ya’melûn(e)

Meâli şerif: En güzel isimler Allah'ındır. O halde O'na o güzel isimlerle dua edin. O'nun isimleri hakkında eğri yola gidenleri bırakın. Onlar yapmakta olduklarının cezasına çarptırılacaklardır.
 (en güzel)الْحُسْنٰى(isimler)الْاَسْمَٓاءُ(Ve Allah'ındır)وَلِلّٰهِ
 (ve bırakın)وَذَرُوا(onlarla)بِهَاۖ(o halde O'na dua edin)فَادْعُوهُ
(hakkında)ف۪ٓي (eğriliğe sapanları)يُلْحِدُونَ(kimseleri)الَّذ۪ينَ
(şeylerin)مَا (onlar cezasını çekeceklerdir)سَيُجْزَوْنَ(O'nun isimleri)اَسْمَٓائِه۪ۜ
 (yapıyorlar)يَعْمَلُونَ(oldukları)كَانُوا


ÂYETİN TEFSİRİ SAFVETÜ'T-TEFASİR

وَلِلّٰهِ الْاَسْمَٓاءُ الْحُسْنٰى فَادْعُوهُ بِهَاۖ:En güzel ve en şerefli isimler Allah'ındır. Çünkü onlar en güzel ve en şerefli manaları bildirirler. O halde O'nu bu isimlerle anınız.

وَذَرُوا الَّذ۪ينَ يُلْحِدُونَ ف۪ٓي اَسْمَٓائِه۪ۜ:Onun isimleri hususunda müşriklerin yaptığı gibi haktan ayrılanları bırakın. Çünkü müşrikler Allah'ın isimlerinden isim türeterek ilahlarına vermişlerdir. Mesela: Allah'tan Lat, Aziz' den Uzza ve Mennan' dan Menat isimlerini türeterek ilahlarına vermişlerdir.

سَيُجْزَوْنَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ:Yaptıklarının cezasını ahirette çekeceklerdir. 
**

وَلِلّٰهِ الْاَسْمَٓاءُ الْحُسْنٰى فَادْعُوهُ بِهَاۖ En güzel isimler Allâh-u Teâlâ'nındır. O'nunla Rabbinize dua edin. Onları (esmaları) vesile kılarak. Rahman esması ile rahmetini, Gaffar esması ile O'nun bağışlayıcılığı, Seddar esması ile ayıb örten ile tevessül ediliyor. Abdulkadir Geylani hazretleri (ks) bu konuda çok güzel Esmaul Husna duası (kasidesi) vardır. 99 isimle dua ediyor.
Seyyid Abdulkadir Geylani Hazretleri’nin Esmaü’l Hüsna ile Yaptığı Münacattan kısa bir bölüm:
Ey Allah’tan izzet ve yücelik hazinesine ulaşmak isteyen kimse, O’nun (c.c) yüce isimleriyle dua ve münacatta bulun. Abdest alıp seni Allah’a yaklaştıracak 2 rekât namaz kıldıktan sonra tevazu ve kırık bir kalple de ki:

“Allahım, Esmaü’l Hüsna hakkı için senden hemen yardımını dilerim.”

er-Rahmân
Esirgeyici, bütün mahlukatına rahmetiyle muamele eden. Kullarına acıyıp, dünyada merhamet eden Rahman Allah’ım! Kuşatıcı olan rahmetinin hakkı için bana merhamet eyle.

er-Rahîm
Bağışlayıcı, sevdiklerine ve müminlere merhamet eden. Ey ahiret hayatında yalnız müminlere sonsuz merhamet eden Rahim Allah’ım! Bana merhamet ederek halimi güzel eyle.

el-Melik

Mülkün sahibi, mülk ve saltanatı devamlı olan. Ey alemlerin tek sahibi, herşeye hükümran ve melik Allah’ım! Bütün işlerim bir düzen içerisinde yürütmeyi nasip eyle.

el-Kuddûs
Her türkü eksiklik ve ayıplardan münezzeh olan. Ey bütün noksan sıfatlardan, ayıp ve kusurlardan münezzeh Kuddüs Allah’ım! Kalp ve sırrımı bütün kötü sıfatlardan temizleyerek mukaddes kıl.
BİR UYARI :Hadis-i şerifte şöyle buyrulmuştur: /1 Allah'ın 99 ismi vardır. Kim onları sayarsa Cennete girer"[Buhâri, Tevhid, 12; Müslim, Zikr, 6.]  
Alimler şöyle der: Bunun manası: "Kim o isimleri ezberler ve onların manasını düşünürse Cennete girer." Bu hadis, Allah'ın (c.c.) isimlerinin sadece 99 olduğunu ifade etmez. Çünkü başka bir hadiste şöyle buyrulmuştur: " Allahım! Senin kendine verdiğin veya katındaki gayb ilminde kendine seçtiğin bütün isimlerinin hürmetine senden isterim"[Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 1/391, 456]
İbn Arabi, bazı kişilerden, Allah'ın bin ismi olduğunu rivayet etmiştir.

  

  A'raf Suresi 7/205.ayet-i kerimede Allâh-u Teâlâ şöyle buyuruyor:

وَاذْكُرْ رَبَّكَ ف۪ي نَفْسِكَ تَضَرُّعًا وَخ۪يفَةً وَدُونَ الْجَهْرِ مِنَ الْقَوْلِ بِالْغُدُوِّ وَالْاٰصَالِ وَلَا تَكُنْ مِنَ الْغَافِل۪ينَ

Veżkur rabbeke fî nefsike tedarru’an veḣîfeten vedûne-lcehri mine-lkavli bilġuduvvi vel-âsâli velâ tekun mine-lġâfilîn(e)
Meâli şerifi:Kendi kendine, yalvararak ve ürpererek, yüksek olmayan bir sesle sabah akşam Rabbini an. Gafillerden olma.

(yalvararak)تَضَرُّعًا  (içinden)ف۪ي نَفْسِكَ(Rabbini)رَبَّكَ(ve zikret)وَاذْكُرْ
(bir sesle)مِنَ الْقَوْلِ(yüksek)الْجَهْرِ(Ve olmayan) وَدُونَ(ve korkarak)وَخ۪يفَةً
 (gafillerden)مِنَ الْغَافِل۪ينَ(olma)وَلَا تَكُنْ(ve akşam)وَالْاٰصَالِ(sabah)بِالْغُدُوِّ


AYETLERİN TEFSİRİ SAFVETÜ'T-TEFASIR

وَاذْكُرْ رَبَّكَ ف۪ي نَفْسِكَ:Rabbini, O'nun azamet ve celalini görüyormuşsun gibi gizlice an.

تَضَرُّعًا وَخ۪يفَةً:Yalvarıp yakararak ve O'ndan korkarak (تَضَرُّعًا yalvara yalvara)

وَدُونَ الْجَهْرِ مِنَ الْقَوْلِ:Gizli ile açık arasında orta bir sesle onu,

بِالْغُدُوِّ وَالْاٰصَالِ:sabah akşam an.

وَلَا تَكُنْ مِنَ الْغَافِل۪ينَAllah'ı anmaktan gafil olma.

İsrâ Suresi 17/11.ayeti kerimede

وَيَدْعُ الْاِنْسَانُ بِالشَّرِّ دُعَٓاءَهُ بِالْخَيْرِۜ وَكَانَ الْاِنْسَانُ عَجُولًا
Veyed’u-l-insânu bi-şşerri du’âehu bilḣayr(i)(s) vekâne-l-insânu ‘acûlâ(n)
İnsan hayra dua eder gibi şerre dua eder. İnsan çok acelecidir.
 
(du'a eder gibi)دُعَٓاءَهُ(şerre)بِالشَّرِّ(insan)الْاِنْسَانُ(ve du'a etmektedir)وَيَدْعُ
(Pek acelecidir)عَجُولًا(ve insan)وَكَانَ الْاِنْسَانُ(hayra)بِالْخَيْرِۜ

İnsan başına bir şey geldiği zaman hemen kendisine beddua eder. Halbuki insan ne kadar acelecidir demekle Rabbimiz insan başına bir şey geldiği zaman acele ederek, kendisine beddua etmemesini bize emrediyor.

ÂYETİN KURTUBÎ TEFSÎRİ


İnsan, hayra dua ediyormuş gibi şerre de dua eder. İnsan, çok acelecidir.
"İnsan hayra dua ediyormuş gibi" Rabbine, kendisine afiyet ihsan etmesi için dua etmesi gibi,
“şerre de dua eder." İbn Abbâs ve başkalarının dediklerine göre bu, kişinin kendisi ve çocukları hakkında dadanıp sıkıldığı esnada, kabul olunmasını arzulamadığı şekilde, Allah'ım onu helâk et ve benzeri ifadelerle beddua etmesidir. Şayet Allah, o kimsenin kendisi hakkında yaptığı bedduayı kabul edecek olursa, o kişinin helâk olması gerekirdi. Ancak, yüce Allah lütfuyla bu konuda onun bedduasını kabul etmez. Bu âyetin bir benzeri de şu âyet-i kerimedir:

"Eğer Allah insanlara hayrı çabukça istedikleri gibi şerri de çabucak veriverseydi..." (Yûnus, 10/11)

Denildiğine göre bu âyet-i kerîme en-Nadr b. el-Hâris hakkında inmiştir. O; dua eder ve bu arada şöyle derdi:

"Allah'ım, eğer bu Senin tarafından gelmiş bir hak ise Sen, üzerimize semadan taş yağdır, yahut bize can yakıcı bir azâb gönder." (el-Enfal, 8/32)

Şöyle de denilmiştir. Kasıt, bir kimsenin mubah olan bir şeyi isterken dua ettiği gibi, yasak olan bir şeyi istemek için dua etmesidir. 

Şair İbn Cami' de şöyle demektedir:

"Tavaf edenler arasında ben de Beyt'i tavaf ediyorum.

Ve elbisemin yere sürünen eteklerini de yukarı çekerek,

Geceleyin sabaha kadar secde ediyorum.

Ve o indirilmiş muhkem (Kur'ân) dan okuyorum.

Yusuf'un kederini gideren olur ki,

Bana da o mahmili (hevdeci) içinde bulunan kadını müsahhar kılar diye."

Âyet-i kerimedeki İnsan... dua eder" âyetinin hem lâfzında hem de hatta "vav" hazfedilmekle birlikte, mana itibariyle hazf edilmemiştir. Çünkü bu ref mahallindedir. Burada "vav"in hazfediliş sebebi, ondan sonra sakin bir "lâm"ın gelmesidir.

Yüce Allah'ın şu âyetinde olduğu gibi:

"Biz de Zebanileri çağırıveririz." (el-Alak, 96/18);

"Allah, bâtılı mahveder." (eş-Şûrâ, 42/24);

"Allah, mü’minlere... verecektir." (en-Nisa, 4/146);

"Nida edenin... sesleneceği" (el-Kâf suresi, 50/41);

"Uyarılar ise fayda vermiyor." (el-Kamer, 54/5)

"İnsan pek acelecidir." Acelecilik onun karakteridir. O bakımdan, hayrı isterken acelecilik yaptığı gibi, şerri isterken de acelecilik yapmaktadır.

Şöyle de açıklanmıştır: Bununla yüce Allah, Âdem (aleyhisselâm)a ruhu tamamiyle yerleştirmeden önce kalkmak istemesine işaret etmektedir.

Selman der ki: Yüce Allah'ın, Âdem'den ilk yarattığı şey, onun başıdır. Yüce Allah, onun bedenin sair bölümlerini yaratırken, o bakıp duruyordu. İkindi vaktinde ayakları onlara ruh üflenmemiş halde kalmıştı. Bu sefer: Rabbim, gece olmadan acele buyur, dedi. Yüce Allah'ın;

"İnsan pek acelecidir" âyeti buna işaret etmektedir. İbn Abbâs da der ki: Ona üflenen ruh göbeğine ulaşınca, bedenine bakmaya başladı ve kalkmak istedi, ancak güç yetiremedi. İşte Allah'ın; "İnsan pek acelecidir" âyeti buna işaret etmektedir.

İbn Mes'ûd da şöyle demektedir; "Ruh, Âdem'in gözlerine girince, cennet meyvelerine bakmaya başladı, Karnına gelince canı yemek istedi. Ruh ayaklarına ulaşmadan acele edip cennet meyvelerine kavuşmak için yerinden kalkmak istedi. İşte yüce Allah'ın:

"İnsan aceleden yaratılmıştır" (el-Enbiya, 21/37) âyeti bunu anlatmaktadır. Bunu da el-Beyhakî zikretmiştir.

Müslim'in Sahih'inde Enes b. Malik'ten rivâyete göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Yüce Allah, Âdem'e cennette suret verince, onu Allah dilediği kadar bir süre öylece bıraktı. İblis onun etrafında dolaşır ve ona; nedir diye bakıyordu. Onun karnının boş olduğunu görünce, böylelikle kendisine hakim olamayacak bir yaratık olarak halk edileceğini anladı." Müslim, Bin- 111; Müsned, III, 152, 229. 240. 254. Bu hadis daha önceden de geçmiş bulunmaktadır.

Müslim'in Sahih'inde de Ebû Hüreyre'den şöyle dediği nakledilmektedir: Ben, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ı şöyle buyururken dinledim: "Allah'ım, Muhammed de ancak bir beşerdir. O da sair insanların gazap ettiği gibi gazap eder. Ben, Senin nezdinde asla caymayacağın bir ahid almış bulunuyorum. Herhangi bir mü’mine (haksız yere) eziyet eder, yahut hakaret eder veya sopa vuracak olursam onu Sen o kimseye bir keffaret ve kıyâmet gününde kendisi sebebiyle Sana yakınlaşma vesilesi kıl”
[Müslim, Biri' 91; Müsned, 11. 493. Müslim, Birr 90, 92-94; Müsned, II, 316-317, 390, 449, III. 33.]

Bu hususta Hazret-i Âişe ve Hazret-i Cabir'den de hadisler rivâyet edilmiştir.

"İnsan pek acelecidir" âyetinin şu anlamda olduğu da söylenmiştir: O, az da olsa âcil olanı, çok dahi olsa sonradan verilecek olana tercih eder.


Peygamberler Kur'an'ı kerim de şöyle dua etmişlerdir

HZ. ADEM (A.S)in duası şöyledir; A'raf Suresi 7/23.ayeti kerime


قَالَا رَبَّنَا ظَلَمْنَٓا اَنْفُسَنَا وَاِنْ لَمْ تَغْفِرْ لَنَا وَتَرْحَمْنَا لَنَكُونَنَّ مِنَ الْخَاسِر۪ينَ

Kâlâ rabbenâ zalemnâ enfusenâ ve-in lem taġfir lenâ veterhamnâ lenekûnenne mine-lḣâsirîn(e)

Meâli şerifi: Dediler ki: “Rabbimiz! Biz kendimize zulüm ettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz.”
(kendimize)اَنْفُسَنَا(biz zulmettik)ظَلَمْنَٓا(Rabbimiz)رَبَّنَا(dediler)قَالَ
(ve bize acımazsan)وَتَرْحَمْنَا(bizi)لَنَا(bağışlamazsan)لَمْ تَغْفِرْ(ve eğer)وَاِنْ
(ziyana uğrayanlardan)مِنَ الْخَاسِر۪ينَ(muhakkak oluruz)لَنَكُونَنَّ

Âdem (as), Havva annemiz haram meyveyi yedikten sonra cennetten çıkarıldı. Bu dua ile tevbe edince Allah da onların tevbelerini kabul etti ama asıl yaratılış gayesi olan halîfelik görevini yerine getirmek üzere, yeryüzüne gönderildi. Bu, “işlediği günahın cezasını çekmek” için değildi. Çünkü zaten tövbesi kabul edilmiş, suçu da bağışlanmıştı.


HZ. NUH (A.S) in duası şöyledir; Hûd Suresi 11/47.ayet-i kerime

قَالَ رَبِّ اِنّ۪ٓي اَعُوذُ بِكَ اَنْ اَسْـَٔلَكَ مَا لَيْسَ ل۪ي بِه۪ عِلْمٌۜ وَاِلَّا تَغْفِرْ ل۪ي وَتَرْحَمْن۪ٓي اَكُنْ مِنَ الْخَاسِر۪ينَ


Kâle rabbi innî e’ûżu bike en es-eleke mâ leyse lî bihi ‘ilm(un)(s) ve-illâ taġfir lî veterhamnî ekun mine-lḣâsirîn(e)

Meâli Şerifi:(Hz. Nuh) Dedi ki: “Ey Rabbim! Bilgim (ve yetkim) olmayan şeyi Senden istemekten (artık) Sana sığınırım... Ve eğer beni bağışlamaz ve acıyıp merhamet buyurmazsan hüsrana uğrayanlardan olurum!”

(sana)بِكَ(sığınırım)اَعُوذُ(muhakkak ben)اِنّ۪ٓي(Rabbim)رَبِّ(dedi)قَالَ
(benim)ل۪ي(olmayan)لَيْسَ(bir şeyi)مَا(senden istemekten)اَنْ اَسْـَٔلَكَ
(eğer bağışlamazsan)وَاِلَّا تَغْفِرْ(bilgim)عِلْمٌۜ(hakkında)بِه۪
(olurum)اَكُنْ(ve bana rahmet etmezsen)وَتَرْحَمْن۪ٓي(beni)ل۪ي
(hüsrana uğrayanlardan) مِنَ الْخَاسِر۪ينَ

TABERİ TEFSÎRİ

Nuh dedi ki: "Ey rabbim, bundan sonra, gerçek yüzünü bilmediğim bir şeyi senden istemekten sana sığınırım. Eğer beni affetmez, rahmetinle merhamet etmezsen, hüsrana uğrayanlardan olurum".

Nuh, oğlunun kurtarılmam asının sebebini sormakla hata ettiğini anlayınca, rabbine yalvararak: "Ey rabbim, bundan sonra gerçek yüzünü bilmediğim bir şeyi sana sormaktan sana sığınırım. Eğer sen beni bu hatamdan dolayı bağışlamaz ve beni rahmetinle merhamet etmezsen, şüphesiz ki ben, hüsrana uğrayanlardan olurum" dedi.



HZ. LUT (A.S) in duası şöyledir; Ankebût Suresi 29/30.ayet-i kerime

قَالَ رَبِّ انْصُرْن۪ي عَلَى الْقَوْمِ الْمُفْسِد۪ينَ۟

Kâle rabbi unsurnî ‘alâ-lkavmi-lmufsidîn(e)
Ya Rabbi! Fesatçılara zalim topluluklara karşı bana yardım et.
(Evden, işyerinizden ya akrabalarınızdan size zulmeden varsa bu duayı çok tekrar edin.)
(şu kavme karşı)عَلَى الْقَوْمِ(bana yardım et)انْصُرْن۪ي(Rabbim)رَبِّ(Lut) dedi)قَالَ
(bozguncu)الْمُفْسِد۪ينَ۟


ÂYETİN TEFSİRİ SAFVETÜ'T-TEFASIR

قَالَ رَبِّ انْصُرْن۪ي عَلَى الْقَوْمِ الْمُفْسِد۪ينَ۟:Dedi ki, "Rabbim, onları yok et. Onlara karşı bana yardım et. Onlar beyinsiz ve bozguncu kimselerdir. Onların düzelme ümidi yok. Çünkü fesat ve bozgunculuğa iyice dalmışlardır. Razi şöyle der: Bil ki, hiç bir peygamber, bir kavmin, yokluğunun varlığından daha hayırlı olduğuna iyice kanaat getirmedikçe, yok olmalarını istememiştir. 
Nitekim Nuh (a.s.) şöyle demişti: "Sen onları bırakırsan, kullarını saptırırlar" [Nuh sûresi 71/27] Aynı şekilde Lut (a.s.)'da kavminin, o anda bozgunculuk yaptıklarını, ilerde de düzelme ümitlerinin olmadığını görünce, onlar ıçın azap ıstemıştır. [et-Tefsiru'l-kebir, 25/59]


"انْصُرْن۪ي عَلَى الْقَوْمِ الْمُفْسِد۪ينَ۟"ile " اِنَّ اَهْلَهَا كَانُوا ظَالِم۪ينَۚ"
"بِمَا كَانُوا يَفْسُقُونَ" ile "اٰيَةً بَيِّنَةً لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ"gibi ayetlerin son harflerinde birbirine uygunluk ve kulağa hoş gelen eşsiz bir tatlılık vardır. Bu, Kur' an'ın özelliklerindendir. 
Aynı şekilde وَاِنَّ اَوْهَنَ الْبُيُوتِ لَبَيْتُ الْعَنْكَبُوتِۢ  ayetinin kelimeleri. arasında da bu güzel nağmeler mevcuttur. 

BİR UYARI 
Bu sûrenin 45. ayeti, namazın, her türlü kötülükten alıkoyduğunu ifade eder. Rivayete göre, Rasulullah (s.a.v.)'a denildi ki: Falanca kişi gece namaz kılıyor, sabah olunca hırsızlık yapıyor. Rasulullqh (s.a.v.): "Namazı, onun böyle yapmasına engel olacak dedi."
[Bu hadisi Bezzar rivayet etmiştir. Kurtubi, 1 4/347 varyantı için bkz. Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/ 447]
 Rasulullah (s.a.v.) bununla şunu kastetmiştiNamaz, mükemmel bir şekilde kılındığında, sahibini kötülükten alıkoyar. Onu, Allah'tan uzaklaştırmaz, bilakis daha da yaklaştırır.


HZ. MUSA (A.S) in duası şöyledir; Tâ-Hâ Suresi 20/ 25-26-27-28.ayet-i kerimeler

قَالَ رَبِّ اشْرَحْ ل۪ي صَدْر۪يۙ

Kâle rabbi-şrah lî sadrî: Mûsâ, dedi ki: “Rabbim! Gönlüme genişlik ver.”
(Sıkıntıya düşenlerin okuyacağı duadır)
(göğsümü)صَدْر۪يۙ(benim)ل۪ي(aç)اشْرَحْ(Rabbim)رَبِّ(dedi ki)قَالَ

26.ayet-i kerime
وَيَسِّرْ ل۪ٓي اَمْر۪يۙ
Veyessir lî emrî:.
“İşimi bana kolaylaştır.”
(işimi)اَمْر۪يۙ(bana)ل۪ٓي(kolaylaştır)وَيَسِّرْ

27.ayet-i kerime
وَاحْلُلْ عُقْدَةً مِنْ لِسَان۪يۙ
Vahlul ‘ukdeten min lisânî: 
“Dilimdeki tutukluğu gider.”
(Konuşamayan ya da dilinde pelteklik olan çocuklara bu ayeti yazıp, bal ve çörek otu ile karıştırarak şifa niyetiyle yedirelim inşallah! Şİfa Allahtandır.)
(dilimin)مِنْ لِسَان۪يۙ(düğümünü)عُقْدَةً(ve çöz)وَاحْلُلْ

28.ayet-i kerime
يَفْقَهُوا قَوْل۪يۖ
Yefkahû kavlî:
Söylediklerimi tam olarak anlayabilsinler
(sözümü)قَوْل۪يۖ(anlasınlar)يَفْقَهُوا

ÂYETİN TEFSİRİ SAFVETÜ'T-TEFASIR

25.قَالَ رَبِّ اشْرَحْ ل۪ي صَدْر۪يۙ:Musa dedi ki: Ey Rabbim! Kalbimi iman ve peygamberlik nuruyla aydınlat ve onu genişlet.
26.وَيَسِّرْ ل۪ٓي اَمْر۪يۙ: Bana yüklediğin peygamberlik ve davet sorumluluğunu yerine getirmemi kolaylaştır.
27,28.وَاحْلُلْ عُقْدَةً مِنْ لِسَان۪يۙ,يَفْقَهُوا قَوْل۪يۖ:Dilimde meydana gelen şu kekemeliği gider ki sözümü anlasınlar. Tefsirciler şöyle der: Musa Firavun'un evinde büyüdü. O küçükken bir defa Firavun onu kucağına aldı. Hz. Musa eliyle onun sakalını çekti. Bunun üzerine Firavun, Musa'yı öldürmek istedi. Eşi Asiye dedi ki: Şüphesiz onun aklı ermez. Bunu sana izah edeceğim. Onun önüne iki ateş parçası ile iki inci koy. Eğer inciyi alırsa, aklının erdiğini, eğer ateş parçalarını alırsa, onun aklı ermez bir çocuk olduğunu anlarsın. Firavun bunları Musa'nın önüne koydu. O da ateş parçasını aldı ve ağzına koydu; dolayısıyle dilinde tutukluk meydana geldi.
[Taberi, XVI, 1 59. Bir görüşe göre bu kekemelik onda yaratılıştan vardı. Allah'tan bunu gidermesini istedi.]


HZ. YAKUB (A.S) in duası şöyledir; Yûsuf Suresi 12/86.ayet-i kerime

قَالَ اِنَّـمَٓا اَشْكُوا بَثّ۪ي وَحُزْن۪ٓي اِلَى اللّٰهِ وَاَعْلَمُ مِنَ اللّٰهِ مَا لَا تَعْلَمُونَ


Kâle innemâ eşkû beśśî vehuznî ila(A)llâhi vea’lemu mina(A)llâhi mâ lâ ta’lemûn(e)
Dedi ki: «Ben derdimi ve hüznümü ancak Allah Teâlâ´ya arzederim, ve ben Allah Teâlâ´dan sizin bilmeyeceğiniz şeyi bilirim.»

(ve tasamı)وَحُزْن۪ٓي(üzüntümü)بَثّ۪ي(arz ederim)اَشْكُوا(şüphesiz ben)اِنَّمَٓا (dedi)قَالَ
(şeyleri)مَا(Allah tarafından)مِنَ اللّٰهِ(ve bilirim)وَاَعْلَمُ(Yalnız Allah'a)اِلَى اللّٰهِ
(sizin bilmediğiniz)لَا تَعْلَمُونَ

Ö.NASUHİ BİLMEN TEFSİRİ:

'Kur'anı Kerimin Türkçe Meali Alisi ve Tefsiri' Yâkub Aleyhisselâm da kendisinin öyle fazla üzüntüsünden bahseden cemaate cevaben (dedi ki:) Ben hüzn ve kederimden dolayı sizlere şikâyetde bulunmuyorum (ben derdimi ve üzüntümü ancak Allah Teâlâ'ya arzederim) ona sığınırım, uğradığım dert ve elemden beni kurtamasını ancak O Kerem Sahibi Mâbud'dan dua ve niyazda bulunurum (ve ben Allah Teâlâ'dan) hakkımda tecellî edecek olan lütuf ve merhameti beklemekteyim ve (sizin bilmeyeceğiniz şeyi bilirim.) O Kerem Sahibi Yaratıcı, sizce bilinmeyen bir şeyi bana bildirmiştir.
Hz. Yakub'un bu ifadesi gösteriyor ki: O, Hz. Yûsuf'un hayatta olduğunu ve ona bir gün kavuşacağını bilmiş bulunuyordu. Bu bilgisi ilâhî bir vahiy ile olmuş idi. Hz. Yûsuf'un rüyası da henüz gerçekleşmemiş olduğundan bu da onun hâlâ hayatta, olduğuna bir delil demekti. Hattâ deniliyor ki: Hz. Yâkub, rüyasında ölüm meleğini görmüş, Yûsuf'un canım aldın mı? Diye ondan sormuş, o da: Ey Allah'ın Peygamberi!. Ben onun canını almadım demiş, sonra Mısır tarafına işaret ederek onu o tarafta ara diye buyurmuştur. Bununla beraber Hz. Yâkub oğulları hakkında Mısır Âziz'inin ne kadar güzel muamelede bulunduğunu ve o Azîz'in hâl ve durumunu öğrenince onun Hz. Yûsuf olduğundan ümitli idi.

HZ. İBRAHİM (A.S) in duası şöyledir; Bakara 2/128.ayet-i kerime


رَبَّنَا وَاجْعَلْنَا مُسْلِمَيْنِ لَكَ وَمِنْ ذُرِّيَّتِنَٓا اُمَّةً مُسْلِمَةً لَكَۖ وَاَرِنَا مَنَاسِكَنَا وَتُبْ عَلَيْنَاۚ اِنَّكَ اَنْتَ التَّوَّابُ الرَّح۪يمُ
Rabbenâ vec’alnâ muslimeyni leke vemin żurriyyetinâ ummeten muslimeten leke veerinâ menâsikenâ vetub ‘aleynâ(s) inneke ente-ttevvâbu-rrahîm(u)

Ey Rabbimiz! Bizi sana boyun eğenlerden kıl, neslimizden de sana itaat eden bir ümmet çıkar, bize ibadet usullerimizi göster, tevbemizi kabul et; zira, tevbeleri çokça kabul eden, çok merhametli olan ancak sensin.
(sana)لَكَ(teslim olanlardan)مُسْلِمَيْنِ(bizi yap)وَاجْعَلْنَا(Rabbimiz)رَبَّنَا
(sana)لَكَۖ(teslim olan)مُسْلِمَةً(bir ümmet çıkar)اُمَّةً(neslimizden de)وَمِنْ ذُرِّيَّتِنَٓا
(ve tevbemizi kabul et)وَتُبْ(ibadet yollarımızı)مَنَاسِكَنَا(ve bize göster)وَاَرِنَا
(tevbeleri kabul eden)التَّوَّابُ(ancak sensin)اَنْتَ(şüphesizi sen)اِنَّكَ(bizden)عَلَيْنَاۚ
(çok merhametli olan)الرَّح۪يمُ


HZ EYYÛB (AS)ın duası şöyledir; Enbiyâ Suresi 21/83.ayet-i kerime
وَاَيُّوبَ اِذْ نَادٰى رَبَّهُٓ اَنّ۪ي مَسَّنِيَ الضُّرُّ وَاَنْتَ اَرْحَمُ الرَّاحِم۪ينَۚ
Veeyyûbe iż nâdâ rabbehu ennî messeniye-ddurru veente erhamu-rrâhimîn(e)
Eyyûb’u da hatırla. Hani o Rabbine, “Şüphesiz ki ben derde uğradım, sen ise merhametlilerin en merhametlisisin” diye niyaz etmişti

(gerçekten diye)اَنّ۪ي(Rabbine)رَبَّهُٓ(dua etmişti)نَادٰى(hani)اِذْ(Ve Eyyub'u da)وَاَيُّوبَ
(en merhametlisisin)اَرْحَمُ(ve sen)وَاَنْتَ(bu dert)الضُّرّ(bana dokundu)مَسَّنِيَ
(merhametlilerin)الرَّاحِم۪ينَۚ


Enbiyâ Suresi 21/84.ayet-i kerime

فَاسْتَجَبْنَا لَهُ فَكَشَفْنَا مَا بِه۪ مِنْ ضُرٍّ وَاٰتَيْنَاهُ اَهْلَهُ وَمِثْلَهُمْ مَعَهُمْ رَحْمَةً مِنْ عِنْدِنَا وَذِكْرٰى لِلْعَابِد۪ينَ

Festecebnâ lehu fekeşefnâ mâ bihi min durr(in)(s) veâteynâhu ehlehu vemiślehum me’ahum rahmeten min ‘indinâ veżikrâ lil’âbidîn(e)
Meâli şerif:Bunun üzerine biz, tarafımızdan bir rahmet ve kulluk edenler için bir hatıra olmak üzere onun duasını kabul ettik; kendisinde dert ve sıkıntı olarak ne varsa giderdik ve ona aile efradını, ayrıca bunlarla 
birlikte bir mislini daha verdik.
(ne varsa)مَا(ve kaldırdık)فَكَشَفْنَا(onun duasını)لَهُ(bizde kabul ettik)فَاسْتَجَبْنَا
(ailesini)اَهْلَهُ(ve ona verdik)وَاٰتَيْنَاهُ(derdi)مِنْ ضُرٍّ(onun)بِه۪
(bir rahmet)رَحْمَةً(onlarla beraber)مَعَهُمْ(ve bir katını daha)وَمِثْلَهُمْ
(ibadet edenler için)لِلْعَابِد۪ينَ(ve bir öğüt olarak) وَذِكْرٰى(tarafımızdan)مِنْ عِنْدِنَا


ÂYETİN TEFSİRİ SAFVETÜ'T-TEFASIR
84.فَاسْتَجَبْنَا لَهُ:Biz onun dua ve niyazını kabul ettik.فَكَشَفْنَا مَا بِه۪ مِنْ ضُرٍّ:Ve başına gelen bela ve sıkıntıları giderdik.وَاٰتَيْنَاهُ اَهْلَهُ وَمِثْلَهُمْ مَعَهُمْ:Ona dünyada aile efradını verdik. Eşinden de, daha önceki çocukları ve diğer aile efradı kadar çocuk verdik. İbn Mesud şöyle der: "Yedi erkek ve yedi kız çocuğu vardı, öldüler. Sağlığına kavuşturulunca onlar diriltildiği gibi, karısı da ona yedi oğlan yedi kız doğurdu.

[ "Allah onun çoçuklarını öldükten sonra diriltti" şeklinde İbn Meı;ud'dan gelen bu rivayeti ihtiyatla karşılamak gerekir. Çünkü dünyadan ayrıldıktan sonra, Hz. Isa'nın mucizesi dışında hiç kimse tekrar dünyaya gelmemiştir. Doğrusu şudur: Allah kaybettiği çocukların yerine, eşinden ona, bir o kadar çocuk verdi.]
رَحْمَةً مِنْ عِنْدِنَاOna acıdığımız için وَذِكْرٰى لِلْعَابِد۪ينَve onun dışındaki âbidlere bir hatırlatma olsun da, onlar da onun gibi sabretsinler. Kurtubi şöyle der: Bu olay âbidler için bir hatırlatma olsun. Çünkü onlar yaşadığı asrın en değerli kişisi olduğu halde Eyyub (a.s.)'un başına gelen musibeti, çektiği sıkıntıyı ve gösterdiği sabrı hatırladıklarında, onun yaptığı gibi, dünya sıkıntılarına katlanmaya kendilerini alıştırırlar.[Kurtubi, XI, 327] 
Rivayete göre Hz. Eyyûb onsekiz sene hastalık çekti. Bir gün karısı dedi ki: "Keşke Allah'a dua etsen ... " Bunun üzerine Hz. Eyyub: Kaç sene rahat yaşadık? dedi. Karısı: "Seksen sene" diye cevap verdi. Eyyub (a.s.): "Rahat ve huzur içerisinde yaşadığım müddet kadar, bela ve musibet içerisinde yaşamadığım halde Allah' a dua etmekten utanırım" dedi.[Nesefi, III, 87.]


HZ YÛNUS (AS)ın duası şöyledir; Enbiyâ Suresi 21/87.ayet-i kerime

وَذَا النُّونِ اِذْ ذَهَبَ مُغَاضِبًا فَظَنَّ اَنْ لَنْ نَقْدِرَ عَلَيْهِ فَنَادٰى فِي الظُّلُمَاتِ اَنْ لَٓا اِلٰهَ اِلَّٓا اَنْتَ سُبْحَانَكَۗ اِنّ۪ي كُنْتُ مِنَ الظَّالِم۪ينَۚ
Veżâ-nnûni iżżehebe muġâdiben fezanne en len nakdira ‘aleyhi fenâdâ fî-zzulumâti en lâ ilâhe illâ ente subhâneke innî kuntu mine-zzâlimîn(e)



*Zünnûn’u da hatırla. Hani öfkelenerek (halkından ayrılıp) gitmişti de kendisini asla sıkıştırmayacağımızı sanmıştı. Derken karanlıklar içinde, “Senden başka hiçbir ilâh yoktur. Seni eksikliklerden uzak tutarım. Ben gerçekten (nefsine) zulmedenlerden oldum” diye dua etti.
[Zünnûn, balık sahibi demektir. Burada Hz. Yûnus’u ifade etmektedir. Yûnus, peygamber olarak gönderildiği kavminin yola gelmemesi üzerine Allah Teâlâ’nın henüz bir izni olmadan kavmini bırakarak ayrılıp gitti ve bir gemiye bindi. Geminin yürümemesi veya batma tehlikesi geçirmesi gibi bir nedenle yolculardan birisinin denize atılması gerekti. Kur’a çektiler, Yûnus’a çıktı ve denize atıldı. Denizde kendisini bir balık yuttu. Bir süre balığın karnında Allah’a dua eden Yûnus’u balık sahile attı.]

ÂYETİN TEFSİRİ SAFVETÜ'T-TEFASIR

87.وَذَا النُّونِ:Kavmine, balığın yuttuğu Yunus' un kıssasını da anlat. Nfın, balık demektir. Balık Yunus (a.s.)'u yuttuğu için ona nisbet edilmiştir.اِذْ ذَهَبَ مُغَاضِبًاHani o kavmine kızarak yurdundan çıkmıştı. Çünkü onları imana çağırıyor, onlar ise inkar ediyorlardı. Neticede onların bu davranışlarından sıkıldı ve aralarından çıkıp gitti. Bunun içindir ki Yüce Allah: "Balık sahibi gibi olma"buyurdu.[Kalem suresi, 68/48] "Rabbine kızarak çıktı" diyenlerin sözü doğru değildir. Ebû Hayyan şöyle der: "Rabbine kızarak çıktı, diyenlerin sözünü kabul etmemek gerekir. Çünkü o, peygamberlik makamına uygun değildir.'[el-Bahr, VI, 335]

Razi ise şöyle der: "Allah'a kızdı" demek caiz değildir. Çünkü bu, Allah'ın emredici ve yasaklayıcı olduğunu bilmeyenlerin sıfatıdır. Allah'ı tanımayan, bırakın peygamber olmayı, mü'min bile olamaz. Yunus (a.s.)'un, kavmine kızması ise Allah rızası ve dininin haysiyetini korumak, küfre ve kafirlere buğz içindir. [et-Tefsiru'l-kebir XXII, 214]

فَظَنَّ اَنْ لَنْ نَقْدِرَ عَلَيْهِ:Yunus, ceza olarak onu sıkıntıya sokmayacağımızı sandı. "Rızkı daraltılmış bulunan"[Talak süresi, 65/7]mealindeki ayette olduğu gibi قْدِرَ kelimesi burda daraltmak manasına kullanılmıştır. Burada bu kelime  القدرةkelimesinden türetilmemiştir.

 Fahreddin Razi şöyle der: "Kim Allah'ın aciz olduğunu zannederse, o kafirdir. Bunun, mü'minlerden herhangi birine nisbet edilmesinin dahi caiz olmadığında ihtilaf yoktur. Hal böyleken, bu, peygamberlere nasıl nisbet edilir! Rivayete göre Abdullah b. Abbas (r.a.) Muaviye'nin yanına girdi. Muaviye dedi ki:

 "Dün gece, Kur'an dalgaları bana çarptı. Dalgalar içinde kaldım. Senden başka kurtuluş vesilesi bulamadım." İbn Abbas: "Nedir o dalgalar? dedi. Muaviye: "Allah'ın peygamberi Yunus, O'nun kendisine güç yetiremeyeceğini sanıyor" dedi. İbn Abbas: Ayetteki  يقدرkelimesi,قدر kökündendir.قدرة kökünden değildir" diye cevap verdi.[et-Tefsiru'l-kebir XXII, 215]

 فَنَادٰى فِي الظُّلُمَاتِ:O, balığın karnındayken, gece karanlığında Rabbine seslendi.

İbn Abbas şöyle der: "Karanlıklar bir araya geldi. Bu karanlıklar gecenin karanlığı, denizin karanlığı, balığın karnının karanlığıdır."اَنْ لَٓا اِلٰهَ اِلَّٓا اَنْتَYunus: "Ey Rabbim! Senden başka ilah yoktur" diye seslendi.

سُبْحَانَكَۗ اِنّ۪ي كُنْتُ مِنَ الظَّالِم۪ينَۚ "Ey Rabbim! Sen, noksanlık ve zalimlikten uzaksın. Ben ise, kendime zulmettim. Şimdi tevbe edip pişman oldum. Bu sıkıntıyı benden gider." Hadiste şöyle buyurulmuştur: "Sıkıntıya uğrayan her kim bu duayı ederse, duası kabul olunur" [Ahmed b. Hanbel, el-Müsned 1 /170; Tirmizi, Da'vat, 81]

Enbiyâ Suresi 21/88.ayet-i kerime

فَاسْتَجَبْنَا لَهُۙ وَنَجَّيْنَاهُ مِنَ الْغَمِّۜ وَكَذٰلِكَ نُنْجِي الْمُؤْمِن۪ينَ
Festecebnâ lehu venecceynâhu mine-lġamm(i)(c) vekeżâlike nuncî-lmu/minîn(e)
Meâli şerifi:Biz de duasını kabul ettik ve kendisini kederden kurtardık. İşte biz mü’minleri böyle kurtarırız.

ÂYETİN TEFSİRİ SAFVETÜ'T-TEFASIR

فَاسْتَجَبْنَا لَهُۙ وَنَجَّيْنَاهُ مِنَ الْغَمِّۜ:Onun yakarmasını ve yardım isteğini kabul ettik ve onu, balık kendisini yuttuğu zaman başına gelen sıkıntı ve darlıktan kurtardık:وَكَذٰلِكَ نُنْجِي الْمُؤْمِن۪ينَ: Yunus'u bu sıkıntıdan kurtardığımız gibi, bizden yardım istediklerinde mü'minleri de sıkıntı ve darlıktan kurtarırız.


HZ. ZEKERİYYÂ (AS) in duası şöyledir; Âl-i İmrân Suresi 3/38.ayet-i kerime


هُنَالِكَ دَعَا زَكَرِيَّا رَبَّهُۚ قَالَ رَبِّ هَبْ ل۪ي مِنْ لَدُنْكَ ذُرِّيَّةً طَيِّبَةًۚ اِنَّكَ سَم۪يعُ الدُّعَٓاءِ

Hunâlike de’â zekeriyyâ rabbeh(u)(s) kâle rabbi heb lî min ledunke żurriyyeten tayyibe(ten)(s) inneke semî’u-ddu’â/-(i)
Orada Zekeriyya, Rabbine dua etti: Rabbim! Bana tarafından hayırlı bir nesil bağışla. Şüphesiz sen duayı hakkıyla işitensin, dedi.

ÂYETİN TEFSİRİ SAFVETÜ'T-TEFASIR

هُنَالِكَ دَعَا زَكَرِيَّا رَبَّهُۚ:Zekeriya Allah'ın, Meryem'e bu ikramını gördüğü zaman, yalvarıp yakararak Rabbine şöyle dua etti:قَالَ رَبِّ هَبْ ل۪ي مِنْ لَدُنْكَ ذُرِّيَّةً طَيِّبَةًۚ: Rabbim! Katından bana salih ve mübarek bir çocuk ver dedi. Kendisi çok yaşlı, karısı ise kısır bir ihtiyardı.
اِنَّكَ سَم۪يعُ الدُّعَٓاءِ:Ey Rabbim! Sen, sana dua edenin duasını kabul edensin" diye yalvardı.



Âl-i İmrân Suresi 3/39.ayet-i kerime

فَنَادَتْهُ الْمَلٰٓئِكَةُ وَهُوَ قَٓائِمٌ يُصَلّ۪ي فِي الْمِحْرَابِۙ اَنَّ اللّٰهَ يُبَشِّرُكَ بِيَحْيٰى مُصَدِّقًا بِكَلِمَةٍ مِنَ اللّٰهِ وَسَيِّدًا وَحَصُورًا وَنَبِيًّا مِنَ الصَّالِح۪ينَ
Fenâdet-hu-lmelâ-iketu vehuve kâ-imun yusallî fî-lmihrâbi enna(A)llâhe yubeşşiruke biyahyâ musaddikan bikelimetin mina(A)llâhi veseyyiden vehasûran venebiyyen mine-ssâlihîn(e)
*
Zekeriya mabedde namaz kılarken melekler ona, “Allah sana, kendisinden gelen bir kelimeyi (İsa’yı) doğrulayıcı, efendi, nefsine hâkim ve salihlerden bir peygamber olarak Yahya’yı müjdeler” diye seslendiler.
*

 (ve O Zekeriyya) وَهُوَ(melekler)الْمَلٰٓئِكَةُ(ona seslendiler)فَنَادَتْهُ
(Mabedde)فِي الْمِحْرَابِۙ (namaz kılarken)يُصَلّ۪ي(durup)قَٓائِمٌ
 (Yahya'yı)  بِيَحْيٰى(Sana müjdeler)يُبَشِّرُكَ(Şüphesiz Allah)اَنَّ اللّٰهَ
(Allah'tan)مِنَ اللّٰهِ(bir kelimeyi)بِكَلِمَةٍ(doğrulayıcı)مُصَدِّقًا
(ve bir peygamber olacak)وَنَبِيًّا(ve nefsine hakim)وَحَصُورًا(ve efendi)وَسَيِّدًا
(iyilerden)مِنَ الصَّالِح۪ينَ


ÂYETİN TEFSİRİ SAFVETÜ'T-TEFASIR

فَنَادَتْهُ الْمَلٰٓئِكَةُ وَهُوَ قَٓائِمٌ يُصَلّ۪ي فِي الْمِحْرَابِۙ اَنَّ اللّٰهَ يُبَشِّرُكَ بِيَحْيٰى:Zekeriya (a.s.) Mihrapta namaz kılarken Cebrail ona "Allah sana Yahya isminde bir çocuğu müjdeliyor" diye seslendi.
مُصَدِّقًا بِكَلِمَةٍ مِنَ اللّٰهِ وَسَيِّدًا وَحَصُورًا:Yahya Allah'ın kelimesi olan İsa (a.s.)'yı tasdik eden, onun peygamberliğine inanan, kavminin efendisi, iffet ve takvasından dolayi, şehevi arzularına karşı nefsini koruyan, gücü olduğu halde kadınlara yaklaşmayan biridir. Hz. İsa (a.s.) babasız olarak, Allah'ın كن"ol" kelimesiyle yaratıldığı için ona "kelimetullah" adı verildi. Bazı müfessirlerin, Hz. Yahya hakkında, "o, innîn idi" yani iktidarsız idi sözleri batıldır. Bu vasıf peygamberler için caiz değildir. Çünkü bu bir eksiklik ve kusurdur. Halbuki ayet, övgü ve sena mevkiinde gelmiştir
[İbn Kesir Kadı İyaz'dan naklen şöyle der: Bilesin ki Allah Teâla'nın Yahya (a.s.)'yı "hasûr" diye sena etmesi, bazılarının dedıği gibi, onun iktidarsız olmasından veya tenasül uzvu bulunmamasından dolayı değildir. Bilakis çok güçlü müfessirler bu iddiayı reddederek şöyle derler: Bu bir kusur ve eksikliktir. Peygamberler'e yakışmaz. Hasûr kelimesinin manası: "O, günahlardan korunmuş" demektir. Yani o, adeta muhasara altına alınmış gibi, günah işleyemez, veya nefsini şehevi arzulara karşı korur" Buradan anlaşıldı ki, cinsi iktidarsızlık bir kusur ve eksikliktir. Fazilet olan, cinsi güç mevcut olduğu halde, ya Hz. İsa'nın yaptığı gibi mücahede ile" veya Hz. Yahya' da olduğu gibi, Allah'ın yardımıyla şehevi arzuları engellenmektir.]


Âl-i İmrân Suresi 3/40.ayet-i kerimede


قَالَ رَبِّ اَنّٰى يَكُونُ ل۪ي غُلَامٌ وَقَدْ بَلَغَنِيَ الْكِبَرُ وَامْرَاَت۪ي عَاقِرٌۜ قَالَ كَذٰلِكَ اللّٰهُ يَفْعَلُ مَا يَشَٓاءُ


Kâle rabbi ennâ yekûnu lî ġulâmun vekad belaġaniye-lkiberu vemraetî ‘âkir(un)(s) kâle keżâlika(A)llâhu yef’alu mâ yeşâ/(u)

Meâli şerifi: Zekeriyya: Rabbim! dedi, bana ihtiyarlık gelip çattığına, üstelik karım da kısır olduğuna göre benim nasıl oğlum olabilir? Allah şöyle buyurdu: İşte böyledir; Allah dilediğini yapar.

(oğlum)غُلَامٌ(benim)ل۪ي(Olur)يَكُونُ(nasıl?)اَنّٰى(Rabbim)رَبِّ(dedi ki)قَالَ
(ve karım da)وَامْرَاَت۪ي(ihtiyarlık)الْكِبَرُ(bana gelip çatmış)بَلَغَنِيَ(halbuki)وَقَدْ
(Allah yapar)اللّٰهُ يَفْعَلُ(öyle ama)كَذٰلِكَ(Allah dedi)قَالَ(kısırken)عَاقِرٌۜ
(dilediği şeyi)مَا يَشَٓاءُ

ÂYETİN TEFSİRİ SAFVETÜ'T-TEFASIR

قَالَ رَبِّ اَنّٰى يَكُونُ ل۪ي غُلَامٌ وَقَدْ بَلَغَنِيَ الْكِبَرُ وَامْرَاَت۪ي عَاقِرٌۜ:Zekeriya (a.s.) dedi ki: "Ey Rabbimiz! Nasıl bizim çocuğumuz olur? Ben ihtiyarladım, eşim de kısırdır, doğum yapmaz. O zaman Zekeriya (a.s.) 120, eşi 98 yaşında idi. İhtiyarlık ve kısırlık, ikisinde bir araya gelmişti. Bu iki sebepten her biri, çocuk olmasına manidir.
قَالَ كَذٰلِكَ اللّٰهُ يَفْعَلُ مَا يَشَٓاءُ:Allah buyurdu ki: İşte bu böyledir. Allah dilediğini yapar. Hiçbir şey O'nu aciz bırakamaz ve hiçbir şey O'na ağır gelmez.



HZ. MUHAMMED (SAV) in duası şöyledir:


Âl-i İmrân Suresi 3/26.ayet-i kerimede

قُلِ اللّٰهُمَّ مَالِكَ الْمُلْكِ تُؤْتِي الْمُلْكَ مَنْ تَشَٓاءُ وَتَنْزِعُ الْمُلْكَ مِمَّنْ تَشَٓاءُۘ وَتُعِزُّ مَنْ تَشَٓاءُ وَتُذِلُّ مَنْ تَشَٓاءُۜ بِيَدِكَ الْخَيْرُۜ اِنَّكَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ

Kuli(A)llâhumme mâlike-lmulki tu/tî-lmulke men teşâu vetenzi’u-lmulke mimmen teşâu vetu’izzu men teşâu vetużillu men teşâ(u)(s) biyedike-lḣayr(u)(s) inneke ‘alâ kulli şey-in kadîr(un)


Meâli şerifi:(Resûlüm!) De ki: Ey mülkün Maliki olan Allah'ım! Sen mülkü dilediğine verirsin ve mülkü dilediğinden geri alırsın. Dilediğini aziz, dilediğini de zelil kılarsın. Her türlü iyilik senin elindedir. Sen herşeye kudreti yetensin. (Âl-i İmrân - 26)

قُلِ اللّٰهُمَّ مَالِكَ الْمُلْكِ Ey mülkün Maliki olan Allah'ım
تُؤْتِي الْمُلْكَ مَنْ تَشَٓاءُ Sen mülkü dilediğine verirsin
وَتَنْزِعُ الْمُلْكَ مِمَّنْ تَشَٓاءُۘ mülkü dilediğinden geri alırsın
وَتُعِزُّ مَنْ تَشَٓاءُ وَتُذِلُّ مَنْ تَشَٓاءُۜ Dilediğini aziz istediğini de zelil kılarsın
بِيَدِكَ الْخَيْرُۜ اِنَّكَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ Her türlü iyilik senin elindedir. Sen herşeye kudreti yetensin diye Resulallah dua ederdi.

Peygamber Efendimiz (sav) Nasıl Dua Ederdi?

Bizlere duâyı yaşayışıyla en güzel tâlim eden, Peygamber Efendimiz’dir. O, gözyaşları içinde ve ayakları şişinceye kadar kıldığı namazlara ilâveten yaptığı duâlarda sık sık:

“Allâh’ım! Sen’in gazabından rızâna, azâbından affına ve Sen’den yine Sana sığınırım! Sen’i lâyık olduğun şekilde medh-ü senâdan âcizim! Sen kendini nasıl medh-ü senâ etmişsen öylesin!” diyerek, acziyet duyguları içinde Cenâb-ı Hakk’a ilticâ ederdi.


Ayrıca duânın ehemmiyetini şöyle ifâde buyururlardı:

“Duâ, ibâdettir. İbâdetin iliği ve özüdür. Allâh katında O’na duâ etmekten daha kıymetli bir şey olamaz. Allâh, kendisinden bir şey istemeyeni (duâ etmeyi kendisine yediremeyeni) azâba uğratır. Sıkıntı ve darlık zamanında duâsının kabûl olmasını isteyen kimse, bolluk ve rahatlık zamanında da duâyı bol yapsın. Rabbiniz Hayy-ü Kerîm’dir; bir kul elini açınca onu boş bırakmaz. Kime ki duâ kapıları açılmıştır, ona hikmet kapıları açılmış demektir.

Duâ, rahmet kapılarının anahtarı, mü’minin silâhı, dînin direği, göklerin ve yeryüzünün nûrudur..

Kişinin faydasına olan dua almasının ehemmiyeti ve Allah muhafaza beddua alırsa başına ne geleceğini Hakkında: 
Beyazıd-ı Bestamî Hazretleri’ne, bu mertebeye nasıl ulaştığı soruldu: Annemin duası beni yüceltti. dedi. Başından geçen hadiseyi şöyle anlattı: 
"Annem, yaşlı ve hasta idi. Bir gece vakti havanın alabildiğine buz kestiği bir vakitte inleyerek, Yavrum, su, dedi, ben hemen yatağımdan kalkarak anneme su almak için dışarı çıktım. Her yer buz ile kaplıydı. Zorlukla dışarıdan suyu doldurup içeri girdiğimde annemi uyumuş buldum. Uykusundan uyandırmadım, bir müddet başucunda uyanmasını bekledim. Bir müddet sonra annem uyanınca yeniden: Yavrum, su, dedi.
Ben de hemen diğer elimde soğuktan donmuş buz gibi tası verdiğimde, tasla beraber elimin derisinin kavladığını gören annem, çok üzülerek ağlamaya başladı.
Bir yandan ağlıyor, bir yandan da Allah’a şöyle dua ediyordu:
"Yâ Rabbî! Benim oğlumu ariflere sultan eyle." deyip elini yüzüne sürdü ve ‘amin’ dedi.
O geceden itibaren bende bazı değişiklikler olduğunu fark etmeye başladım. Eğer Cenab-ı Hak katında bir mertebem varsa bunun annemin duası hürmetine olduğuna kâniyim." 
der.

Kıyamete kadar kendisine şeref olan Sultan'ül arifin makamını annesinin duasıyla alır.

Annenin Bedduası ve Cüreyc'in ibretlik hadisesi ise şöyledir:


عَنْ أبِي هُرَيْرَةَ رَضْيَ اللَّهُ عَنْهُ، قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: «لَمْ يَتَكَلَّمْ في المَهْدِ إِلَّا ثَلَاثَةٌ: عِيْسَى ابْنُ مَرْيَمَ، وَصَاحِبُ جُرَيْجٍ، وَكَاْنَ جُرَيْجُ رَجُلاً عَابِدَاً، فَاتَّخَذَ صَوْمَعَةً فَكَاْنَ فِيْهَا، فَأتَتْهُ أُمُّهُ وَهُوَ يُصَلِّي، فَقَالتْ: يَا جُرَيْجُ!، فَقَالَ: يَارَبِّ! أُمِّي وَصَلَاتِي؟، فَأقْبَلَ عَلَى صَلَاتِهِ، فَانْصَرَفَتْ. فَلَمَّا كَاْنَ مِنَ الغَدِ أتَتْهُ وَهُوَ يُصَلِّي، فَقَالتْ: يَا جُرَيْجُ!، فَقَالَ: أيْ رَبِّ! أمِّي وَصَلَاتِي؟، فَأقْبَلَ عَلَى صَلَاتِهِ، فَلَمَّا كَاْنَ مِنَ الغَدِ أتَتْهُ وَهُوَ يُصَلِّي، فَقَالتْ؟ يا جُرَيْجُ! فَقَالَ: أيْ رَبِّ! أمِّي وَصَلَاتِي؟ فَأَقْبَلَ عَلَى صَلَاتِهِ، فَقَالتْ: اللَّهُمَّ لَا تُمِتْهُ حَتَّى يَنْظُرَ إلَى وُجُوْهِ المُوْمِسَاتِ. فَتَذَاكَرَ بَنُو إِسْرَائِيلَ جُرَيْجَاً وَعَبِادَتَهُ، وَكَاْنَتِ امْرأَةٌ بَغِيٌّ يُتَمَثَّلُ بحُسْنِهَا، فَقَالتْ: إِنْ شِئْتُمْ لَأفْتِنَنَّهُ! فَتَعَرَّضَتْ لَهُ، فَلَمْ يَلْتَفِتْ إِلَيْهَا، فَأَتَتْ رَاعِياً كَاْنَ يَأوِي إِلى صَوْمَعَتِهِ، فَأَمْكَنَتْهُ مِن نَّفْسِهَا فَوَقَعَ عَلَيْهَا، فَحَمَلَتْ. فَلَمَّا وَلَدَتْ قالتْ: هُوَ مِنْ جُرَيْجٍ، فَأتَوْهُ فَاسْتَنْزَلُوْهُ وَهَدمُوا صَوْمَعَتَهُ وَجَعلُوا يَضْرِبُوْنَهُ، فَقَالَ: مَا شَأْنُكُمْ؟، قَالُوا: زَنَيْتَ بِهَذِهِ البَغِيِّ فَوَلَدَتْ مِنْكَ. قَالَ: أَيْنَ الصَّبِيُّ؟! فَجَاؤُوا بِهِ فَقَالَ: دَعُوْنِي حَتَّى أُصَلِّي، فَصَلَّى، فَلَمَّا انْصَرَفَ أَتَى الصَّبِيَّ فَطَعَنَ في بَطْنِهِ وَقَالَ: يَا غُلَامُ! مَنْ أبوْكَ؟! قَالَ: فُلَانٌ الرَّاعِي!!، فَأقْبَلُوا عَلَى جُرَيْجٍ يُقَبِّلُوْنَهُ، وَيَتَمَسَّحُوْنَ بِهِ، وَقَالوا: نَبْنِي لَكَ صَوْمَعَتَكَ مِنْ ذَهَبٍ، قَالَ: لَا، أَعِيْدُوْهَا مِنْ طِيْنِ كَمَا كَاْنَتْ فَفَعَلُوا


Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Beşikte sadece üç kişi konuştu. Bunlardan biri Meryem’in oğlu Hz. Îsâ, diğeri Cüreyc ile macerası olan çocuktur.

Cüreyc ibadete düşkün bir kimseydi. Bir mâbede yerleşip orada ibadet etmeye başladı. Bir gün annesi geldi:

- Cüreyc! diye seslendi.

Cüreyc kendi kendine: “Yâ Rabbî! Anneme cevap mı versem, yoksa namazıma devam mı etsem?” diye söylendi. Sonra namazına devam etti. Annesi de dönüp gitti.

Ertesi gün annesi yine Cüreyc namaz kılarken geldi ve:

- Cüreyc! diye seslendi.

Cüreyc yine kendi kendine: “Rabbim! Anneme mi cevap vermeliyim, yoksa namazıma mı devam etmeliyim” diye söylendi. Sonra namazına devam etti. Bir gün sonra annesi yine Cüreyc namaz kılarken geldi ve:

- Cüreyc! diye seslendi.

Cüreyc içinden: “Rabbim! Anneme cevap mı versem, yoksa namazıma devam mı etsem” diye söylendi. Sonra da namazına devam etti.

Bunun üzerine annesi:

- Allah'ım! Fâhişelerin yüzüne bakmadan onun canını alma! diye beddua etti.

Birgün İsrailoğulları Cüreyc ve ibadete düşkünlüğü hakkında konuşuyorlardı. Güzelliği ile meşhur bir fâhişe de oradaydı:

- Eğer isterseniz ben onu baştan çıkarabilirim, dedi. Vakit kaybetmeden Cüreyc’in yanına gitti. Fakat Cüreyc onun yüzüne bile bakmadı.

Cüreyc’in ibadethânesinde yatıp kalkan bir çoban vardı. Kadın onunla ilişki kurarak çobandan hâmile kaldı. Çocuğunu dünyaya getirince, onun Cüreyc’den olduğunu ileri sürdü. Bunu duyan halk Cüreyc’in yanına gelerek onu alaşağı ettiler ve ibadethânesini yıkarak kendisini dövmeye başladılar. Cüreyc:

- Niçin böyle davranıyorsunuz? diye sorunca:

- Sen bu fâhişe ile zina etmişsin ve senin çocuğunu doğurmuş, dediler. Cüreyc:
- Çocuk nerede? diye sordu. Çocuğu alıp ona getirdiler. Cüreyc: “Yakamı bırakın da namaz kılayım” dedi. Namazını kılıp bitirince çocuğun yanına geldi ve karnına dokundu: “Söyle çocuk! Baban kim?” diye sordu.
Çocuk:

- Babam falan çobandır, diye cevap verdi.

Bunu gören halk Cüreyc’in ellerine kapanarak öpmeye ve ellerini onun vücuduna sürerek af dilemeye başladılar:

- Sana altın bir mâbed yapacağız, dediler. Cüreyc:

- Hayır, eskiden olduğu gibi yine kerpiçten yapın, dedi. Ona kerpiçten bir mâbed yaptılar.
[Müslim, Birr, 7, 8]

Açıklamalar:

Hz. Îsâ’dan sonra yaşayan Cüreyc’in zamanında insanların çoğu, Allah Teâlâ’nın emrettiği şekilde bir hayat sürmüyordu. Bazı rivayetlerden ticaretle uğraştığını öğrendiğimiz Cüreyc, hayatın düzensizliğini görerek daha kârlı bir ticaret yapmak istedi.
İnsanların yaşadığı bölgeden uzak bir yere bir manastır yaparak orada ibadete başladı. Arada bir ziyaretine gelen annesiyle konuşuyor, onun gönlünü hoş tutmaya çalışıyordu. Fakat annesi üst üste üç defa onun ibadet saatinde geldi.


Cüreyc de Allah’ın huzurundan ayrılmanın uygun olmayacağı düşüncesiyle ibadetini kesmedi. Bu durumu bilmeyen annesi, Cüreyc’in artık kendisine değer vermediğini zannederek ona beddua etti.
Fakat bedduasını son derecede şefkatli ve ölçülü bir şekilde yaptı. Oğlunun zina suçu işlemesini bile istemedi. Sadece fâhişelerin yüzünü görmesini diledi. Bedduası da tuttu. Demekki Cüreyc, annesi seslendiği zaman farz değil, nâfile ibadet ediyordu. Bu sebeple ibadetini kesmeli ve ona cevap vermeliydi. Böyle yapmamakla hata etti.

Namaz kılan bir kimseyi anne veya babası yanına çağırırsa, nasıl davranması gerekir?

Farz namaz kılınıyorsa anne ve babaya cevap verilmez. Kılınan namaz farz değilse, kendilerine cevap verilmediği takdirde anne veya baba da gücenecekse, namazı kesip onlara cevap vermek uygun olur. İslâm âlimlerinin büyük çoğunluğunun görüşü böyledir. Bazı âlimler namazın farz veya nâfile olmasına bakmadan, anne veya baba seslendiği vakit, onları gücendirmemek için namazın bozulması gerektiğini söylemişlerdir. Yani o anda selam vererek namazdan çıkar, o namazı tekrar kılar.

İnsanoğlu Allah Teâlâ’ya Cüreyc gibi gönül bağlarsa, Cenâb-ı Hak ona yardımcı olur. Aleyhinde hazırlanan tuzakları bozar. Hatta onun eliyle kerâmetler bile gösterir. Konuşması âdet olmadığı hâlde bir çocuğu konuşturarak, samimi kulunu sıkıntılardan kurtarır.
Hadisten Öğrendiklerimiz

1. Anne ve babaya itaat, evlâdın en önemli görevidir. Üstelik bu Allah’ın emri olduğu için farzdır.
2. Kılınan namaz farz olmamak şartıyla, anne veya baba çağırdığı zaman, namazı bozup onlara cevap vermelidir.
3. Anne ve baba evlâdına beddua etmek zorunda kaldığında, Cüreyc’in annesi gibi ölçülü davranmalıdır.
4. İnsanın özü doğru olursa, aleyhinde kurulacak tuzaklar ona zarar vermez. Böyle kimseler hayatta yalnız olduklarını düşünmemeli, arkalarında Allah Teâlâ’nın bulunduğunu bilmelidir.
5. Cenâb-ı Hak dilediği zaman veli kullarının kerâmet göstermesine izin verir.
6. Anneler yavrularını kendilerine tercih ederler. Onların her iyi şeye sahip olmasını isterler.

Namaz kılarken anne-babanın seslenmesi durumunda namaz bozulmalı mıdır?

Farz olan bir namazı kılarken anne veya babadan birinin çağırması durumunda ilke olarak namazı bozmak gerekmez. Ancak anne-baba veya başka birisi ciddi bir tehlike veya ihtiyaçtan dolayı kişiden yardım isterlerse, o takdirde kişi namazını bozar [İbn Âbidîn, Reddü’l-muhtâr, II, 504-505]

Nafile namaz kılmakta olan bir kimseyi, anne veya babası çağırdığında ise, ciddi bir ihtiyaç olmasa bile kişi namazını bozar ve anne-babasına itaat eder. Ancak anne-baba çocuklarının namaz kılmasına karşı olduklarından dolayı ve onun namazını bozmak gayesiyle çağırırlarsa onlara itaat etmek gerekmez. Bu istisna dışındaki hâllerde anne-babaya itaat etmek nafile namaza devam etmekten önce gelir. Bu hükmün delili ise Cüreyc kıssasıdır 
[İbn Âbidîn, Reddü’l-muhtâr, II, 504] 
Geçmiş ümmetler zamanında yaşayan bu kimsenin, nafile namaz kılarken kendisine seslenen annesine cevap vermediğinden annesinin bedduasını aldığı ve birtakım sıkıntılara düştüğü bizzat Hz. Peygamber tarafından haber verilmiştir.

Yorum Gönder

0 Yorumlar