Son yayınlar

6/recent/ticker-posts

Abase Suresi ilk 10 ayetin Tefsiri

 

Abese suresinde İlk on ayetin Fahreddîn Râzî tefsiri özeti:

İbn Ümmü Mektûm, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in yanına gelmişti. 
Ümmü Mektûm, tam o sırada ise, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in yanında, Rebia'nın iki oğlu Utbe ve Şeybe; Ebû Cehil ibn Hişâm Abbas Ibn Abdilmuttalib, Ümeyye Ibn Halef ve Velid Ibnu'l-Muğîre gibi, Kureyş'in ileri gelenleri var idi. Hazret-i Peygamber, bunları müslüman olmaları sayesinde başkalarının da müslüman olacaklarını umarak, onları İslâm'a davet ediyordu. 

Tam o sırada İbn Ümmü Mektûm, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e, "Allah'ın sana öğrettiklerini bana da öğret, bana da oku..." dedi. Bunu birkaç kez tekrarleyınca, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), İbn Ümmü Mektûm'un sözünü kesmesini hoş karşılamadı, yüzünü ekşitti ve ondan çevirdi de, işte bunun üzerine bu ayeti kerimeler nazil oldu. 
Allah'ın Resulü, artık bundan sonra, bu zatı hep taltif eder, gördüğü her yerde, 'Kendisi yüzünden Rabbimin beni kınadığı zata merhaba..." der ve ihtiyacı olup olmadığını sorardı. 

Aynı zamanda Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bu zatı, kendisi savaşa katıldığı sırada, iki kez Medine'de, yerine bırakmış ve (Medineliler de) onun arkasında namaz kılmışlardı. 

İbn Ümmü Mektûm'un Hatası

1) Bu zat, her ne kadar gözlerini kaybetmiş olmasından dolayı oradakileri görmese bile, ne var ki, duyu organlarının sağlam olmasından dolayı, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in o kafirlere hitab ettiğini ve onların seslerini de duyuyordu. Orada konuşulanları duymuş olmasından dolayı, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in bu işe ne denli ehemmiyet verdiğini anlamış olmalıydı.Onun, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in sözünü kesmeye yönelmesi ve Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in gayesi tamamlanmadan önce, araya kendi maksat ve talebini sokuşturması, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) için bir eziyyet vermedir. Bu ise, büyük bir günahtır.

2) Daha mühim olan (el-ehemm), daha az mühim olandan (el-mühimm) önce gelir. Bu zat, zaten müslüman olmuş, dine dair ihtiyaç duyduğu şeyleri de öğrenmişti. Ama o kafirler ise, müslüman olmamışlardı. Halbuki, onların müslüman olmaları, büyük bir topluluğun müslüman olmasına sebep olacaktı. İbn Ümmi Mektûm'un araya, ufacık bir maksattan dolayı bu sözü sokuşturması, bu büyük menfaatin elde edilmesine bir sebep gibi menfaatin elde edilmemesine bir sebep gibi olmuştur ki, bu haramdır.

3) Cenâb-ı Hak, "Evlerin arkalarından sana seslenenlerin ekserisi bilmezler, cahildirler" (Hucurat, 4) buyurmuş, böylece bu kimseleri, vakitsiz olarak seslenmekten bile nehyetmiştir. Kâfirleri imanı kabul etmekten alıkoyan ve en mühim bir esnada Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in sözünü kesen, inkıtaya uğratan bu sesleniş, bir günah ve masiyet olmaya daha uygun ve daha elverişlidir. Böylece, yaptığımız bu izahlar da, İbn Ümmi Mektûm'un yaptığını bir günah ve bir masiyyet; Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in yaptığı şeyin ise gerekli ve lüzumlu olduğu sabit olmuş olur. 

🍀Cenâb-ı Hakk'ın bu zat "kör" diye anması, onu küçümsemek için değil tam aksine şöyle demek içindir: "O kör olduğu için, daha fazla şefkate ve acımaya müstehakdı.. Ey Muhammed, senin ona kaba davranman sana nasıl yakışır?"
🍀Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'e, ashabını eğitme hususunda izin verilmişti. Ancak ne var ki burada, bu hareket, zenginlerin fakirlere tercih edildiği zannını uyandırıp, bu da dünyanın dine tercih edilmesi vehmini doğurunca, işte bundan ötürü böyle bir kınama varid olmuştur.

عَبَسَ وَتَوَلّٰىۙ ﴿١

﴾اَنْ جَٓاءَهُ الْاَعْمٰىۜ ﴿٢
﴾وَمَا يُدْر۪يكَ لَعَلَّهُ يَزَّكّٰىۙ ﴿٣
﴾اَوْ يَذَّكَّرُ فَتَنْفَعَهُ الذِّكْرٰىۜ ﴿٤
﴾اَمَّا مَنِ اسْتَغْنٰىۙ ﴿٥
﴾فَاَنْتَ لَهُ تَصَدّٰىۜ ﴿٦
﴾وَمَا عَلَيْكَ اَلَّا يَزَّكّٰىۜ ﴿٧
﴾وَاَمَّا مَنْ جَٓاءَكَ يَسْعٰىۙ ﴿٨
﴾وَهُوَ يَخْشٰىۙ ﴿٩
﴾فَاَنْتَ عَنْهُ تَلَهّٰىۚ ﴿١٠

Meâli Şerifi
1: Yüzünü ekşitti ve sırtını döndü,
2: Yanına o âmâ geldi diye.
3: Nereden biliyorsun, belki o senden öğrenecekleriyle temizlenip arınacaktı?
4: Yahut düşünüp öğüt alacaktı da, bu öğüt ona fayda verecekti?
5: Fakat kendisini ihtiyaçsız görüp seni dinlemeye tenezzül etmeyene gelince,
6: Belki müslüman olur diye sen ona yöneliyorsun.
7: Halbuki onun İslâm’a girip arınmamasından dolayı sana bir sorumluluk yoktur.
8: Öte yandan, sana büyük bir istekle koşarak gelen,
9: Üstelik Allah’a karşı saygı ve korkuyla dopdolu olarak gelmişken,
10: Sen ona gereken alakayı göstermiyorsun!


4:"Sana ne bildirdi? Belki o temizlenecekti, yahut öğüt alacaktı ve bu öğüt ona fayda verecekti".

Sana o âmânın halini, ne bildirdi? Belki de o, senin telkinlerinle cehaletten ve günahtan annacaktı. Yahut da yaptığın öğütten nasibini alacak, böylece öğüdün, ona fayda verecek ve bu öğüt onun için bazı taatlar konusunda bir lütuf olacaktı. Velhasıl belki de onun senden olacağı o bilgi, uygun olmayan bir kısım şeylerden, yani cehalet ve günahdan onu temizleyecek, veya uygun olan bazı şeylerle, yani taatla meşgul olmasını sağlayacaktı.

5:"Ama müstağni görene gelince...".

Atâ, bu ifadeye, "Kendisini imandan müstağni görene gelince.." manasını verirken, Kabî, "Allah'dan kendisini müstağni görene gelince..." manasını vermiştir. Bunları da, isteğna, burada "zengin olan" manasınadır" demişlerdir ki bu son mana, buraya uygun değildir. Çünkü Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), onların servet ve mallarından ötürü onlara yönelmemiştir ki ona, "Zengin kılınana gelince sen ona teveccüh ediyorsun" denilmiş olsun. Bir de Cenâb-ı Hak, daha sonra, "Ama korkarak, sana koşarak gelene gelince... "(Abese.a-9) buyurmuştur. Yoksa "korkarak" yerine "fakir, yoksul" olarak" buyurmamıştır. Ayetteki, "Ama müstağni görene" ifadesine, "Malı sebebiyle kendini müstağni görene gelince..." manasını verenin izahı geçerlidir. Çünkü mana, o kimsenin imandan ve Kur'ân'dan malı yüzünden kendini müstağni sayması şeklindedir.

6:"İşte sen onu karşına alıyorsun".

Zeccâc "Sen ona yöneliyor, onu hedef seçiyor ve ona meylediyorsun" manasını vermiştir. Nitekim Arapça'da birisi birisine sataştığı zaman, denilir. Bu kelimenin aslı, "saded" kökünden olup, fiilidir. "Saded" de, senin karşına çıkan, seni istikbâl eden şeydir. Bunun izahını, Enfal, 35. ayette yaptık. Bu kelime, tâ'nın sad'a idgamı ile, şeklinde de okunmuştur. Ebû Cafer de, tâ'nın dar.ımesiyle, "yüz çeviriyorsun" manasında olmak üzere, (......) şeklinde okumuştur. Buna göre mana, "Seni ona yönelmeye sevkeden senin hırsın ve onun müslüman olması için neredeyse kendini helak etmendir" şeklindedir.

7:"Halbuki onun temizlenmemesinden sana ne...".

Bu "İslâm'a davet ettiğin kimsenin, müslüman olmamasından dolayı sana düşen bir sorumluluk yoktur. Çünkü senin vazifen, sadece tebliğdir." demektir. Bu da, "Onlara olan düşkünlüğün, onları dine davetle meşgul olman gerekçesiyle, seni müslüman olan kimseden yüz çevirmeye götürmesin" demektir.


8-9-10: "Ama korkan biri olduğu halde, sana koşarak gelen kimseye gelince, sen bırakır da oyalanırsın".

Buradaki, "koşarak" ifadesi, "hayrı elde etmek için koşarak" demek olup, tıpkı, "Allah'ı zikretmeye koş un " (Cum'a, 9) ayetindeki gibidir.

Ayetteki, "korkan biri" ifadesine de üç mana verilebilir:

1) Mükellefiyetlerini eda etmeye ihtimam göstermemekden Allah'dan korkarak...

2) Sana gelmesinden dolayı, kafirlerden ve onların eziyetlerinden korkarak...

3) Elinden tutup, kendisini idare eden - götüren birisi olmadığı için, kör olduğu için, tökezleyip yüz üstü düşmekten korkarak... ifâdesindeki kelimeyi, "oyalanıyorsun", "onunla İlgilenmiyorsun" demek olup, ifâdesindendir. ve de aynı manayadır. 

Yorum Gönder

0 Yorumlar